İlk Kitabı Anlatmak: Hasan Temiz | Adnan Gerger

Haziran 9, 2023

İlk Kitabı Anlatmak: Hasan Temiz | Adnan Gerger

İlk Kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Vacilando Kitap’tan çıkan “Tükeniş Orkestrası” adlı kitabıyla Hasan Temiz.

“Tükeniş Orkestrası’nda bana eşlik eden çocukluğum ve taşraydı. İkisi de tenha. En çok ses vermem gereken onlardı. Birlikte ıslık çalıp sıkıntı sularında yüzdük. Dönüp dolaşıp eve geldik. Bir bulanıklığı çalıştık aslında. Sessizliği de. İnsan bu boşluğu da çalışmalı. Ve kendi yağmurunu buyur ettiği avlularında hatırlamalı geçmişin ve kentin içe kapanışını. Bunlarla eşlik ettim yeryüzüne ve içimin sesini açtım biraz. Bilinç ve duygu ortaklığında bir bağdaş kurmaya çalıştım. İkisinin kuşatıcılığına inanıyorum. Şiir, aklın ve hissin buluştuğu yerde parlıyor.”

Tükeniş Orkestrası… Bir ilk kitap… Şiir kitabı… Ben okurken hayıflandım, üzüldüm neden bu kadar geç okudum diye. Nedenlerini aşağıda açıklayacağım ama önce şunu öğrenmek istiyorum. Siz bu kitabı yayınlatmak için geç mi kaldınız? Bu kitabı yayınlama sürecini duygularınızla, düşüncelerinizle açık yüreklilikle bizimle paylaşır mısınız?

Tükeniş Orkestrası’na olan beğeniniz mutlu etti beni. Bu cümleleri sizden işitmek ve bu söyleşiyi sizinle yapıyor olmak benim için önemli. Teşekkür ederim.

Evet, geç kaldım sayılır. Biraz üşengeçlik ve şiir yazarken ağırdan alıyor olmam bunda etkili oldu. Defalarca üzerinde oynadığım şiirlerim oldu. Bugün yazdığımı yarın beğenmedim. İlk dertlenme anı yanıltabilir insanı. Şiirin biraz demini alması taraftarıyım. Durup uzaktan bakıyorum şiire. Başka seslerden ve başka gözlerden de yakalamaya çalışıyorum. Bu durum şiirin ortaya çıkış sürecini uzatıyor elbette.

Tükeniş Orkestrası’nı oluşturan bazı şiirlerin geçmişi eski sayılır. Dergilerde yayımlanan şiirlerdi. Tabii ilk halleriyle kalmadılar. Benim beraber dönüştüler onlar da. Benimle gezdiler, kişisel serüvenime ortaklık ettiler. Ölümlerden, uzaklardan ve şırıl şırıl kulağımdan geçen gecelerde benimle oldular. Ben dönüştükçe onlar da bunu ihmal etmedi. Toplayıp şiirleri bir dosya oluşturdum. Varlık dergisinin düzenlediği Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne gönderdim. Orada dikkate değer görüldü.

Kitabın çıkma sürecini çabuklaştıran bir etki yaptı bu. Sonuç olarak ilk şiir kitabım böylelikle yayımlandı. İlklerin yeri başkadır. Tükeniş Orkestrası da bu değerle benim hayatımda önemli bir yerde olacaktır.

Tükeniş Orkestrası, şiirin gücünü ortaya çıkaran bir kitap… Anlatmak istediğiniz konu ne olursa olsun, şiirin o disiplinini yarattığınız zaman dizede o estetiği de yakalıyorsunuz. Bir anlamda sözcüklere nasıl anlam yükleme becerisidir, bu .  Ayfer Feriha Nujen’in T24’te sizin şiirinizle ilgili yazarken, “Bir araya gelince anlamlı bir cümle olup da ayağa kalkan dize, dünyanın en güzel sesini çıkaran bir enstrüman gibi bir şey olduğunda, şiir oluyor işte.” demesi boşuna değil. Demem o ki bu tutum şiirde zoru zorlayan bir cesaret. Bunu nasıl yarattınız?

Yeryüzünde konu çoktur. Benzerdir ve kelimelerin de bir sonu vardır elbette. Peki biz her şeyi söyledik mi? Burada detaylar girer devreye. Bir resme bakan kişiler kendi dünyalarından, öznelliklerinden bir şeyler katarak yorumlarlar. Sanatın gücü buradadır, belirgindir. Klasik bir tabirle ‘’Ne anlattığımızdan ziyade nasıl anlattığımız önemlidir.’’ çıkarımını bu noktada yapabiliriz. Bütün bu benzer işler arasında kelimelere kendimden bir şeyler vermeliyim diye düşünürüm. Yaşam, her insanın ruhunda farklı bir tonla hissedilir. Elbette bu, kişinin kendi hizasına çekilip kulağını ve aklını içe çevirmesiyle mümkündür. Orada, eşelediği eşikte varlığını bulacaktır. Detay dediğimiz şey burada ortaya çıkacaktır. Bunu bulduğumuz zaman yüzeysellikten kurtulabiliriz.

Ben şiir yazarken ya da bir şiirimi bitirdiğimde, defalarca okurum. Yazdığım dizeye ısınmam gerekiyor. ‘’Farklı olanı söyledim mi, yaşadığım hissin ya da durumun karşılığı olan bu muydu?’’  diye sorular sorarım kendime. Her şeyden önce yazdıklarımın beni etkilemesi gerekiyor. Şiir benim için bir çarpışmadır. Fünyesini çekip bırakıyorum yaşamımı ortaya. Bu patlamadan ya da kıvılcımdan geriye kalan söz, benim oldu mu? Kelimelere sürdüğüm koku, evimi ve varlığımı taşıdı mı? Şiir, yürüdüğümüz yolların ve burkulan kişisel tarihimizin yankısı değilse nedir o zaman?

Bunların farkında olarak oluşuyor şiir bende. Sevgili Ayfer Feriha’nın ‘’ Bir araya gelince anlamlı bir cümle olup da ayağa kalkan dize’’ diye yorumladığı yerde buradan geçiyor. Sözün ayağa kalkması, anlamlanması, bir iddiasının olması da kendimize duyduğumuz yakınlık ve bir o kadar da uzaklıktan geçiyor. Bunları tamamlamadan yan yana getirdiğimiz sözcükler şiir olmuyor. Tatsız ve insana ait olmayan bir yapaylıkla dizilmiş sözcük yığınları olarak kalıyor. Böyle olunca da bir yere ulaşmıyor şiir, boşlukta gezinip duruyor. 

Tükeniş Orkestrası’nda şiirlerde sizin iç sesinizi duyuyoruz. Bir derdiniz var besbelli. Nedir bu dert? Anlatabildiniz mi? Kitap yayımlanınca, bu derdiniz şiirin edebi gücüyle okura geçeceğini umuyor musunuz? Bu dokunuşu daha çok bilinçle mi yoksa okuru kuşatarak mı (duygusallık da dahil) amaçladınız?

Evet, elbette derdim var. Dünyayla derdi olmayanın şiiri olmuyor pek. Derdimiz, içimizdeki boşluk olmasa üreteceğimiz bir şey kalmıyor. Eksik kalan her ne ise onu tamamlamak için yazıyoruz. Derdi, tasası olmayan heykel yapmıyor, resim çizmiyor, Şarkı söylemiyor, kitap yazmıyor. Varlığın bir gereği olarak acı çekiyoruz. Bizi bu acı besliyor aslında. Buradan kast ettiğim arabesk acılar değil; bizi tetikleyici güç olarak bir bakıma üretmeye ve yaşamı keşfetmeye yönelik farkındalık oluşturan acılar. Her şey tam ve şahane olabilir mi? Bu soruya kafa yormamız gerekir. Charles Baudelaire’in ‘’Ben her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir.’’ sözü aslında bir şekilde tamamlanmamışlık hissini ne yaparsak yapalım aşamayacağımızı gösteriyor bize. Yaşam bir maraton. Yoldayız hep. ‘’Ulaşamadığımız her şeyin delisi, ulaştığımız her şeyin nankörleri’’ olarak ilerlediğimiz bu yaşamda tatmin olmayacağız ve buradan dertlerimiz olacak. Son olarak Cioran diyeyim: ‘’Dökecek gözyaşı kalmayan, döktüğü yaşların hatırasıyla yaşayan kişi mahvolmuştur.’’ Acı ya da dert benim çekindiğim ya da dile getirmekten geri durduğum kavramlar değil. Onlarla barıştım ve birlikte yaşamayı öğrendim. Beni dinç tutuyor bu. Hepimiz için öyle aslında. Sadece itiraf etmeyi sevmiyoruz gibi geliyor bana. Bunları anlatmaya çalışıyorum. Bitmiş değil. Şiirlerimi okuyanlara bu duygu geçti mi orasını kestiremiyorum. Şiir en öznel olan türümüz. Kimde hangi dalganımları yarattığımı pek bilmiyorum.

Tükeniş Orkestrası’nda bana eşlik eden çocukluğum ve taşraydı. İkisi de tenha. En çok ses vermem gereken onlardı. Birlikte ıslık çalıp sıkıntı sularında yüzdük. Dönüp dolaşıp eve geldik. Bir bulanıklığı çalıştık aslında. Sessizliği de. İnsan bu boşluğu da çalışmalı. Ve kendi yağmurunu buyur ettiği avlularında hatırlamalı geçmişin ve kentin içe kapanışını. Bunlarla eşlik ettim yeryüzüne ve içimin sesini açtım biraz. Bilinç ve duygu ortaklığında bir bağdaş kurmaya çalıştım. İkisinin kuşatıcılığına inanıyorum. Şiir, aklın ve hissin buluştuğu yerde parlıyor.

“Şiir bence dizedir. Dizenin çekiciliği önde gelir bende.”

Dikkatimi çeken 64 sayfalık Tükeniş Orkestrası adlı kitabınızda yer alan şiirlerinizde Dünya, Yara ve Kent metaforlarını anlam çoğaltmasıyla kullanıyorsunuz. Özellikle, 12.,19.,20.,27.,28.,34.,35.,50.,51.,53.,63. ve 64. Sayfalarda yer alan dizelerde  yer alan “Dünya” sözcüğü her defasında karşımıza başka anlam katmanıyla çıkıyor ve üstelik şiirin bütünlüğünü de bozmuyor, yüceltiyor da. Şiir sizce sözcük müdür, dize midir?

Kitapta bahsettiğiniz kelimeleri tekrarlıyorum. Çok düşündüm bunu. Acaba yerini yadırgar mı bu kelimeler diye. Baştan okuyunca kitabı bu kelimeler üzerine kurduğum evren sırıtmıyor. Yerini buluyorlar. Çünkü bende yankılanan kelimeler bunlar. İçini doldurabileceğime inandığım kelimleler… Yazmaya başlayınca bir süre sonra şiir beni alıp götürüyor. Çok durağa uğruyorum ve bazılarında uzun kalıyorum. kent, dünya, yara bu uzun durduğum duraklar oldu. Çağrışımı güçlü ve beni konuşturan kelimeler oldular.

Şiir bence dizedir. Dizenin çekiciliği önde gelir bende. Elbette sözcük seçiminin de dizeye yakışması lazım. 

Tükeniş Orkestrası adlı kitabınızda şiirler; günümüz şiirini de kucakladığı gibi sözcük bozuluşları gibi daha yeni deneysel örnekler sergiliyor yani geleneksellikten koptuğu gibi öte yandan yeni kuşağın şiirindeki popüler dalgasına kapılmadan sağlam bir poetik yapıya da işaret ediyor. Şiire böyle mi devam edeceksiniz?

Günün şiirini takip ediyorum tabii. Çok iyi deneysel şiirler okudum. Şaşırtan ve beni şiire ısındıran dizeler var. Ancak sırf deneysel şiir yazacağım deyip de şiirin canına okuyan şairler de var. Bu elbette popülist bir rüzgârla bir yerlere tutunma çabası. Sözcükler peşi sıra geldiğinde şiir olmuyor. Şiiri duymak ve bir anlamda etkilenmek lazım. Bazı şiirler bana tatsız geliyor ve beni çekmiyor böyle olunca. Yine de şiire matematik gibi kesin kurallarla bakmamak lazım. Günün dinamizmini yakalamak gerek. Şiir böyle gelişecek. Karşı çıktığım anlamsız söz dizimleriyle bir makinenin elinden çıkmış gibi yazılan şiirler. Bana gelecek olursak tam da dediğiniz gibi dayatılan popülist rüzgâra karşı durarak ancak yeni şiirin deneyselciliğini yok saymadan ilerlemek istiyorum. Tabii şiir bir serüven. Üzerine bir şeyler ekleyerek katkı vereceğiz. Sığ tartışmalardan uzak durup şiiri besleyen verimli tartışmaların ışığında yol almak durumundayız. 

Arjantin Şairi Jorge Luis Borges için yazdığınız iki şiirden biri olan “Alçaklığın Kısa Tarihi” adlı şiirinizde, “serdiler karanlığı önümüze /dediler bu sizin gerçeğiniz/ inanmıyorum onlara luis/düşlerinden boğazladılar çocukları önce/ sızılı bir ses olarak kaldık/yankısını boşluğa çalıştığımız/tarih, ellerinde bir celladın/soluğunu ne yana üflesin?” diyorsunuz. Bu dizelerden yola çıkarak diğer şiirlerinizi de hesaba katarak soruyorum. Özne ve nesneleri bu kadar özgürleştirmenizin amacı şiirinizde imgelemeye estetik eylem katmak mıdır?

Özne ve nesnelere hareket alanı bırakmalıyım ki şiiri sığ bir sesle boğmayayım. Özgür bıraktığımız zaman varılan yerden şiir çıkıyor. İmgeyi de bu amaçla kullanıyorum. İmge bir bakıma şiirin baharatı. Tatlandırıyor. Düz bir söyleyiş ya da okuru şiir üzerine düşündürmeyen kolaycılık, yakışıklı ve güzel gelmiyor bana. Şiirde estetik dikkat ettiğim ve özenmeye çalıştığım bir konu. Bunun da dengesi önemli. Ölçüyü kaçırdığınız zaman sözcük istifinden başka bir şey görünmüyor şiirde. 

Okuma ve yazmayla bağlantınız hangi boyutta?

Bu sıralar yazmaktan ziyade okumakla ilgileniyorum. Roman ve öykü okumalarım ağırlıkta.         

Yeni dosyalarınız var mı?

Şu an için yeni bir dosyam yok. Yazma konusunda tembelleştim bu sıralar. Oğlumun kelimeleriyle ilgileniyorum. Müsaade ederse bana dosyaya başlayacağım. Öyle umuyorum…

Bu soruların ve yanıtların ötesinde Hasan Temiz’i bize nasıl tanıtırsınız? 

Zamanın ve bunun içinde olan telaşın koşturmasıyla yorulan biri. Fırsat buldukça sulara ve dağlara selam verip dünyaya tahammül etme yolları arar. Bir de çok kararsız…

edebiyathaber.net (9 Haziran 2023)

Yorum yapın