Söyleşi: Neşe Kut
Kutsal metinler üzerinden kutsallık olgusuna bir düşünce temeli arayışı olan Kutsalın Temeli ile ilgili sorularımızı kitabın yazarı İzzet Erş yanıtladı.
Kutsalın Yorumu kitabınızdan sonra Kutsalın Temeli adlı yeni kitabınız okurla buluştu. Kutsalın Yorumu oldukça hacimli bir yorumsama (Hermenötik) denemesi idi, peki Kutsalın Temeli’ni nasıl tarif edersiniz?
Kutsalın Temeli’nin bir anlamda Kutsalın Yorumu’nun devamı olduğunu söyleyebilirim, ama yazarları farklı. Çünkü iki kitap arasında birkaç sene var ve her şeyden ziyade ben değiştim. İlk kitap bir makaleler toplamıydı. Elimden geldiği ölçüde kutsal metinlerin farklı anlayış ve yaklaşımlarla nasıl okunduğunun kısa örneklerini vermeye çalışmıştım. Yorumsama geleneği baştan sona çabadır. Çünkü iddiası mutlak bilgiye ulaşmak değil, kişinin kendi deneyimleri yoluyla edindiği kazanımları bir yorum olarak ortaya koyması ve yine bu yorumlar yoluyla kendine geri dönmesidir. Burada mutlak bir bilginin olduğunu iddia edersek, insana mutlaklık vermiş oluruz. Halbuki bu metinler mutlak olanın, kutsal ve tüketilemez olanın ancak Tanrının kendisi olduğunu ileri sürerler. Bizi bu basit ileri sürümün ötesine taşıyan felsefe ve keşiflerimizdir. Allah şüphesiz tektir. Kitaplar öyle yazdığı için değil, öyle olduğu için yazılmıştır…
Kutsalın Temeli bir önceki kısa denemelerin daha kapsamlı ve derinlikli okunma çabası olarak değerlendirilebilir. Dil konusunda haklı eleştiriler olmuştu. Çünkü okuduğum yazarlardan etkileniyor, onların anlayışlarıyla birlikte dillerine de bürünüyordum. Bu yeni çalışmada dilin sadeleştiğini ve anlamaya daha çok hizmet ettiğini düşünüyorum. Ama tabi yorum yine okuyucunundur.
Kutsalın temelini aramaya nereden başlamak gerekir?
Kutsalın Temeli, okumalarımda bir temel arayışıdır. Konu ne olursa olsun her yorumlama kültür, inanç, ilişkiler, donanım, eğitim gibi sahipliklerde temellenir. Bunlar bizi bir yandan anlamaya yaklaşırken diğer yandan anlamanın önüne geçerler. Okumalarımda emin olduğum bilgileri sorguladığımda geliştiğimi fark ettim. Öyleyse yapılması gereken kesin bilgileri sorgulamak olmalıydı. Sorgulamam, sorguladığımı ortadan kaldırmayabilir ama samimi olarak sorguladığımda anlayışımın temelden değiştiğine tanık oldum.
Kutsalın temeli insanda aranmalıdır, ama insanın nesinde? Aklında mı, sezgilerinde mi, varoluşunda mı, korkularında mı, tarihinde mi, inancında mı, duygularında veya sahipliklerinde mi? Kutsal metinler bu sorulara yanıt oluşturacak ipucu verir. Yine de bu önerilerde derinleşmedikçe hiçbiri bizim yanıtımız olamaz. Derinleşmenin de güçlü yolu yorumlamaktan geçiyor.
Kutsal nedir? Kutsal metinler nasıl okunmalıdır?
Kutsal metinler ne akılla ne inançla ne öznel ne de nesnel okunmalıdır. Bunların her biri okuru metnin bütünlüğünden koparıp tek yanlı bir anlayışa davet eder. Mutaassıp insanlar Allah’ı kendilerinden ayrı bir varlık olduğunu ve kendilerinin O’ndan gayrı var olduklarını söyleyerek şirke düşerler. Sûfiler ise Allah’la ayrılıklarının olmadığını söyleyerek küfre saparlar. Arifler ise tek yanlı bakmaktan kaçınırlar.
Yorumsama geleneğinde ne muhafazakarlık ne sufilik ne de bir başkası mutlaktır. Mutlak olan yalnızca Allah’tır. Allah’ın mutlak olduğu yerde tüm anlayışlar izafidir. Hatalı değil ama Allah’a izafeten mutlak bilginin daima bir veçhesini söylemiş olurlar. Bu nedenle kutsal metinler ancak samimi bir kalple okunur. Bu yoksa tüm okumalar yanıltıcıdır.
Her inanç tanrıya ulaşmada farklı bir yol mu önerir? Nihai varış noktası nedir?
Her inanç, sadece bir inanç olarak nihayetinde ancak kendine yönelir. Allah’a yönelmek inanç yoluyla değil, şuurla olur. Bu nedenle ibadetler inançta değil, şuurda temellenmiştir. Şuur yoksa inançlarınız şu veya bu ilaha sapar. Allah’a iman etmek şuurun hüneridir. Bu anlamda yollar dinlerin sayısınca değil düşünen her insan sayısıncadır. Her insan kendi idraki yoluyla ilahına yol bulur. Bu yolu kendi imar ettiğini kavradığında yol ikmal olur. Nihayet şunu dile getiriyorlar, Allah’a giden tek bir yol yoktur. Eğer olsaydı Allah sadece sonuç olurdu. Oysa Allah varlığın birlik ve bütünlüğüdür. Bütün olana yol olmaz. Burada vuslat yolların ifnasıyla, bitmesiyle mümkündür.
Kutsal metinler neden simgesel anlatıma başvurmuştur? Örtüyü kim kaldırabilir?
Simge kullanmanın birçok nedeni vardır. Hakikatleri, onu talep edenlere liyakate göre taksim etmek bunlardan sadece biridir diye düşünüyorum. Simge kullanılmıştır, çünkü simge tüketilemezdir. “Su” simgesini kullandığınızda bunun akışkanlığa, dönüşüme, saflığa vb. işaret ettiğini hemen kavrarız. Ama bu kavrayışımız simgenin geleceği daha nice olasılığı ortadan kaldırmaz. Kaldırmadığı gibi onu arayan için saklamaya devam eder. Mutasavvıflar suyu ilimle ilişkilendirirler. Bir biyolog için su, hayat suyu yani nutfedir. Hangi disipline girersek orada sıradan bir sembolün kazanacağı derinlikleri buluruz. En nihayet tüm simgeler insana işaret eder. Ama bu genellemeyi bir bilgi olarak kabul edemeyiz. Simgeyi çözümlemek, sizin söylediğiniz şekilde “örtüsünü kaldırabilmek” ancak feyz ve ilhamla olabilir. Örtüyü kimin kaldırabileceğinin yanıtı da basitçe budur. Örtüyü şuur kaldırır, şuurun öznesi değişebilir. Ben, sen veya bir başkası.
Kadim Mısır’da İsis’in peçesini hiçbir ölümlünün açamayacağı belirtilir. Bu bir meydan okuma değildir. İsis’in peçesinin açılamayacağı iddia edilmez; denilmiş olunur ki ölümsüz olan peçeyi, yani sır perdesini aralar. Ölümsüz olan şuurdur. İsis ise nurdur. Şuurun nurlanması şuur-u Muhammedi’ye vuslattır. Buna eşar diyorlar. Tasavvuf, Kabala, Kadim gelenekler bu şuura ulaşmayı gaye edinirler.
edebiyathaber.net (13 Nisan 2023)