Mark Twain: Amerikan Edebiyatının Sivri Dilli Babası
“Açlıktan ölmek üzere olan bir köpeği alıp refaha kavuşturursanız sizi ısırmayacaktır. Bir köpekle bir insan arasındaki temel fark budur.”
On dokuzuncu yüzyılın ortalarına geldiğimizde, zıt kutuplara yayılmış iki devasa ülke kendi geleceklerini yeniden yazmakla meşguldür. Birincisi, aristokratik yapıya dayalı çarlık sistemini asırlar boyunca sürdüren Rusya, diğeri, silah zoruyla yerlilerin topraklarını gasp eden Avrupalı maceraperestlerin “Yeni Dünya”sı, Amerika.
Rusların ülkelerinde asırlardır sürüp giden serflik sistemini kaldırdığı yıllarda, kölelik Amerika’nın Kuzey Eyaletleri’nde bir asırdan fazladır yasak olmasına rağmen, geniş plantasyonlarıyla tarıma dayalı işletmelerin yönetimde söz sahibi olduğu güneyliler bu düzeni sürdürmekte kararlıdır. En nihayet inançlı ve kararlı bir politikacı olan Abraham Lincoln iş başına geçtiğinde “Bu kölelik sorunu her şeyden önemlidir; öylesine önemlidir ki, başka hiçbir konu şu anda tartışılmaya değmez” diyecektir. Kıvılcım böylece çakılır, Kuzey ve Güney eyaletlerinin orduları karşı karşıya gelir. Sonraki beş yıl boyunca tarihin kaydettiği en kanlı iç savaşlardan biri, güney eyaletlerinin topraklarında hüküm sürecektir (1861 – 1865).
Kuzeyde yirmi, güneyde on milyon insan yaşamaktayken başlayan bu iç savaş iki taraftan yarım milyon insanın ölümüyle son bulacak, dört milyona yakın siyah köle özgürlüğüne kavuşurken, bu tarihi kararı alan Lincoln de bir gece tiyatro izlerken başından vurulup öldürülecektir.
İç savaşı geride bırakan Amerika, ekonomik alanda, bilimde, sanatta hızla ilerleme kaydederken, bu gelişimin bir parçası olarak da, Büyük Amerikan Romanları peş peşe okurlarıyla buluşur. Mark Twain’in Huckleberry Finn’in Maceraları, Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby, John Steinbeck’in Gazap Üzümleri, Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar, Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek adlı eserleri bu türün en seçkin örneklerinden bazılarıdır.
“Tutkularınızın peşinde koşmanızı küçümseyenlerden daima uzak durun. Küçük insanlar hep böyle yapar. Ancak gerçekten büyük insanlar sizin de büyük olabileceğinizi hissettirir.”
30 Kasım 1835 günü, Amerika’nın güneydoğu ucundaki Florida eyaletinin Missouri adlı küçük bir kasabasında bir erkek çocuğu dünyaya gelir. John Marshall Clemens ve karısı Jane yeni doğan evlatlarına Samuel adını verirler. Üç erkek, bir kız çocuklu aile, köleleri Jenny ile birlikte yakınlardaki Hannibal’e taşınır. Marquez’in büyülü hikâyeler anlatan anneannesi gibi evdeki çocuklara sürekli masallar anlatan Jenny, Samuel’in ilerde yazacağı romanların ilham kaynağı olacaktır.
Avukat olan babasını çocuk yaşta kaybeden Samuel, henüz on ikisindeyken, aile bütçesine katkıda bulunabilmek amacıyla ağabeyi Orion’un çıkardığı yerel gazetede çalışmaya başlar. Gençlik yıllarında gazetecilik mesleğinde ilerlemek için önce New York, ardından Phildelphia’ya giden Samuel, Mississippi nehrinde bir yolculuk yaparken fikrini değiştirip kaptan olmaya karar verir. Uzun çabalardan sonra, neredeyse 6500 metre uzunluğundaki bu efsanevi nehrin Güney Eyaletleri boyunca tüm geçtiği yerleri ezberleyen Samuel, 1959 yılında buharlı gemi kaptanı olmaya hak kazanır.
“Suların hikâyesi zaman içinde muhteşem bir romana dönüştü. Eğitimsiz bir yolcu için ölü bir dili andıran, ancak bana hiçbir gizini saklamadan gelmişini, geçmişini anlatan bir sesti bu. Okunup da bir tarafa atılacak bir kitap değil, yediveren gülü gibi her gün bir başka yüzünü gösteren bir masal…”
Yıl boyunca sürekli yatağını değiştiren bu çetin rakiple boy ölçüşmeyi beceren Samuel, iki yıl sonra patlayan iç savaş’ın etkileriyle baş edemez ve Mississippi nehrine veda edip ağabeyi Orion ile birlikte Nevada’ya taşınır.
Nevada’nın Carson City şehrinde giriştiği madencilik serüveninde de başarılı olamayınca yine kendi bildiği işe, yazmaya döner Samuel. Ancak bu kez farklı bir kimliğe bürünecek, Mark Twain takma adını alacaktır.
“Çoğu insanın bir iyi bir de kötü yanı vardır. Karakterinize ve mizacınıza bağlı olarak onlardan yalnızca biri ortaya çıkar, ötekisi mühürlü bir kitap olarak kalır sizde.”
İç savaşın yaraları yavaş yavaş sarılmaya, hayat normale dönmeye başlamıştır. O yıllarda yazdığı, ancak yayınlatmaya cesaret edemediği bir makale, ailesi tarafından ancak ölümünden on üç yıl sonra, 1923 yılında “War Prayer – Savaş Duası” başlığıyla okurlarına duyurulur. Twain, bu makalesinde, çıktıkları kürsülerde hamasi nutuklarıyla, insanları savaşa, ölüme, cefaya, esarete gönderen kişiliksiz politikacılara ve din adına konuştuğunu iddia eden, inananları kendi bencil emelleri uğruna kışkırtan papazlara seslenmekte, onların sahte kimliklerini, ikiyüzlülüklerini açığa vurmaktadır.
“Hepimiz, prensiplerimiz diye adlandırdığımız korkaklıklarımızın koruması altında yaşarız.”
Twain, 1870 yılında hayat arkadaşı Olivia Langton ile evlenir. Artık güçlü eserlerini birbiri ardına yazmaya, dünyaca ünlenecek karakterleri ile milyonlarca insanı eğlendirmeye, peşinden koşturmaya hazırdır. Twain de, Yaşar Kemal gibi, Marquez, Faulkner, Dostoyevski, Dickens gibi, kendi çocukluk anılarını, doğduğu, yaşadığı toprakları, o toprakların kendi seslerini ve kültürünü harmanlayacaktır eserlerinde.
“Üstün ve asil edebiyat şarap gibidir, benimki ise sadece su, ama herkes su içer.”
İlk romanı The Gilded Age: A Tale of Today (Altın Yaldızlı Dönem: Bugünün Bir Hikâyesi) iç savaş yıllarında ortaya dökülen açgözlülüğü, yozlaşmayı anlatır. Ardından Twain’in başyapıtlarından biri, The Adventures of Tow Sawyer (1876) okurlarıyla buluşur. 1881 yılında yayınlanan The Prince and the Pauper – Çalınan Taç adlı romanını, Hemingway’in “Modern Amerikan Edebiyatı tek bir kitaptan, Twain’in Huckleberry Finn’in Maceraları’ndan gelir” diye onurlandırdığı eser takip eder (1884).
“Adem Cennet’te yalnız değildi ve olan biten için bütün takdiri o hak etmiyordu, büyük bir kısmı ilk kadın olan Havva’ya ve ilk danışman olan Şeytan’a aitti.”
Yazarlığı yanında katıldığı konferanslar, yaptığı konuşmalar, üniversitelerde verdiği seminerlerle çevresini aydınlatmaya devam eden Twain, meraklı, maceracı ruhlu birçok ünlü yazar gibi epey seyahat eder. Bu gözlemlerini The Innocents Abroad (Yurt Dışındaki Masumlar), A Tramp Abroad (Yurt Dışında bir Avare) ve Following the Equator (Ekvatoru Takip Ederken) adlı eserlerinde kaleme almıştır. Neredeyse tüm dünyayı gezmiş olan Twain, Osmanlı’nın son yıllarında İstanbul’a, oradan da Karadeniz’e, Odessa’ya kadar uzanmış, gezilerinde Mahatma Gandi, Sigmund Freud gibi pek çok ünlü bilim adamıyla, liderle bir araya gelmiştir.
“İyi bir doğaçlama konuşmayı hazırlamak genellikle üç haftadan fazla zaman alır.”
Teknolojiye olan ilgisi, Nikola Tesla gibi mucitlerle ahbaplığı nedeniyle, Twain bazen hesaba kitaba sığmayan işlere kalkışır. Bu maceralar çoğunlukla kötü sonuçlar vermiş, iş hayatında yaşadığı başarısızlıklar, iflaslar nedeniyle maddi açıdan zor durumlara düşmüş; buna karşın hiç şikâyetlenmeden, pes etmeden, azimle çalışmaya devam etmiştir.
“İngiliz bir şeyi daha önce yapılmış olduğu için yapan biridir. Amerikalı ise bir şeyi daha önce yapılmamış olduğu için yapan biridir.”
Yankee in King Arthur’s Court, Tom Sawyer Abroad (Tow Sawyer Yurt Dışında) romanını, A Double Barreled Detecive Story (Çift Namlulu Detektif Öyküsü) ve A Horse’s Tail (Bir Atın Kuyruğu) adlı novellaları takip eder.
Eşini 1904 yılında kaybeden Twain son yıllarını kendini en rahat, evinde hissettiği Güney Eyaletlerinde geçirip otobiyografisini tamamlayacak, dört ay sonra da, 10 Nisan 1910 akşamı, bir kitabı karıştırıp doktoruna veda etmesinin ardından sonsuz uykusuna dalacaktır.
“Ölüm, hepimize eşit muamele eden tek ölümsüzdür; sunduğu merhamet, huzur ve sığınak, temiziyle kirlisiyle, zenginiyle fakiriyle, sevileni ve sevilmeyeniyle herkes içindir.”
Hasan Saraç – edebiyathaber.net