Sözün ardı/önü 7: Zamansız bir bakış mıydı seninkisi? | Feridun Andaç

Mart 28, 2023

Sözün ardı/önü 7: Zamansız bir bakış mıydı seninkisi? | Feridun Andaç

DOĞA adil. Yavaş yavaş bunu öğreniyorum. Vicdan duygusu dediğimiz şey de oradan ağıp geliyor bize.

Şimdi bu sessizlikte bir dilsin, onu anlıyorsun…Doğa capcanlı karşında… Kendi başına görünenin ardındakini hissetmek için her şeyi gözlemeye veriyorsun bakışlarını…Adeta tanıyorsun her bir şeyi…

Kaç zamandır bu yaşama mevsimini özlüyordun. İşte karşında o hayat. Hadi yeğin tut kendini…

Karşımdaki ağaç silsilesinin gelip uçlandığı yerde bakışlarım. Bir dağ kümesi gibi göğe uçlanmış, adeta bir tümülüsü andıran çamlığa bakıyorum. Her bir ağaç gövdesi topraktan göğe doğru ipince uzanmış, seyreltili biçimde hizalı, yan yana birer doğa neferi gibi sanki!

Birilerinin bu ağaçları dikmediği kesin. Ama bu Tümülüs halini nasıl oluşturduklarını ancak ağaçların dilini öğrenmeye başladığında anlayabileceğimi sanıyorum. Ağaçların Gizli Yaşamı (*) burada bir doğa kılavuzu benim için. Ağaçların bileşenlerini keşfettikçe hayata ve doğaya bakışım değişiyor. Ve bilcümle böceklerin hayatını merak ediyorum. Ürktüklerim, kaçtıklarım gelip buluyorlar beni burada…

Ormanın sesini dinliyorum… Bazı ağaçların neden sessizce öylece durduklarını anlamaya çalışıyorum. Ama kitabın yazdığı her bir şeyi de aklımda tutarak bakıyor, görüyor, keşfediyorum:

“Bir ağacın sessizliği, ciddi bir hastalıktan, bazen de son gelişmelerden belki tamamen bihaber olmasına sebep olacak şekilde, mantar ağını kaybetmesinden kaynaklanabilir.” (s. 23)

Derdinin bir uç noktada yaşamak olmadığını biliyorsun. Ne bir arayış içindesin ne de savrulma…Geldiğin yerde bakışların düşüncelerini yansıtan eksende geziniyor. Dinlediğin şu kuş cıvıltıları doğanın vazgeçilmezliğini anlatıyor sana, bir de ânın güzelliğini. 

Sana eşlik eden sözlerdesin gene:

“Diğer her şeyi boş ver, sadece şu birkaç şeyi önemse: Unutma ki her birimiz sadece şu ânı yaşıyoruz, bu da yaşamın çok kısa bir ânıdır, yaşamımızın geri kalan kısmı ya zaten yaşanmış halde ya da belirsiz bir geleceğe dayanmakta. Her birimiz için yaşamımız küçük bir şey, yaşadığımız yer dünyanın küçük bir noktası. Öldükten sonraki en uzun şöhret bile küçük ve bu şöhretin kendisi çarçabuk yaşamdan göçecek olan uzun zaman önce ölmüş biri şöyle dursun, kendini bile bilmeyen bir dizi küçük insana bağlı” (**)

Sözü orta yerde bırakmadan yol almayı seviyorsun… Yol arkadaşınla yaratacağınız yaşama iklimi, seçtiğiniz kıyı ve yaşam yolu bunu anlatıyor size.

GÜNÜ KAVUŞTURAN

“Buradan gidilir acılar kentine, 

buradan gidilir bitmek bilmeyen acıya, 

buradan gidilir yitmiş insanlar arasına.   

Dante, İlahi Komedya

Ezeli günün şafağındayız. 

Göz göz olan kederin ne uzağı, ne yakınında. Olanca söz ötede kaldı artık. Yıkkın, viran olmuş kentlerin görüntüsü iç burkuyor.  

Yaban dil öyledir. Çığırtkan. Asileşene baskın kılmak için kendini, ceberrut kesilir.

Hatırlıyorsun şimdi burada, Xantos halkını.

İsyansa al sana isyan, öyleyse al öfkemizi diyerek, Xantos’u savunarak yanarlar…Yeniden yeniden var olurlar, boyun eğmezler, tutsak olmaktansa ölmeyi yeğ tutarak kentlerini ateşe verirler.

Brutus’un askerlerini hayal kırıklığına uğratırlar. Marcus Antonius Likya Birliği’ni yeniden var etmek için yola düşer.

13. yüzyılda Kınık boyu Türkmenlerini bu bölgeye yerleştirir Osmanlı.

Xantos’taki bir yazıtta kalan sözler ise şunlardır bugüne:

“Evlerimizi mezar yaptık. Mezarlarımızı ev. Yıkıldı evlerimiz. Yağmalandı mezarlarımız. Dağların doruklarına çıktık. Toprağın altlarına girdik. Suların altında kaldık. Gelip buldular bizi. Biz ki analarımızın, kadınlarımızın ve ölülerimizin uğruna; biz ki onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna, ölümleri yeğleyen bu toprağın insanları. Bir ateş bıraktık geride…” 

Bu yerler, bu gökler tanığıydı öylesi hayatların.

Şimdi sünmüş bir halk var karşımızda. Savunmasız, direnmesiz, ölülerine bile sahip çıkamayan!

Dönüyorsun yüzünü çamlığa… Günün ışıltısı her yerde…

Dünyanın uğultusunu dinliyorsun… Her adımda yer gök tanık olsun istiyorsun buradaki acının diline. Suyun çağrısına, bulutun rengine, dağın karına, portakal ağaçlarındaki turuncunun taşıdığı ahenge dönüyorsun yüzünü…

Gelip yokluyor seni Edip Cansever’in dizeleri:

MENDİLİMDE KAN SESLERİ

Her yere yetişilir  

Hiçbir şeye geç kalınmaz ama  

Çocuğum beni bağışla  

Ahmet Abi sen de bağışla  

Boynu bükük duruyorsam eğer  

İçimden öyle geldiği için değil  

Ama hiç değil  

Ah güzel Ahmet abim benim  

İnsan yaşadığı yere benzer  

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer  

Suyunda yüzen balığa  

Toprağını iten çiçeğe  

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine  

Konyanın beyaz  

Antebin kırmızı düzlüğüne benzer  

Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir  

Denize benzer ki dalgalıdır bakışları  

Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına  

Öylesine benzer ki  

Ve avlularına  

(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)  

Ve sözlerine   

(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)  

Ve bir gün birinin adres sormasına benzer  

Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne  

Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına  

Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına  

Minibüslerine, gecekondularına  

Hasretine, yalanına benzer

Anısı işsizliktir

Acısı bilincidir

Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan

Gülemiyorsun ya, gülmek

Bir halk gülüyorsa gülmektir

Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.

Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden

Dirseğin iskemleye dayalı

— Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben —

Cıgara paketinde yazılar resimler

Resimler: cezaevleri

Resimler: özlem

Resimler: eskidenberi

Ve bir kaşın yukarı kalkık

Sevmen acele

Dostluğun çabuk

Bakıyorum da şimdi

O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi

Biz eskiden seninle

İstasyonları dolaşırdık bir bir

O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar

Nazilli kokardı

Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası

Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında

Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen

Kadının ütülü patiskalardan bir teni

Upuzun boynu

Kirpikleri

Ve sana Ahmet Abi

uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki

Sofranı kurardı

Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı

Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi

Çocuklar doğururdu

Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar…

Bilmezlikten gelme Ahmet Abi

Umudu dürt

Umutsuzluğu yatıştır

Diyeceğim şu ki

Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler

Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi

Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse

Çocuklar, kadınlar, erkekler

Trenler tıklım tıklım

Trenler cepheye giden trenler gibi

İşçiler

Almanya yolcusu işçiler

Kadınlar

Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi

Ellerinde bavullar, fileler

Kolonyalar, su şişeleri, paketler

Onlar ki, hepsi

Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler

Ah güzel Ahmet Abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile

Gelse de

Öyle sürekli değil

Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün

O kadar çabuk

O kadar kısa

İşte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.

(*) Peter Wohlleben, Ağaçların Gizli Tarihi; Çev.: Ali Sinan Çulhaoğlu, 2018, Kitap Kurdu, 268 s. 

(**) Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler. Çev.C.Cengiz Çevik,2023, Can Yay.181 s.

edebiyathaber.net (28 Mart 2023)

Yorum yapın