Hiç kuşku yok ki polisiye edebiyatın kraliçesi Agahta Christie, yazdıklarıyla hâlen ilham olmaya devam ediyor. Onun hayatında, anlatılarında İstanbul parantezinin olması hikâyesini biz Türkler için daha görünür yapıyor. Neden bu İngiliz yazarı anlatarak yazıya giriş yaptığımı merak edenler olabilir. Çünkü Türk edebiyatının polisiye alanında adını duyuran ve ‘mutlaka okunması gereken yerli polisiye yazarları’ listesinde yer alan Kayahan Demir, son çalışması Pera Palas’ta Onbir Gece’de Agatha Christie’nin İstanbul’da yaşadıklarını kurgusal bir anı olarak kaydediyor. Yazarın kaleminden Pera Palas’ta yaşanan faili meçhul bir cinayeti çözmeye çalışan Milas, Engin ve Bayan Christie arasında süregelen bir diyaloglar manzumesi. Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda var: Dedektif Milas ve yardımcısı Engin yazarın var olan serisinin başrolleri ve Pera Palas’ta Onbir Gece, Kayahan Demir eserlerinin beşinci kitabı. Şimdi geçmişin ve hatıraların iç içe girdiği bu sürükleyici kurguya bakalım.
“En Büyük Cinayet, Bir İnsanın Hayallerini Öldürmektir!”
Yirmi beş bölümden oluşan Pera Palas’ta Onbir Gece, uzun olmayan chapter’larının da sayesinde oldukça akıcı, heyecan verici, bir sonraki sahneyi merak ettirici bir üslupla örülü. Kitabın ilk epigrafı Oscar Wilde’ın “Hepimiz çamur içindeyiz, ama bazılarımız yıldızlara bakar.” sözüyle start veriyor. İlk cümle şu kışkırtıcı soruyla başlıyor: “Kimler gözlerini kaçırır, bilir misin?” Herhalde yüz elli sekiz sayfanın önünde, arkasında bu cümlenin peşinde bir seyahate çıkıyorsunuz. İpucu vermek istemem; ama cevabı da şayet dikkatli bir okursanız buluyorsunuz zaten.
Kayahan Demir, daha ilk bölümde okuyucuya iyi bir anlatı vaadediyor bence. Sevgisiz büyümüş insanların analiziyle baş başa kalıyorsunuz öncelikle. Sahi, sevgisiz büyümüş bir insanı siz de gözlerinden tanıyabilirsiniz? Yazarın da dediği gibi bu bakışlar diğer insanlara göre daha soğuk, daha vahşidir. Bu sebepten, bu tür insanlar acı sırlarını ifşa etmemek için her daim gözlerini kaçırırlar. Şu söz çok yerinde bir montaj: “En büyük cinayet, bir insanın mutluluğunu ve hayallerini öldürmektir!”
Bir Eski İstanbul Hatırası
Kurguya göre; Pera Palas’ın sahibi Misbah Muhayyeş Beyefendi, hikâyenin özel isimlerinden. Agatha Christie’nin ağzından dinlersek, İngiliz yazarın İstanbul’da tanıdığı ender dostlarından, eşi benzeri bulunmayan biri bu kişi. Kayahan Demir, böylesi geçişleri iyi beceriyor. Şehir tarihinden sayfaları işlemeyi iyi biliyor anlatısına, dinleyelim: “Birkaç kez sahibi olduğu Sarıyer’deki Ahmet Afif Paşa Yalısı’nda da misafir etmişti beni. Gotik mimarisiyle İstanbul’da çok beğendiğim yalıların başında geliyor burası. Hatta yanılmıyorsam Pera Palas Hotel ile bu Ahmet Afif Paşa Yalısı’nın mimarı aynı kişi. İsmi de neydi? Evet Alexandre Vallaury… Fransız asıllı mimarın özellikle İstanbul’da birçok eserinin olduğunu defalarca duymuştum. Bir lakabı da vardı sanki. Bunu Misbah Bey’e sorduğumda adamın şaşkın bakışlarıyla karşılaşıyorum. Benden böyle bir soru beklemiyordu sanırım. ‘Kadın az önce ölümden döndü, merak ettiği şeye bak!’ diyordur içinden belki de, kim bilir? Neyse ki şaşkınlığını atlatması uzun sürmüyor. Benim bazı tuhaf hallerime alışmış olmalı. “Ünlü ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey, Alexandre Vallaury’i ‘Mimar-ı Şehir’ ismiyle anarmış. Evet, İstanbul’da o kadar eseri var ki, ona ‘Şehrin Mimarı’ ismini uygun görmüş. Hatta İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin de mimarı Vallaury’dir. Gerçekten de bir döneme damgasını vurmuş. Biliyorum, belki bunu daha önce de söylemişimdir ama keşke…”
411 Numaralı Odanın Büyüsü
Bu arada Pera Palas, İstanbul’un ilk modern oteli olarak biliniyor malum. Bu tarihî işletmenin ünlü misafirlerinden biri Kayahan Demir’in romanına misafir ettiği Agatha Christie. Bilindiği üzere ünlü yazar, Genç Cumhuriyet’in ilk senelerine tesadüf eden 1926-1932 yılları arasında otelin 411 numaralı odasında pek çok kez konaklar; hatta ünlü romanı Doğu Ekspresi’nde Cinayet’i burada kaleme alır. Hadi yeri gelmişken söyleyelim: Bu popüler roman dünya çapında satış rekorları kırmış ve filmlere konu olmuştur. Bugün Sirkeci’deki Orient Ekspress’e uğrayanlar, restoranın duvarlarında beyaz perdeye yansımış, film olarak izleyiciyle buluşmuş yapıtın afişleriyle karşılaşacaktır. Yani bir sanatçının zihninden kağıda dökülen bir ses, bir cümle gündelik hayatımızın içinde nasıl da yaşamını sürdürüyor değil mi?
Kayahan Demir’in İstanbul’un güncesinde iz bırakan anılardan yaptığı ‘sessiz ev’, güzel ve duygusal bir finalle bitiyor. Evet, yazının başındaki sorunun cevabını bulmuş olmanın biraz mutluluğu biraz hüznüyle yolculuğun sonuna geliyorsunuz. Yazarın, çalışmasının sonunda teşekkür ettiği üstadı Ahmet Ümit’in ‘Başkomser Nevzat’ çeşitlemeleri gibi, Dedektif Milas ve yardımcısı Engin’in maceralarını sürdürmesini bir okur olarak rica ediyorum. Çünkü “İnsan eğer gerçekten isterse mutluluklarını da hayallerini de yeşertebilir.”
edebiyathaber.net (6 Mart 2023)