20. yüzyılın soyut resim çalışmalarında önemli bir yeri olan Paul Klee, 1879 senesinde Bern yakınlarındaki bir kasabada dünyaya geldi. Estetik duyguları çok erken yaşlarda gelişmişti. Geleceğin en önemli ressamlarından biri olacağı henüz çocukken belliydi. Tunus, Mısır, İtalya gibi ülkelere yaptığı gezilerden ve Robert Delaunay, Vincent Van Gogh, Cezanne, Matisse gibi ressamlardan çokça etkilendi. Ustalara hayranlık duysa bile o evvela bir yenilikçiydi. Çizginin, tonalitenin, ışığın farklı şekilde kullanılması adına değişik malzemelerle çalışarak denemeler yaptı; renk, biçim, doğa ve müzikle harmanlanan, mekânı yeni bir dille tanımlayan eserler ortaya koydu ve nesnelerin özünü ve tinsel anlamlarını –her büyük sanatçı gibi- kendi gerçekliği üzerinden aktarmaya çalıştı.
Paul Klee’nin yaklaşık yirmi sene boyunca (1898-1918) tuttuğu Günlükler, geçtiğimiz aylarda Ketebe etiketiyle ve Selahattin Dilidüzgün çevirisiyle yayımlandı. Günlükler, modern sanatın bu öncü ressamının sanat anlayışına yakından bakabilmek adına kıymetli. Ressamın sıra dışı kişiliğini, çok yönlü ilgilerini ve zengin iç dünyasını keşfetmek adına bir rehber. Dört farklı günlüğün kronolojik biçimde bir araya getirilmesiyle oluşan çalışma, Klee’nin çocukluk anılarına, Münih’teki öğrencilik yıllarına; Güney Avrupa ve Kuzey Afrika gezilerinde edindiği izlenimlerine ışık tutuyor.
Paul Klee’nin 1940’taki ölümünün ardından, bu dört günlüğü de Bern’deki evlerinde, eşi Lily tarafından sadakatle korunmuş. Kitabın önsözünü kaleme alan oğlu Felix Klee, günlüklerin bir araya getirilme ve nihai şeklini alıp basılma süreçlerini detaylıca anlatmış. Felix’in ifadesiyle, bu günlükleri okuyanlar, “ressam” Klee’nin gizem dolu, tuhaf, özgün ve titiz dünyasının içine girecekler. Yaşadığı süre boyunca özel hayatını en yakınlarına bile açmaktan/açıklamaktan hazzetmeyen Klee’nin kişisel notlarından oluşan bu oldukça hacimli eser (yaklaşık beş yüz sayfa) sanatçının resimlerine hayranlık duymakla kalmayıp onun kişisel dünyasına da derinden ilgi duyan okurlar için heyecan verici olsa gerek.
Paul Klee’nin “geniş” dünyası, günlükleri okuyan genç kuşakları hemen hemen bütün sanatların; müziğin, resmin ve edebiyatın dünyasına ve yaşamına sokuyor. Günlüklerde genç Paul Klee’nin nasıl yetiştiğine ve sanat yapmak adına nasıl bir mücadele verdiğine tanıklık ediyoruz. Yine Günlükler sayesinde Klee’nin felsefi ve nükteli resim adlarının kaynaklarını daha açık biçimde görebiliyoruz örneğin. Günlükler’in en çarpıcı bölümleri Klee’nin doğayla olan ilişkisini açık ettiği pasajlar: “Demek doğa beni gerçekten seviyor! Beni teselli edip bana vaatlerde bulunuyor!” Klee’yle beraber biz de heyecanlanıyoruz; bir büyük sanatçının heveslerini, hayallerini, tutkularını öğreniyoruz sayfaları çevirdikçe.
Felix, babası Klee’nin ciddi bir temele dayanan müzik eğitiminin yanı sıra, yazdığı diyaloglarla, aforizmalarla, mektuplarla, eleştirilerle, incelemelerle, seyahat anılarıyla, zaman zaman keskin bir eleştiriye varan alaylarla ya da kendi yazgısını değerlendirirken takındığı şaşırtıcı güvenle, dili ne kadar zekice kullandığına ve kavradığına dikkat çekiyor –ki bunu elimizdeki metni okurken, hemen her satırda hissediyoruz: Sadece iyi bir ressamla değil, iyi bir edebiyatçıyla da karşı karşıyız. Neticede, Klee’nin Günlükler’i yalnız plastik sanatlara ilgi duyanlar için değil; yaşamdaki var oluş amaçlarını sorgulayan, hayata düşünceli ve meraklı gözlerle bakmaktan yorulmayan herkese yazılmış sanki… Aynı anda hem kişisel hem de evrensel. Tıpkı Klee’nin tabloları gibi. İyi okumalar…
edebiyathaber.net (2 Mayıs 2023)