Kafka'nın Çorbası ve Sartre'ın Lavabosu kitaplarıyla okura eğlenceli bir yol açan Mark Crick, Machiavelli'nin Bahçesi'yle yazarları bu kez bahçıvanlığa soyundurup onlar aracılığıyla bahçecilikle ilgili ipuçları veriyor.
Ayağınız toprağa değmedi mi ufaktan bir sinirlilik hali bünyeye tebelleş oluyor. Demek ki Mark Crick bunu fark etmiş, yazarları bahçeye göndermiş. Daha önceki denemelerin (Kafka'nın Çorbası ve Sartre'ın Lavabosu) başarılı olduğu düşünülürse Crick'in, yazarların eline kazma küreği tutuşturmasına şaşmamalı. Unutmadan, bizi çiçeğin böceğin içine çeken Crick'in bahçıvanlık deneyiminin bulunduğunu da bir köşeye iliştirelim.
Toz toprak arasında
İşin sinir stres atma boyutu bir tarafa, rengârenk çiçek ve bahçeler arasında bizi tura çıkaran Crick'in derdi biraz da paralel bir evren yaratmak. Belki de bu yüzden Carver askılı sepet yapmaya girişiyor, içine zamanla kuruyacak çiçekler yerleştiriyor: 'Askılı sepeti, kapının yanındaki tırnakta asılı olduğu yerden indirdim. Bitkiler kuruyalı o kadar çok olmuştu ki, geriye yaznızca toz dolu bir sepet kalmıştı. Evimizin kapısının üstünde toz dolu bir sepet asılıydı. Düşünebiliyor musunuz?'
Brecht'in patates yetiştirmek üzere mevzilenmesi, silah olarak da kürek ve beli seçmesi tam da kimliğine uygun düşmüş. Isabelle Allende'nin hüzünlü bambu ayırma hikâyesi de aynı şekilde. Kitaba ismini veren Machiavelli'nin öyküsü ise Crick'in yapmaya çalıştığı şeye cuk oturuyor. Belli bir düzeni ince ince işleyip savunarak tarihe mâl olan Machiavelli, bu kez aynı düzenli ortamı (Crick'in yardımıyla) bahçeye uyarlıyor:
'Çiçek tarhının değişik özellikleri ve çeşitliliği, çimenlikte hoş görülmeyecek bir özgürlük gerektirir. Bu özgürlük, birden fazla türün az çok kendi kendini düzenleyen bir şekilde bir arada bulunmasına olanak tanıdığı karışık bordürde daha da fazladır. Bu tür davranışlar cumhuriyetlerdeki ya da tebaanın başkentten uzakta, anarşiye yakın bir düzende yaşadığı, bir hükümdarın ülkesinin en uç topraklarındaki durumla karşılaştırılabilir (…) Çimenliği olan bir bahçıvanın mart-ekim ayları arasında, sık çim biçme sanatıyla onun kural ve gereklerinden başka bir düşünce ve amacı olmamalı; başka herhangi bir şeyle ilgilenmemelidir. Düzenli biçmek yalnızca suçlu bitkileri cezalandırmakla kalmaz, aynı zamanda hızla ilerleyerek hemcinslerinin üstüne çıkmaya çalışan otların ve bitkilerin de hırslarına set çeker. Bilge bir bahçıvan, bu şekilde çimenlerinin kendi otoritesine meydan okuyacak denli büyümesine izin vermeden sağlıklı gelişmesini de sağlar.'
Crick, Bret Easton Ellis'i de konuya dahil edip bir öykü oluşturmuş ve sürgünleri yolup duran bu yazar aracılığıyla sapla samanı ayırt etmeyi denemiş. Böylece, yeşil lastik çizmeleriyle otların arasında çapa yapan ve bazen de eldivenlerden medet uman bir kalemşor çıkmış karşımıza.
Olsaydı nasıl olurdu?
Hemen yan bahçeye gözümüz takılınca Zola'yla karşılaşıyoruz. Onun kahramanı Etienne de dizlerinin üstüne çökmüş ot yolmakla meşgul. Crick, Zola'ya Etienne'in durumunu şöyle özetletir: 'Etienne ihtiyarın (Bonnemort) ölümünden beri her gün madendeki vardiyasından çıkınca buraya gelmiş, kürekle, çapayla, belle ve kazarak bu küçücük bahçenin üzerine kapitalizmin boyunduruğu gibi çöken yabani otların yükünü hafifletmek için uğraşmıştı (…) İlk kez düşmanın, patronlar, sürekli kâr arayışındaki maden sahipleri ve hissedarlarıyla daha düşük fiyat talep eden vatandaşlar değil, doğanın kendisi olduğunun; insanları babalarının kaderlerini yeniden yaşamaya mecbur tutan, kemiğin içindeki o trajik ilik olduğunun farkına vardı.'
Crick, daha önce yaptığı gibi yanına yöresine topladığı tüm yazarlara, ruh haline, kişiliğine ve kimliğine uygun düşen işler vermiş. Pablo Neruda da galiba bu yüzden gül buduyor; aşk ve cesaretle eline bahçe makasını alıyor: 'Kraliçe' dediği güle makasla yaklaşıyor, kuru dallarını 'huzursuz düşlerinde kendi kendini yaralamasın' diye kesiyor.
Uzun sözün kısası Crick, Machiavelli'nin Bahçesi'nde iş buyurduğu yazarlar aracılığıyla bahçeciliğin püf noktalarına dair bilgiler verirken 'Olsaydı nasıl olurdu?' sorusuna da kapı aralıyor. Tıpkı, Kafka'nın Çorbası ve Sartre'ın Lavabosu'nda karşılaştığımız gibi.
Ali Bulunmaz – http://bulunmazali81.blogspot.com (17 Şubat 2012)