Kaan Murat Yanık’ın geçtiğimiz günlerde Ketebe Yayınları’ndan çıkan Sular Üstünde Gökler Altında romanı, 15. yüzyılda yaşayan Kalender’in “garabet kuyusuna” dönen hayatını gemi yolculuklarında anlatıyor. Yolculuklarda görevi, gördüklerini çizip haritalar çıkarmak olan Kalender’in başından aşk da eksik olmuyor zorbalıklar da. Bir yandan dünyayı gemi ile dolaşırken diğer taraftan kendi hayatının etrafında dönenip duruyor Kalender. Arzularına mukavemet göstermekte pek de başarılı olamayan, babasının nezdinde kabul görmeye çalışırken köksüz kaldığını hisseden Kalender’in akıbeti, bu romanın “dehşetengiz manzara”sını oluşturuyor.
Henüz keşfedilmemiş âlemler
Kalender’in gemi yolculuklarından ilki, sonra yapacağı yolculuklara göre, iddiası daha az, parası daha bol bir seyahattir. Kimsenin gitmediği toprakları yağmalamak için çıkılan yolculukta Kalender’in işi sadece harita çizmektir; aksini kendi istemediği gibi bu iş babasının da zinhar karşı olduğu bir iştir. Yolculuk Kalender için, gidilen köylerden esir olarak aldıkları kızlardan birine, Ustinya’ya âşık olmasıyla bambaşka bir hal alır. “Aşk denen bu sürüngenin anbean semirip tüm benliğini” sardığı vakit Kalender’in hayatı, babası ile Ustinya’sı arasında, birini diğerine tercih edemediği bir git gele hapsolur.
Kalender, hem gemide hem de İstanbul’a döndüklerinde kız için epey mücadele eder. Esir tüccarından kızı satın aldıktan sonra babasına kabul ettirmekte zorlanır; babasının gönlü hoş olsun diye satın aldığı gerçek fiyatı söylemez, parayı hırsızlıkla elde ettiğini ise kendi zihninden bile silmek ister. Her ne kadar aşk denen illet bu çocuğu cengâver yapsa da babasının karşısında umarsızdır, çünkü babası, Ustinya’yı gelin olarak istemez. Sukutuhayale uğrayan babasını tam bir şekilde ikna etmişken müneccim başı gelip kızı elinden alınca -söylenene göre önce o söz almıştır kızı alacağına dair- hem yalanlar ortaya çıkar hem sevdiği gider, en önemlisi de babası ile arası açılır.
Kalender’in babasına olan itaati, sevgisi, romanın temel odak noktalarından biridir. Kalender ne zaman arzularına gem vurmaya çalışsa bunu babası için yapar, çünkü “babasının oğlu” olmak bunu gerektirir. Bu sebeple gitgide bir heyulaya dönüşen Ustinya’nın ıstırabına bir de babasının ona sırt çevirmesi eklenince Mecnun’a dönen Kalender’in aklı başından gider. Ustinya’yı alma intikamı, içkili âlemler, babasızlık, onu “yarım insan” yapar. Hal böyle olunca çok geçmeden, “tamamlanmak” için yeni bir yolculuğa çıkar. Tabii bu yolculuğun hayırlısıyla sonlanabilmesi ve kendisini “hazine yapan” babasına “layık olmak” için önce tövbe eder. Ardından, “‘Affet. İncire ve zeytine and olsun ki senin başını bir daha öne eğdirmeyeceğim,” diyerek babasıyla barışır. Yani Kalender için baba, hem huzurlu bir sığınaktır hem de kudretli bir onanma makamıdır.
Kolomb ile Kalender’in keşif tutkusu
Kalender’in bir arınma, kendine gelme yolculuğunun eşlikçisi Doğu Hint Adaları’na ulaşmaya çalışan Kristof Kolomb’dur. “Unutmak için yeniden doğmalıyım,” diyen Kalender yine harita çizerek “babasının oğlu” olacağını sanır, fakat “aşk belasından kurtulmak için onunla” arasına “uzun mesafeler koymanın tıpkı ateşe dökülen yağ misali, aşkı harladığını” hesaba katmaz. Bir yerden sonra da bu ateş, müthiş bir intikam hırsıyla donanır. Aşkı bertaraf etmeye kendini zorlarken yolculuğunun emin şekilde ilerlemesi için kimliğini de gizlemek zorunda kalması, Kalender’i iyice kendinden uzaklaştırır. Kolomb, yolculuk boyunca Endülüslerin Osmanlı’ya kızgınlığının hâlâ devam ettiğini, Müslüman olduğunu gizlemesini söyler. Bu, zaten benliğini yitirmeye yüz tutan bir halde yaşayan Kalender’in kimlik sarkacında bir o yana bir bu yana dalgalanmasına sebep olur. Fakat Allah’a yakararak, özür dileyerek, aşk acısı çekerek yol aldığı “sular üstünde gökler altında”ki bu yolculuk, onun arınma yoludur, direnmelidir, ona göre babasına kavuşması bu yolla mümkündür. Bu kavuşma yan yana olmak anlamında değil, gönülden kavuşmadır:
“Babam, bu yaşıma kadar çok emek verdi bana. Ama ben onu büyük bir hayal kırıklığına uğrattım. Her şeyi göze alıp buraya geldim çünkü hem babamı hem de kendimi onurlandırmak istiyorum. Ona borcumu, onun yaşayamadıklarını yaşayıp yapamadıklarını yaparak ödemek arzusundayım.”
Bu arzunun yanında Ustinya’nın intikamını almak da her daim vardır, çünkü ona göre bu intikam hayali, insanı ayrı bir diri tutar. Tabii bu yolculuk madem bir “arınma yolculuğu”, öyle kolay geçmeyecektir; korsanların, şövalyelerin, haydutların, ne oldukları belli olmayan yurtların, kim oldukları kestirilemeyen yerlilerin varlığıyla yolculuk, hâkimiyetin sürekli el değiştirdiği heyecanlı, hareketli bir dünyaya evirilir. “Meçhule doğru sürüklenmek” Kalender’i rahatlatsa da yaptığının bir kaçış olduğunun farkındadır. “Şuurumun hücrelerinde zincir altında tuttuğum asalak vehimler, derin elemler ve karanlık fikirler, zincirleri kırıp hücuma geçmeye mecal bulamasınlar diye zihin kovanımı türlü meşguliyetlerle dolduruyorum,” der. Doğru ile yanlış, hata ile sevap, aşk ile mantık, baba ile arzular arasında sıkışıp kalır. Hep bir çözüm üretme, nasıl daha iyi olur diye düşünme derdindedir. Fakat en sarih olduğu şey, donandığı bilgilerle babasının karşısına geçip onunla günlerce fikir teatisinde bulunmak, onun hayallerini hakikate çevirmektir. Dönenip durmalar, babasınadır. Babasıyla iyi olduktan sonra Ustinya’ya da bir şekilde kavuşabileceğinin inancı vardır içten içe.
“Allah’ın belası mavilik!”
Kalender için başlarda sonsuzluğu ve özgürlüğü çağrıştıran okyanus, romanın sonuna doğru çölden farkı olmayan bir garabete dönüşür. Kolomb ile istedikleri yere ulaştıklarında da içinde bulunduğu his devam eder, çünkü umdukları altın, zenginlik yoktur bu kara parçasında. Üstelik gittikleri köylerdeki “meczup âdemlerin insan eti yiyip yetmezmiş gibi birbirlerinin kanını içtiklerine”; papazların Hıristiyanlığı yaymak için türlü işkencelerine şahit olur. Yolculuk içinden çıkılmaz bir hale geldikçe Kalender kendine yabancılaşır fakat yine de insandan umudu kesmez, keserse “cehennemi yaşamak için ölmeye gerek” kalmadığını bilir. Gemiden kurtulmasına vesile olacak şey de bu insana duyduğu sevgi, saygıdır. Papazlar, bir yerli kızı haksız yere öldürmek istediklerinde karşılarında durur, ölüme mahkûm edileceğini bile bile sessiz kalmaz. Nihayetinde de bu yerli kızla İstanbul’a doğru uzun ve yorucu bir yolculuğa çıkar. Kuduran dalgalarla, uçsuz karanlıkla, muharriş seslerle biten yolculuğun sonunda mucizevi bir şekilde ailesinin yanına varır. Özellikle bu yolculuk, romanın gerçeküstü yanının en dikkat çekici yeridir. Yurduna döndüğünde babasının öldüğünü duyan Kalender’in “içindeki gemi batmış, kaptanı da yitmiş”tir ama Ustinya onun yanındadır. Bilir ki “felek, onun arzusunca dönmeyecektir”, madem öyle, yaşamaya devam edecektir.
Bir baba-oğul hikâyesinden öte, ama ona çok yakın; Leyla ile Mecnun anlatısı değil, ama meczupluğun sınırında ilerleyen Kalender’in yolculuğu, 1400’lü yılların sonunda dünyayı gemiyle dolaşmak, dolaşırken de muhtelif muğlaklıklarda, tuhaflıklarda bulanmak isteyenlerin severek okuyacakları bir roman. Anlatmak istediği şeye kulak vermek gerek: “Umut etmeye ve masalların içinde kaybolmaya ihtiyacımız var. Hayat karşısında başka türlü direnemeyiz.”
edebiyathaber.net (25 Mart 2023)