“Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz,” demiş ünlü düşünür Heraklitos, değişimin kaçınılmazlığını vurgulayarak… Etrafımızdaki her şeyin değişim içinde olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bunun en sık yaşanan ve belki de en hüzünlü örneği, çocukluğumuzun geçtiği eve yıllar sonra yaptığımız ilk ziyaretimiz olabilir. Nostaljinin getirdiği büyü bizi sarıp sarmalasa da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını anlarız. Peki ya kendi içimizdeki değişim? Elbette, her şey gibi kendimizin de değiştiğini ve değişeceğini kabul etmemiz gerekir. Önemli olan bu değişimin bizim kontrolümüz altında olup olmadığı değil midir? Değişim elimizde olmayabilir, ama ya nasıl değişeceğimiz, neye dönüşeceğimiz? Bunun kararını biz verebilir miyiz?
Melis Sena Yılmaz’ın yazdığı ve Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlanan Mayısın Üçüncü Haftası adlı kitabı da tam olarak bunu sorgulatıyor okurlarına. Dış etkenler ne denli güçlü olursa olsun, bir canavara dönüşüp dönüşmeyeceğimizin en nihayetinde bizim gayretimize ve irademize kaldığını, romanın başkahramanı Cenk sayesinde bir kez daha anlıyoruz.
Hikâyemiz, Cenk’in uzun süredir görüşmediği Necla Hala’sının yanına, Bozcaada’ya gitmesiyle başlıyor. Antalya’daki tatil planlarının iptal olması yetmezmiş gibi bir de halasının otelinde çalışmak zorunda kaldığını öğrenen Cenk, kısa sürede gizemli bir tekerlemeyi kulak ardı etmesiyle daha da büyük sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Adada edindiği yeni arkadaşı Büşra’yla zorlu bir mücadeleye atılırken, ada halkını tanımaktan, hatta ve hatta onlardan şüphelenmekten de geri kalmıyor. Adanın sanatla iç içe ve neşeli tarafıyla, lanetli bir tekerlemenin etkisi altında kalmış karanlık tarafı arasında gidip gelen Cenk, bu mistik halkın bir parçası haline geliyor.
Cenk’in değişimine tanık olurken bir kez daha anlıyoruz ki çıktığımız değişim yolu zorluklarla dolu… Dahası, başarısız olmaktan, kendimizi çıkmaz sokaklarda bulmaktan daha kolayı da yok! İpuçları her zaman doğru sonuca ulaştıramayabiliyor ya da doğruları görmekte diretebiliyoruz bazen… Böyle zamanlarda hepimizin içinden pes etmek geldiğini biliyorum, ama Cenk’le görüyoruz ki başarısızlıklar bizi yıldırmak için değil, doğru yoldan saptıracak sapakları atlatmak için varlar.
Peki ya, bu başarısızlıkların doğurduğu hayal kırıklıklarını atlatmamız için gereken en önemli şey nedir? Bize dayanışmayı gösterecek iyi bir dost olsa gerek! Tıpkı Büşra’nın Cenk’e sunduğu dostluk gibi… Devam etmeye gücümüzün kalmadığını düşündüğümüzde, bizim yerimize, bize ve hikâyemize inanacak bir dost… Çünkü bizi anlayan ve bizim için çabalayan bir dostumuz olduğunda canavarlar daha az korkutucu gelir gözümüze.
Roman, bir matruşka gibi hikâye içinde başka hikâyeler de barındırıyor. Değişim yolunda kendini ve sevdiklerini kaybetmişlere de yer veriyor. Cenk ve Büşra’nın, Leylak Otel’in bodrumunda buldukları ipuçları, onları hem Senem’le hem de canavarın ta kendisiyle tanıştırıyor. Bu iki karakterden öğrendiklerimizse çok değerli… Bize önyargıların yıkıcılığını anlatmakla kalmıyorlar, toplumun bir parçası olmanın ve sevdiklerimiz tarafından anlaşılma ihtiyacımızın önemini de anımsatıyorlar. Onların hikâyesi, birbirimize ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor. Yalnızlığın, bizi hem dışarıdaki hem de içimizdeki canavarlara karşı savunmasız bıraktığını gösteriyor.
Mayısın Üçüncü Haftası, hayatımızın her aşamasında hatırlamamız gereken bir not düşüyor sonunda: İyiler pes etmediği sürece kötülerin planları, er ya da geç, oldukça yüksek bir tepeden, suya düşecektir. Tabii bazen “ihtiyaç kuşları”nın da yardımı gerekebilir…
“Hiçbir şey, hiç kimse aynı kalmaz. Üç türlü dönüşüm vardır. Önleyebileceklerimiz, önleyemeyeceklerimiz ve engel olmak istemediklerimiz. Sen bu değişime engel olabilir misin?”
Melis Sena Yılmaz
edebiyathaber.net (23 Mart 2023)