Kulak memelerinden sarkan pırlanta küpelerin, gerdanındaki kolyen, pırlanta kadranlı saatin sen konuştukça hipnotik birer sarkaç gibi beni günaha davet etti. Ne anlattığını işitmez oldum. İlkokul arkadaşımın evinde, benim için donattığın masada şeytan damarlarımda dolaşmaya başlamış huzurum kaçmıştı. Süfli bir yankesici hatta arsız bir Hint maymun gibi senin mücevherlerini sıyırıp almanın iştahıyla kıvranıyordum. Hem de kasamda birbirinden değerli onca takı varken. Olmaz. Şimdi hiç olmaz. İlk kez geldiğin bir evde yine de çok günah işleme ne olacağı belli olmaz. Uyanmıştı bir kere. Kanımda bu zehir dolanmaya başladı mı bana olmadık yerde türlü türlü tuzaklar kurardı. El çabukluğuyla gümüş çay kaşığını avuçladı. Göğsümden yukarı harlı bir ateş yükseldi. Boğazım kurudu. Yutkundum.
Kızgın erkek kedinin bahçeden gelen mevsimsel çağrısı dikkatini dağıttı. Başını pencereye çevirdiğin anda şeytan elimi ceketin cebine attı. Bir gün taşikardiden beni öldüreceksin. Bırak, bırak o kaşığı rezil.
“Sosyete mantısından alır mısın? Yoğurtla sos masada.”
“Teşekkür ederim.”
“Nerde kalmıştım. Hah evet. Diyeceğim bizim buralarda on senedir dişe dokunur bir hırsızlık olayı olmadı. Olmaz da.”
Bakışlarını bana çevirip gözdağı vermek istercesine gözlerimin içine baktın. Umurumda da değildi ya artık. Geçmiş ola. Bir şeytan o. İplerim ellerinde. Avucumda sırılsıklam olmuş gümüş kaşık terden kararır mıydı? Sadece bu korku vardı yüreğimde. O gün tokanı da benim aldığımı fark etmedin. Bilsen davet eder miydin beni evine? İlk kez o gün uyanmıştı şeytan. O toka benim olmalıydı. Kolay oldu. Külotlu çorabın içine sıkıştırınca bir kızın eteğinin altına bakmak kimsenin aklına gelmedi.
Tabağıma baktın. Sandalyeden kalkıp bana doğru uzanınca yüzüme tüküreceksin sandım. Küpelerin yakından daha albeniliydi. Salata tabağını uzattın.“Aaa bu kadar hazırlığı yiyelim diye yaptım, alsana salatadan.” Tabaktakiler bitecek ciddiyetiyle ikişer kaşık kısır, semizotu salatası, şakşuka, köz biber koydun. Parfümün çocukluğumuzdaki silgin gibi kokuyordu. Çilekli.
O zaman da böyle saftın hatta bakar kördün. Kokulu silgini eteğimin belinden çorabımın içine sokuşturur sonra da yerde seninle birlikte arardım. Bir gün bile benden şüphelenmek aklına gelmedi. O günden beri yaz kış siyah külotlu çorapla gezerim. Bu işte emniyet duygusuyla hareket etmek önemli. Hâlâ babanın İsveç’ten sana getirdiği saati saklıyorum. Ara sıra kasadan çıkarır takarım.
“Madem bahçeli ev arıyorsunuz, siz de bu mahalleye taşınsanız ne güzel olur düşünsene. Hem güvenli bir bölgedir semtimiz. Köşe başında emekli emniyet amiri, sırtımızdaki sıralı evlerde milletvekilleri oturuyor. Yedi yirmi dört gözetim altındayız. Bahçeye de iki köpek kulübesi koydun mu kimse adım atmaya cesaret edemez.” Sen bu sözleri arkana güvenle yaslanıp söylerken dizlerim titriyordu. Bir çay kaşığı için rezil olmak vardı işin ucunda. Ya bacaklarımın arasından kayar da ifşa olursam korkusu sardı. O zamanlar haydi çocuktum. Çantalarımız tek tek arandı. Askıdaki montlarımızın astarları dahi kontrol edildi. Bacağımı gıdıklıyordu tokanın tüylü ponponu. Korkuyla karışık bir sevinç duyuyordum. Hem kuytu, güvenli bir yerdeydi. Kimsenin aklına gelmedi kızların eteklerinin altı. İdareciler, elleri boş, sınıftan çıkınca arkama yaslandım. Gözlerinin içine bakarken gurur duyuyordum kendimle. O gün doymak bilmez bir şeytan uyandı. Daha fazlası, hep daha fazlasıydı gıdası.
“Eee! Hadi başlasana elin cebinde yiyemezsin değil mi?”
“Evin anahtarı geldi aklıma. Nereye koydum hatırlayamadım. Korkarım kapıda kalacağım.”
“Çayları tazeleyeyim.”
Yüzünü mutfağa doğru çevirmeni fırsat bilip avucumun arasında sırılsıklam olmuş gümüş kaşığı, masanın altında, eteğimin belinden içeri sokuverdim. Yaklaşan yardımcıya cam çaydanlığı masaya koymasını söyledin. Olacak şey değildi! Nemli parmaklarımın izi patates baskısı gibi ipek gömleğimin üzerine çıkmıştı. Sırrımı ifşa etmek istercesine kuytudaki gizli kasamın yerini işaret ediyordu. Gözlerin gömleğimdeki ter lekesinin üzerindeymiş de olanı biteni anlamış gibi beni derdest edivereceğinden işgilleniyordum. Tedirginliğimi dağıtmak için senin de hatırlayacağın birkaç anımızı anlattım. Kanımdan az önceki zehir çekilmişti. Pişmanlık duygusuyla başımı önüme eğdim. Gömleğimde yankesiciliğimin bayrağı gibi dalgalanan lekelere baktım. Bunları neden yapıyordum kendime. Bilmem kaç psikologla onlarca kez çocukluğumun kuyularına inip çıkmış, içlerindeki tiksinç suyu boşaltamamıştım. Kafamı kaldırdığımda göz göze geldik. Omuzlarım düştü. Anlasan yüzüme tükürecekken önümdeki fincana çay dolduruyordun. Sağ kulak memendeki küpenin olmadığını fark ettim. El çabukluğundaki mahirliğime şaşkın ayağa fırladım.
“Gitmem lazım.”
“Acelen ne?”
“Kocam evden çıkmadan yetişeyim, anahtarı almamışım yanıma.”
Terli bacaklarımdan aşağı soğuk iki metal kaydı.
edebiyathaber.net (16 Mayıs 2023)