Faulkner’la söyleşi (*), beni tekrar onu okumaya yöneltti…Onu her okuyuşta yeni bir şey öğreniyorum.
Kimi, neyi, niçin, neden, nasıl anlattığını ayrıştırıyorum önce. Bu da yetmiyor, sözlerine dönüyorum yüzümü. Salt bunları okumak bile “iyi yazar” la yüz yüze olduğumuzu anlatıyor.
Söyleşide altını çizdiğim düşüncelerinden birkaçına göz atalım dilerseniz:
“Sanatçı önemsizdir. Sadece yarattığı şey önemlidir, çünkü sanatta söylenecek yeni bir şey yoktur. Shakespeare, Balzac ya da Homeros aynı şeyler hakkında yazmışlardır. Ve aslında anlar bir ya da iki bin yıl daha uzun yaşamış olsalardı, yayıncılar başka yazarlara hiç ihtiyaç da duymayacaklardı.”
(…)
“Hepimiz kendi kusursuzluk hayalimizi gerçekleştirmekte çuvalladık. O yüzden ben bizi imkânsızı gerçekleştirmekteki olağan üstü başarısızlığımıza göre değerlendirmek taraftarıyım. Bana kalırsa, kitaplarımın hepsini baştan yeniden yazabilsem, onları daha iyi yazabileceğimi düşünürüm, zaten bir sanatçı için sağlıklı olan bir durumdur. Bu yüzden sanatçı çalışmaya, denemeye devam eder; her seferinde, bu sefer becereceğim, bu işi bu sefer kıvıracağım, der kendi kendine. Elbette beceremeyecektir, ama işte, bu durumun sağlıklı olması da bu yüzdendir.
(…)
Yüzde doksan dokuz yetenek… Yüzde doksan dokuz disiplin…Yüzde doksan dokuz çalışma… İyi bir romancı yaptığı şeyden asla tatmin olmamalıdır. Asla olabileceği kadar iyi değildir bir kitap. Her zaman hayal etmeli ve yapabileceğini bildiğinden daha iyisini yapmaya çabalamalıdır. Sadece çağdaşlarından ve önceki kuşaktan iyi olmaya çalışmakla yetinmemelidir. Kendinden daha iyi olmaya çalışmalıdır. Bir sanatçı cinlerin yönettiği bir mahluktur.
(…)
Yazarın tek sorumluluğu sanatına karşıdır. İyi bir sanatçıysa tamamen acımasız, merhametsiz olacaktır. Romancının bir rüyası vardır. Bir rüya ona o kadar işkence eder ki romancının ondan kurtulması gerekir. Ondan kurtulana kadar huzur bulamaz. Hepsini boş verir:
Onur, gurur, iyi insan olmak, güvenlik, mutluluk- hepsini kitabı güzel olsun diye feda eder.”
“Deneyimlerim bana mesleğim için gereksinim duyduğum araçların kâğıt, tütün, yemek ve biraz da viski olduğunu gösterdi.”
(…)
“Hayır. Yazarın ekonomik özgürlüğe ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olan tek şey bir kelem ve biraz da boş kağıttır.
(…)
İyi yazar asla bir kuruma dahil olmaz. Bir şeyler yazmakla fazla fazla meşguldür. O. Birinci sınıf bir yazar değilse kendi zamanım yok, ekonomik özgürlüğüm yok diye kandırıyordur.
(…)
“Hiçbir şey iyi yazarı yok edemez. İyi yazarı alt edebilecek tek şey ölümdür. İyi yazarın başarıya ya da ‘zengin’ olmaya zamanı da yoktur.”
(…)
“Yazarın sorumluluğu yaptığı işi iyi şekilde bitirmektir; bundan sonra geriye herhangi bir sorumluluğu kalıyorsa bunun da istediği gibi yerine getirmekte özgürdür. Ben kendim dış dünyayı düşünmeyecek kadar meşgulüm.
(…)
“İçten yazılmış hiçbir roman kolay yazılamaz.”
Yazdıklarına bakınca insanın trajedisine yolculuğun derin katmanlarını buluruz. “Döşeğimde Ölürken” çarpıcıdır…
“Ses ve Öfke”de yaşanılan altüst oluş, yitiklik duygusu anlatılır gibi değildir. Onu anlamak için ona dair yazmayı deniyorum. YazdıklarıNı bu gözle okuyup değerlendirmek benim için her zaman öğretici olmuştur.
Onun kapalı, kendini sürgün ettiği dünya; durduğu yerden ötesine bakabilmesi yetisini verir kendine…
Hayatın hem içinde, hem de dışında biri. Katılmadan yaşar, gözledikleriyle bu dünyasını biçimler… Faulkner’ı her okuyuşta yazma duygusuyla baş başa kalmayı başka türlü açıklayamıyorum…
(*) Jean Stein Vanden Heuvel, “İyi romancı âhlak dışı biridir.” Çev: Kaya Genç, Kitap-lık, Nisan 2005, Sayı: 82
edebiyathaber.net (6 Haziran 2023)