Katherine Woodfine, 1983 yılında İngiltere’de doğdu. Küçüklüğünden beri kitap okumayı çok seven Woodfine, önce Bristol’de, ardından Manchester Üniversite’sinde İngiliz Edebiyatı okudu. Senelerce kitapçılarda çeşitli pozisyonlarda çalıştı. Yazdığı kitaplar birçok dile çevrildi, ödüller kazandı. Eşi ve oğluyla birlikte Lancashire’de yaşıyor; yazmak, okumak, araştırmak dışında yürüyüş yapmayı, eski filmleri izlemeyi ve pasta yemeyi seviyor.
Woodfine’nın yazdığı, Kate Pankhurst’un özgün desenleriyle resimlediği, Yağmur Yavaş Aydın’ın nitelikli biçimde çevirdiği Gül’ün Hayalindeki Elbise adlı roman geçtiğimiz günlerde Tudem Kitap etiketiyle okurla buluştu. Romanın izleği için meslek seçimi yapıldıktan sonra hedefe giden yolda karşılaşılan engeller cesaret, yaratıcılık, sabır, tutku, karalılık, hayal gücü ve mücadele ile aşılabilir, asla pes etmemek gerek denebilir. Gül’ün Hayalindeki Elbise okurları 18. yüzyıl Fransa’sında hem eğlenceli hem de renkli bir yolculuğa çıkarıyor. Satır aralarında yer alan bazı ayrıntılar sayesinde ise dönem Avrupa’sının sosyal ve kültürel hayatını daha yakından tanıyoruz. “Romandaki karakterin, yani Gül’ün hikâyesi, gerçekte 1747’de doğmuş Marie-Jeanne Rose Bertin’dan ilham alınarak yazılmış. Bertin, günümüzde tarihin ilk moda tasarımcısı olarak anılıyor. Tasarladığı kıyafetler günümüz modasını etkilemeye devam ediyor.”
Romanın merkez karakteri Gül, Fransa’nın Abbeville kasabasında yaşayan bir genç kız. En sevdiği şey güzel elbiseler düşlemek. Gül, iyi bir modacı olmak istiyor. Hayalinde sürekli güzel elbiseler tasarlıyor. Ders çalışması ya da ev işlerinde annesine yardım etmesi gerekirken aklında hep elbiseler var. Rüyalarında çeşit çeşit elbiseler görüyor. Zarif, pırıl pırıl, deniz gibi dalgalanan; püskülleri, boncukları, kurdeleleri ve incileriyle ipek, saten, kadife, taftadan, kraliçelere layık elbiseler. Kasabada her gün dolaşırken gördüğü insanların dış görünüşlerini nasıl değiştirebileceğini düşlüyor. Yalnızca hayal kurmuyor, onların resimlerini de yapıyor. Ancak ailesi başta olmak üzere kimse ona inanmıyor, hatta hemen herkes gülüp geçiyor; çünkü Gül’ün hayalindeki elbiseler, fazlasıyla sıra dışı. Gül, terzi olma hayalleriyle on altı yaşında Paris’e taşınıyor. Paris çok kalabalık, Gül yalnız. İnsanlar dönemin koşulları gereği -devrim öncesi- perişan ve mutsuz görünüyor. Vakit kaybetmeden iş aramaya başlayan Gül’ün, gün boyunca birçok terzi dükkânından olumsuz yanıt alıyor. Bir ara kararsızlık yaşıyor ancak tam da hava kararmışken girdiği son terzi dükkânının sahibi Madam Nazan tarafından çırak olarak işe alınıyor. Gül artık güzel kıyafetler tasarlamak yerine yerleri süpürüyor, parkeleri cilalayıp fırçalıyor, getir götür işleri yapıyor. Gece yatar yatmaz yorgunluktan hemen uyuyakalıyor, artık hayal bile kuramıyor. Kış geldiğinde Gül, gözlemlerinden hareketle farklı kumaş çeşitlerini ve bu kumaşları kesen makasın çıkardığı farklı sesleri öğreniyor. Yavaş yavaş Paris sokaklarında yolunu bulmaya, yeniden hayal kurmaya başlıyor. Dikiş dikme zamanı geliyor. Çizimleri yine sıra dışı bulunuyor, Madam Nazan da annesi gibi gülüp geçiyor ama Gül çok çalışmayı sürdürüyor ve kısa zamanda birçok dikiş çeşidi öğreniyor: zincir, teyel, verev… Sonunda bir gün kraliyet ailesinden bir prenses için iki elbise dikmeleri isteniyor. Gül, elbisenin uçlarındaki süslemelerden, nakışların işlenmesinden sorumlu oluyor. Patron hastalanıyor ve Gül’den elbiseleri götürmesini istiyor. Gül, hiç beklenmedik bir karşılaşmayla düşlerini gerçekleştirme şansı yakalıyor.
“Sıra dışı moda kariyerini, Fransa’nın en ünlü kraliçesi Marie Antoinette’in en sevdiği terzisi olma onuruna erişerek taçlandıran Marie-Jeanne Rose Bertin’in yaşamına dayanan bu yüreklendirici öykü, hayal edilen mesleğe ulaşmak için tutkuyla çalışmanın ve işe duyulan saygının önemini yineliyor.”
edebiyathaber.net (8 Mayıs 2023)