Alişan Karahan’ı, Ceyhan’dan tanırım. Mahallelerimiz birbirine bitişikti. Şimdilerde adı değişmiş olan Türlübaş ile Tuzlugöl arasından İstasyon Caddesi’yle, tren yolu geçerdi. Bu ikisi ayırırdı o iki mahalleyi. O, benden büyüktü. Arada onların mahallesine günlük gazete satmaya gittiğimde ya da çarşı pazarda rastlaşırdık. Edebiyata tutkunluğunu büyüyüp geliştiğimde ve edebiyatı bir oksijen gibi solumaya başladığımda anlamıştım. Kişisel hayat hikâyelerimiz bizi farklı yerlere savurduğundan yıllar sonra onun çabasıyla yollarımız kesişti bir biçimde. Hem ülkesiyle hem de doğup çocukluğunu geçirdiği ve sonradan ayrılıp Ceyhan’a taşındıkları memleketi Erzurum’u, Aşkale’yi hatta köyünü o denli seven, güzelleyen bir başkasını tanımadım dersem inanın abartmış olmam. Zaten yazdıkları da dediğimin kanıtı…
Karahan, 1 Mayıs 1951 doğumlu. On dört çocuklu kır yoksulu bir ailenin en küçüğü… Okumanın yanında çocuk yaşlarda birçok işte çalışmış, sınıf öğretmeni olup birçok ilçede, köyde görev yapmış ve 1997’de de emekli olmuş. Emeklilikten sonra da çeşitli işlerde çalışıp, kitapçılık/kırtasiyecilik yapıp ev çarkını sorunsuz döndürmeye çaba göstermiş. Sonra çok sevdiği Ceyhan’dan fiilen ayrılıp İstanbul’a yerleşmiş. Emekliliğinden önce, uykularından çalıp zaman ayırdığı okumayı ve yazmayı emekliliğinden sonra daha bir zamanlı olarak gerçekleştirmeye başlamış.
Onun daha önce yayımlanmış kitapları şunlar: Dün Bugün Yarın, Birliktelik, Gidenlerin Ardından (şiir), Benim İnsanlarımın Yol Hikâyeleri, Yaşanmış Anılar, Bedo’nun Düşü, Sütteki Zehir, Bakır Tenceredeki Sihirli Arılar, İnsansız Dünya (öykü). Karahan’ın yazdığı şiirlerde, öykülerde de aynı konular işlenmiştir. Bazı meseller, masallar ve fıkralar da var araya serpiştirdiği ki bunları saymazsak hiçbir yazdığı kurmaca değildir. Çünkü kendisi de bir emekçi olduğundan çocukluğundan başlayarak farkında olduğu, gördüğü, bildiği neredeyse her şeyi kaybolup unutulmasın diye adeta kayıt altına almıştır. Anlattığı her şey kendi etrafında olup biten ya da çevresindekilerden duyduklarıdır. Bu yüzden onun yazdığı ister şiir, ister öykü, isterse romansı olsun kendisinin anıları ve yaşadıklarıdır. Anılar, yaşanmışlıklar, kişisel hayat hikâyeleri de edebiyata dâhildir elbette, burada önemli olan çok bilinen, önemsenen biri olup olmadığıdır yazanın. Çünkü üstüne yıldız tozu düşmemişlerin anıları, yaşadıkları, duydukları, içini sızlatan gerçeklikleri ve yaşanmışlıkları kimsenin ilgisini çekmez. Sadece belleğiniz, bilinciniz yerindeyken yaşadıklarınızı yazmanız, size dert olanı kalıcılaştırmak istemenizden öteye geçmez, meşhur biri değilseniz…
YOLA ÇIKIŞ SADİYE CUMHURİYETİ
Yolca Çıkış Sadiye Cumhuriyeti Ocak 2023’te Öteki Yayınevi (İstanbul) etiketiyle yayımlanmış. Maalesef baskısına, kâğıdına ve kapağına gösterilen özenin binde biri dile de gösterilseydi demekten kendimi alamıyorum. Özensizlik adına ‘roman’ demekle başlamış ve kanıksadığımız hiçbir roman tanımının olmazsa olmazlarından bir özellik de taşımıyor üstelik. Çünkü romandan çok ortaya karışık bir tür çıkmış.
Birinci Kitap, sf.11’den başlıyor. ‘Ben öyküsel’ anlatımla, Alişan’ın bir arkadaşıyla Tekman ilçesi köylerine atanmaları ve atandıkları köylerdekilerle yaşadıkları anlatılmış. Yanlış ve doğru olmayan cümlelerle meramını ve yaşadıklarını anlıyoruz Alişan’ın. Konuşma diliyle yazmak en güzeli ama doğru konuşabiliyor ve doğru cümleler kurabiliyorsak tabii ki. 57. Sf’da kişisel öğretmenlik hikâyesi bitiyor. Sf, 88’de ‘Köyde Bahar’ başlıklı bir hikâye giriyor devreye… Bu bölümün sonuna geldiğimizde her türlü olumsuzluğa rağmen çocuklara mesleğini yaşatan öğretmen Alişan en çok da beklemediği andan köyden sürüldüğünü öğreniyor. Birinci Kitap, mezun ettiği bir başka köydeki çocuklara onların dilinden yazdığı ‘Sınıfın Dili’ adlı yazısıyla bitiyor.
İkinci Kitap, sf 79’dan başlar 155’te sonlanır. Alişan Öğretmenin bu bölümdeki hikâyesi, Karaisalı ilçesi Hacımusalı Köyünden bir kamyonla Adana’nın bir başka ilçesi olan Yumurtalık’ın en ücra köyü Sadiye Yeşilköy’e gitmesiyle başlar. Anlatıcı kendisi değildir artık… Kim olduğunu bilmeyiz ve şu sözlerle başlar Ali öğretmeni anlatmaya, ‘Hikâyemiz aslında Sadiye’de değil, Hacımusalı Köyü’nde başlar. Hikâyemizin kahramanı olan Ali öğretmen Hacımusalı Köyü’ne ayak basar basmaz farklı bir gün yaşar…’ ‘Ben öyküsel’ anlatım üçüncü tekil şahıs olur ve Alişan öğretmen de Ali öğretmen oluverir. Yaşananlar, zorluklar, mücadeleler ve çaresizlikten umut ve çareler çıkarmalarla bölüm sonlanır. Böylece ikinci kitap da biter… Ortada roman yoktur, farklı iki kişisel hikâyeden başka…
156. sf’da ‘Köy Enstitüleri ve Eğitim’ (Karanlığa Doğan Güneş) başlıklı bir metin/makale ile karşı karşıya kalıyoruz. Başta bir isim var: Binali Seferoğlu diye. Yazıyı, yazan kişi mi ki öyle anlaşılıyor, dil ve anlatım olarak Alişan’ı aşan bir metin. Yazının ithaf edildiği kişi değil, kesinlikle… 167. Sf’da bitiyor yazı ve ‘Sayın Alişan Karahan Hocam’ başlıklı 169. Sf’da biten Essum Torun isimli bir mektup başlıyor. 170. saf’da da sevgili Mazlum Vesek’in yaptığı Ege Telgraf’ta da yayımlanan söyleşiye yer verilmiş. Söyleşiden sonra İkinci Kitap’ı ithaf ettiği Cumali Atmış için üçüncü bir şahsın bize anlattığı öğretmen Ali, pardon Alişan’ın, Cumali ile olan ilişkisini de içine alan yaşamını uzun bir şiir biçiminde yer vermiş. Bununla da bitmiş. Gazetenin adı var, sevgili Mazlum’un adı hiçbir yerde geçmemiş… Özensizlik mi acelecilik mi, her neyse işte… Dipnotsuz, açıklamasız ve sayfalarda anlatılanlarla ilişkileri belirtilmemiş onca fotoğraf albümüne neden yer verilmiş doğrusu anlamadım. Çünkü yazan fotoğraftakileri okurun bilmesini istemiyorsa ki bu çıkıyor ortaya, ne diye yer verilir onca fotoğrafa diye sormadan da edemiyorum.
BİR ZAMANLAR CEYHAN
Bir Zamanlar Ceyhan Ocak 2023’te ve Öteki Yayınevi (İstanbul) etiketiyle yayımlanmış. Anı / belgesel türünde bir çalışma. Öncekine göre daha derli toplu, daha anlaşılır bir kitap. Alişan Karahan, bu kitabında hayatının büyük bölümünü geçirdiği Ceyhan’ı ve orada yaşadığı sürece çocukluğundan bu yana tanıdığı insanları kelimelerle görünür yapmış. General Hulusi, Havva Ana, Kara Battal, Kürt Ayşe, Kör Nebi, Berber Ramazan, edebiyat öğretmeni Abdülkadir Ünlü… Esnaflar, Satıcılar, Elciler… Ben olsam adını ‘Ceyhan’dan İnsan Manzaraları’ koyardım. Tiplerle örtüşürdü de bu ad…
Kürt Ayşe’yi, Kör Nebi’yi, Deli Hasan’ı, Kamalı Bekir’i ben de çocukluğumdan kotardığım ‘Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu’ (Heyamola/2018) adlı biyografik romanımda anlatmıştım… Sonuna da ancak benim gibi Ceyhanlı olup o kişileri çocukluğundan bilenlerin fotoğraflardan ‘şu, şudur, bu da budur’ gibisinden tanıyabileceği fotoğraflar paylaşmış. Yüzü aşkın fotoğraftan yalnızca otuz kadarında kişilerin adları, meslekleri vs var; diğerleri hiçbir biçimde kimsenin tanımayacağı kareler toplamı. Özensizlik bu. Herkese onları tek tek anlatma olanağı olmayacağına göre albüm bölümüne de özen gösterilmeliydi.
Ben, onun tüm yazıkları için önceki yazılarımda da dediğimi bir kez daha yinelemek isterim: ‘İyi hikâyeler, kötü anlatımlara heba edilmemeli…’ Ve sözü ilk kitaba arka kapak yazısını yazan sevgili Akın Birdal’a bırakmak istiyorum. Çünkü ikisinin dostluğu da tanışıklığı da oldukça eski. Diyor ki sevgili Birdal: ‘Alişan’ın hikâyesi aslında hepimizin hikâyesidir. Bazen o hikâyenin kahramanı olur, bazen de bildiğiniz, tanıdığınız kahramanlarla karşılaşırsınız.(…) En özel yanı da unutmamak, unutturmamaktır… Okaliptüsün suyu arayan kökleri gibi o da eliyle, yüreğiyle ve belleğiyle sürekli gerçeği arar.’ Bana göre de, ‘yaşadığını yazdıklarıyla da kanıtlamaya çalışan,’ bir sevdalı yürek, kendince, bildiğince… E, boşuna denmemiş adamın adı Hıdır, elinden gelen budur…
edebiyathaber.net (27 Mart 2023)