Şeyma Gülsüm Önder’in Ketebe Yayınları’ndan çıkan kitabı Yalanın Antropolojisi – Yalan Üzerine Göstergebilimsel Bir İnceleme “yalan” üzerine yapılan tanımların eksikliğine, problemlerine değinerek yeni bir tanım getiriyor. Metot olarak Charles Sanders Peirce’ün, soyut kavramların, “gerçek yani bilimsel anlamlarını ortaya koymak için geliştirdiği pragmatisizm öğretisi” olan “göstergebilimsel / semiyotik” metodunu kullanıyor. Daha önce yalan üzerine yapılan tanımları da inceleyen yazar, bu tanımların noksanlarını dikkate alarak kendi tanımının hem teorik hem de pratik düzlemde tam olarak temsil edildiğini iddia ediyor. Kitap, soyut bir kavramın açık ve bilimsel şekilde açıklanmasıyla alanında ilk ve önemli bir çalışma.
Yalanın Antropolojisi yazarın giriş yazısından sonra, metodun iyice anlaşılabilmesi için Peirce’ün göstergebilimsel çalışmasını açıklamakla başlar. Göstergebilim denildiğinde akla gelen ilk isimlerden Ferdinand de Saussure ile Peirce arasında karşılaştırma yaparak iki ismin kavrama nasıl yaklaştığını anlatır. Bunu yapmasındaki sebep, Saussure’deki eksikliği göstererek Peirce’ü neden tercih ettiğini kanıtlamak istemesidir. Bu durumu şöyle açıklar: “Ele aldığımız yalan kavramı, dil içi göstergelerin yanı sıra dil dışı göstergelere de sahip olduğundan Peirce’ün göstergebilim anlayışı özelinde analiz edildi. Aynı zamanda göstergebilime yaklaşımı, yalan kavramının analizi için daha uygundur. Zira, göstergebilimi soyut kavramların anlamlarının açıklık kazanması için kullanılacak metot olarak geliştirmiştir.” Peirce’ün soyut kavramları açıklamada dili yetersiz görmesi, deneyimleri ve dış dünya ile örtüşen ögeleri de bu sürece dahil etmesi, yalanın işlevini ve nasıl dönüştüğünü izlemesi Önder’e bunu yararlı bir metot olarak kullanmasına yardım eder. Bu metodun en temel kavramları olan varlık kategorileri; gösterge, nesne, yorumlayan gibi semiyotis işlemin temel unsurları ve bu unsurların da altında kalan kavramlar ayrıntılarıyla açıklanır. Yazarın konuyu bu denli ayrıntılarıyla ele alması, her ne kadar okurken yorucu bir eyleme dönüşse de konu hakkında bilgisi olmayan için epey doyurucudur. Kaynak bakımından da zengin olan bu bölüm, yazarın tezine dayanak olarak sunduğu kavramın aslında zorluğuna da dikkat çeker. Zira soyut bir kavramı “bilimsel” olarak kanıtlamak epey meşakkatli bir iştir.
Şeyma Gülsüm Önder, doktorasını Arap Dili ve Belagatı bölümünde tamamlar; bu kitap da kendisinin “Peirce’ün Göstergebilim Anlayışı Açısından Kizb (Yalan) Kavramı” adıyla hazırlanan doktora tezinin kitaplaşmış halidir. Kitabın geri kalan kısmında İslam geleneğinde, özellikle Arap dili ilimlerinde yer alan “dil-delalet” teorileriyle ilişki kurarak kizb (yalan) üzerine bir kavramsal analiz yapar ve bunu göstergebilimsel bir zemin üzerinde tartışmaya açar. Bu kısma girmeden önce, “kizb”in biçimbilgisini verir. Bunu yapmasındaki neden, “kelimenin biçimbilgisini veren morfolojik özellikleri, kazandığı anlamlar üzerinde etkili olmakla birlikte kullanım alanı hakkında” da bilgi vermesidir. Burada çeşitli hadislerden örnek vererek yalanın hangi anlamlarda kullanıldığını açıklar. Ardından “aldatma, iftira, nifak, kusur gizleme” gibi semantik açıdan yakın görünen kavramlar üzerinde durarak mahiyet farklılıklarını sıralar. Bu mukayesenin, yalanın özsel niteliğini açıklamada etkili bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz. Mesela yalan, hakikati gizleme/çarpıtma, bir niyet taşıma özelliğiyle “aldatma”ya benzetilse de yalanda her zamanda aldatma niyeti olmaz; kişi, çıkarı olmadan da yalan söyleyebilir fakat “bazen kişi, bir şeyi olduğu gibi göstermek suretiyle muhatabını” aldatabilir, yani aldatma her zaman yalan ile olmaz. Bu küçük ama ayrıntılarda birbirinden farklılaşan kavramlar elbette ortaklıklar da paylaşabilirler, ancak küçük de olsa var olan bu farklar, yalanı açıklığa, öz anlamına kavuşturur.
Yalanın ne olduğu üzerine düşünmek, geçmişte bu kavram üzerine kimlerin ne dediğini bilmeyi de gerekli kılıyor. “Hangi dönemde kim, ne amaçla, yalan üzerine ne dedi?” sorusu, Yalanın Antropolojisi’nde cevap verilen sorulardan. Yazar, geleneksel bakışta hem Batı’dan Platon’dan Aristoteles’e Aziz Augustine’den Montaigne’e, Francis Bacon’a hem de Doğu’dan Nazzâm’a, Câhiz’e kadar farklı isimlerin yalan üzerine ne dediğini inceler. İslam düşüncesinde kavramı anlamada sadece dilsel göstergelere başvurmanın, kavramı anlamada yetersiz olduğunu söyleyen Önder, yalana modern bakışı, bu eksiklik üzerinden inceler. Rousseau, Kant, Derrida, Paul Ekman, Martinelli gibi birçok bilim insanının yalana bakışını aktararak iddia ettiği yetersizliği kanıtlar. Ona göre sıraladığı isimler yalanı belli bir yönüyle ele almış ve diğer yönlerini dışarıda bırakmıştır.
Kitabın son bölümü “Göstergebilim Zemininde Yalana Yeni Bir Bakış” yazarın iddiasını kanıtladığı bölümdür. Burada Önder, yalanın dilsel ve dilsel olmayan göstergelerini inceler, sonrasında yalanı tanımlarken kullanılan özellikleri göstergebilimsel açıdan inceler. Göstergebilime göre gösterge; nesnesi, yorumlayanları ve zemini ile birlikte ele alınır. Bu sebeple yazar, İslam ve Batı düşünürlerinin görüşlerinden yola çıkarak “inanca, hakikate aykırılık” düşüncelerinin yalanı tanımlamada eksik olduğunu savunur. Mesela, yasak olmasına rağmen keklik avlayan kişinin kontrol memuruna arabamda keklik yok demesi, o arada kekliğin kafesten kaçarak -avcının haberi yok- avcının dediğini doğrulaması ve avcının söylediği sözün yalan kabul edilmemesi sözünü geçerli bulmaz. Çünkü hakikat değişebilir -kekliğin kaçması- fakat bu yalanın, yalan olmadığını söylemeye denk düşmez. Önder’e göre inanca ve hakikate aykırılık dışında “gizlilik, kasıtlılık, belli bir türe özgü olma, niyet, beyan” gibi unsurlar da yalanın varlığını gerektiren olmazsa olmaz kayıt/şart/kriter değildir. Bu iddiasını, her birini olumsuzlayan yalan örnekleri bularak kanıtlayan yazar, bu özelliklerin yalanı tanımlamada sonradan meydana gelen unsurlar olduğunu ifade eder.
Yalanın Antropolojisi – Yalan Üzerine Göstergebilimsel Bir İnceleme Arap dilindeki yalan (kizb) kavramının anlam çeşitliliğine odaklanarak, yalanı tanımlamada semiyotik anlamın önemini vurgular. Kavramın soyut ve somut alandaki izinin sürülmesinde etkili gördüğü “soyut bir kavramın pratikte gerçekleşen somut etkilerinin izlenmesi ve kavramın anlamı veya tanımının belirlenmesi işlemine dahil edilmesi”nin yalanın metafiziksel niteliğine zarar vermediğini, aksine yalanın soyut alandan çıkarak gözlemlenebilir bir hale gelmesine olanak sağladığını kanıtlar. Yalan kavramına başka ve kapsayıcı bir pencereden bakan kitap, soyut bir kavram üzerinde düşünmenin olanaklarını sunması açısından değerli.
edebiyathaber.net (30 Mayıs 2023)