Amerikalı yazar Elizabeth Strout’un Pulitzer ödüllü romanı “Olive Kitteridge”, birbiriyle alakası sonradan ortaya çıkan 13 öykünün birleşiminden meydana gelen bir roman. Ana karakter Olive’i merkezine alarak türlü kişilerin türlü olaylarına tanıklık ettiğimiz kitap karakterler üzerindeki duygu yoğunluğunu sade bir dille bir olaya ilişkilendirerek çeşit çeşit insan portesi sunuyor.
Roman oluştururken farklı olaylarla farklı kahramanları aynı süzgeçten geçirip birleştirerek esas karaktere bu olay örgüsü içinde bunlardan ayrı bir rol vererek aynı hikâyeye yerleştirmek biraz maharet isteyen bir iş. Zira hangi karakterin hangi olayla öne çıkacağı, ana karakterin bu ikisi arasında duracağı yeri ve onlarla olan bağını, etkisini belirlemek, yazar için niyetin dışına çıkma, okur için de kitap boyunca olan biteni takip etmekten sıkılıp kitabı bırakma ihtimali söz konusu. Tüm bunları diri tutmak için yazarın dizginleri elinden bırakmaması, sıkılmaması için de okuru avcunun içine alması gerekiyor. Amerikalı yazar Elizabeth Strout’un İthaki Yayınları’ndan Merve Sevtap Ilgın çevirisiyle yayınlanan “Olive Kitteridge”, bu saydıklarımı bir dengeye oturtarak karakterler üzerindeki duygu yoğunluğunu bir olaya yaslanarak en basit yoldan anlatmayı başaran bir roman. Kitaba geçmeden önce Strout kimdir ona bakalım. Çünkü kendisinin bol ödüllü ve milyonlarla ölçülen satış rakamlarına sahip, diziye ve filmlere uyarlanan eserleri mevcut.
Ödül, ödül, ödül…
Elizabeth Strout 6 Ocak 1956 yılında, Portland, Maine’de dünyaya gelmiş. Babası ve annesi profesörmüş. Maine’deki Bates Koleji’nden mezun olduktan sonra bir yıl İngiltere’de kalmış. Sonrasında Syracuse Üniversitesi Hukuk Fakültesi bölümünü bitirmiş ve ardından da New York’a taşınmış. Burada bir yandan garsonluk yaparken bir yandan da dergilere öyküler yazmaya başlamış. Bir süre yarı zamanlı öğretmen olarak görev yapmış. 1998 yılında ilk romanı “Amy and Isabelle” yayınlanmış. Bu romanla 2000 yılında Orange Ödülü’ne ve PEN/Faulkner Edebiyat Ödülü’ne aday olmuş. Kitap bir televizyon filmine uyarlanmış. 2006’da çıkan ikinci romanı “Abide with Me” de epey ilgi görmüş. Üçüncü romanı “Olive Kitteridge” ise Pulitzer Ödülü’nü kazanmış, Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü’ne aday olmuş. 2014 yılında Olive Kitteridge’in bir uyarlaması olan dört bölümlük bir dizi HBO’da yayınlanmış. Daha sonra da sırasıyla “The Borgess”, “My Name is Lucy Barton’u çıkarmış. Altıncı romanında “Olive, Yeniden” ile “Olive”i “sahaya” tekrar sürmüş. 2021’de yayınladığı sekizinci romanı “Oh William” ile de 2022 Booker Ödülü finaline kalmış. Lucy Barton karakterinin devamı olan “Lucy By the Sea” de geçtiğimiz yıl okurlarla buluşmuş. Bu uzun özgeçmişten sonra “Olive Kitteridge”e dönebiliriz artık.
“Arkamdan ne konuşuluyorsa doğrudur”
Olive, yetmişli yaşlarında emekli bir matematik öğretmeni. Naif kocası Henry ile Maine eyaletinin Crosy isimli körfez manzaralı sahil kasabasında yaşıyor. Bir de ufak ama tombalak oğulları Christopher var. Daha sonra “ayak rahatsızlıkları uzmanı” olup yuvadan uçuyor. Henry tüm kasabanın sevdiği emekli bir eczacı. Olive ise onun tam tersi, kendi deyimiyle, “arkasından ne konuşuluyorsa doğru olan”, “aksi” bir ihtiyar. Ancak bu “aksiliği” çok da kötü bir tanıma denk gelmiyor. “Özü sözü bir” demek daha doğru. Ufak yer, malum. Herkesin birbirinden haberi var. Olive’in ise her şeyden haberi var. Ama bu onu asla diğer kasabalılar gibi bir dedikoducu yapmıyor. Çünkü Olive’in dilinin kemiği olmadığı için dedikodu yapmaya ihtiyacı yok. Aklına geleni hiç düşünmeden söyleyebilme “yeteneğine” sahip. Oğulları yuvadan uçunca iki ihtiyar birbirileriyle baş başa kalıp bir sahil kasabasında vakit nasıl geçerse öyle vakit geçiriyorlar. Diğer yandan da hayat başkaları için de akmaya devam ediyor. Kimisi çocukluk evine dönüp intihar ederek ölmeyi planlıyor. Ayyaş piyanocu Angie kasabanın tek barında her geceyi kusursuzca tamamlamak için tir tir titreyerek geçtiği piyanosunun başında arka arkaya yuvarladığı kahveli viskilerle aralıksız üç saat geçiriyor. Dumanlı bir gecenin ardından bitirdiği program sonrasında annesinin para karşılığında erkeklerle birlikte olduğunu sevdiği adamdan öğrenerek kahroluyor. Olive’in oğlu Christopher 38 yaşında evleniyor ve Olive gelin-kaynanalık makamının resmi üslubu “kıskançlığı” uygulayarak gelinin kıyafetlerini çalıyor. Hırdavatçı Harmon, karısı artık onunla seks yapmak istemediği için Daisy Foster’la aşk yaşamaya başlıyor. İhanetler, açılmamış sandıklar, gizlenen aşklar bir bir ortaya dökülürken bir gün Olive ve Henry market alışverişi sonrasında arabaya binmek üzereyken Henry yere yığılıp kalarak kör, sağır, dilsiz oluveriyor. Olive, Henry’yi bir bakımevine yerleştirip her gün ziyaretine gidiyor. Henry bu duruma çok uzun süre dayanamıyor ve bu dünyadan göçüp gidiyor. Artık tamamen yalnız kalan Olive bir gün yürüyüş yolunda baygın vaziyette yerde yatan Jack’le karşılaşıyor ve “hayat her gün yeniden başlar” sözü bir kez daha doğruluğunu ispatlıyor.
Devamı gelecek…
“Olive Kitteridge”, birbirinden bağımsızmış gibi görünen ama uçları birbirine değen 13 öykünün birleşiminden oluşan bir roman. 13 olay ve bu olaylara dahil olan birçok karakterle Crosby sahil kasabasından sayısız portre sunan yazar Elizabeth Strout, bütün bu karmaşa içinde bir düzen yaratarak hepsini tek bir çatı altında toplamayı başarıyor. Girişte değindiğim dizginleri elinde tutma ve duygu yoğunluğu meselesini burada devreye sokan Strout, adam kayırmadan kitabında yer verdiği kim varsa okuru onun hayatına dahil ederek bir süre beraber yaşatıyor ve ardından diğerine geçiyor. Yazarın sade diliyle sayfalar aktıkça geride kalanlar tekrar konuya dahil oluyor ve bir kargaşaya mahal vermeden kitap tamamlanıyor. Olive ise bazen tek bir cümleyle bazen de bütün olayın içinde yer alarak nevi şahsına münhasırlığıyla kitaptaki görevini tamamlıyor. Sadece bu kitaptaki görevini ama. Zira devamı gelecek…
edebiyathaber.net (7 Mart 2023)