Söyleşi: Yeşim E.Uşkun
Vicdan Efe’yle, 2023 Yılında Türkan Saylan Sanat Ödülü’nü alan öykü kitabı Komşu Duvarı hakkında konuştuk.
Merhaba Vicdan Hanım. Geçtiğimiz haftalarda “Komşu Duvarı” isimli öykü kitabınızla 13. Türkan Saylan Sanat Ödülü’nü kazandınız. Yazmaya başladığınız yıllardan beri pek çok yarışmada dereceye giren öyküleriniz var. Ödül almak yazma tutkunuzu, okuma alışkanlığınızı veya düşünme biçiminizi etkiliyor mu? Sizi herhangi bir değişime sürüklüyor mu? Ödül almak yazara ne katar?
İlk öyküm 1996 Yılında yayımlandı. 2004’te ilk kitabım çıkıncaya kadar hiçbir yarışmaya öykü göndermedim. Her ay edebiyat dergilerinde öykümün çıkması benim için çok önemliydi. Yarışmalar, ödüller uzaktı bana. Kitap çıkmıştı, yarışmalarda ödül alan öyküleri okuma fırsatım oldu. İster istemez kendi öykülerimle kıyasladım. Yarışmalara katılma kararım böyle oluştu. İlk kitabım Sen De Topla Düşlerini, Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği Jüri özel ödülü ve Sabit İnce Üçüncülük ödülü almıştı. Tek öykülerle de epeyce ödül aldım. Biraz uzattım ama bu ödüllerin heyecanını, sevincini nedense şu anki kadar yaşayamadım. Edebiyat dünyasının acemisiydim, bazı olayların farkında değildim. Elbette motivasyonu artırıcı etkisi vardır, dolaylı olarak etkilenmişimdir. Tambur Ağıtları, dosya olarak 2005 Orhan Kemal Öykü Yarışması’nda mansiyona değer görülmüştü. Bu dosyayı üç yıl boyunca hiçbir yayınevine göndermedim örneğin. 2008’de Tüyap İzmir Kitap Fuarında tamamen rastlantıyla tanıştığım Şenocak Yayınları sahibi Bülent Şenocak, dosyam olduğunu öğrenip de birkaç kez istedikten sonra verdim. Bu, nazlandığım için değil tersine, beğenilmeyeceği kaygısı taşıdığım içindi. Türkan Saylan Sanat Ödülü için de hâlâ inanamıyordum. Ödül gecesi yaşadığım atmosfer olağanüstüydü. Konuşmaya çıkarken gerçekten heyecanlanmıştım. Türkan Saylan’ın yolunda, yapabileceklerim vardı, sorumluluklarım artmıştı.
Ne bu dosyayı oluştururken ne de sonrasında ödül konusunu aklıma bile getirmemiştim. Şimdi düşünüyorum da öyküye verdiğim emeğin karşılığını aldım. Değerinin bilinmesi, anlaşılma, var olduğunu hissetme. Kitaptaki ilk öyküde dediğim gibi, hayat fırsatları o an için sundu, bunun farkında olarak daha iyisini yazma yükümlülüğü oluştu.
Kitabınızın ismi pek çok çağrışıma yol açacak iki kelimeden oluşuyor. Komşu olmak ile ötekine yakınlığı, duvar ile sınırlarımızı korkularımızı mı düşünmeliyiz? Siz bu ismi seçerken ne düşündünüz?
Çocukluğumuzda komşularımızla sınırlarımızı belirleyen bahçe duvarları vardı. Duvar üstü konuşmalar, kokusu yayılan bir yemeği paylaşma. Aile tartışmalarına kulak misafiri olup duymamak için içeriye kaçma… Duysan bile duymamış gibi davranma, sır tutma. Ortak değerlerimizdi hepsi. Kitap isminin, basit ama anlamlı olmasını istedim. Her okurun zihninde kendi yaşantısıyla çağrışımları zengin, okuyanla anlamını çoğaltacak bir isim. İçindeki öykülerle bir araya gelince sanki yerine oturdu. Basit anlam, felsefik ve psikojik sorgulamalara dayandı. Özgürlüğün, sınırların, korkuların bizi nasıl şekillendirdiğine, iç konuşmalarımızın ya da zihnimizde olup bitenlerin sosyal ilişkilerimizdeki “biz”den ne kadar farklı olabildiğini ortaya koydu.
Şimdilerde sarmalandığımız apartman yaşamında, bambaşka komşu duvarları var. Fiziki duvarlarla birlikte, tavırlarla ördüğümüz duvarlar. Her saniye yükseltip alçalttığımız, kendi ruh durumumuza göre ayarladığımız duvarlar. Sonuçta komşu duvarları bir konuşsaydı, kim bilir neler duyardık.
Kitaptaki öykülerinize baktığımızda ana karakterlerin ve anlatıcıların çoğunun çocuklardan oluştuğunu görüyoruz. Bu çocuklar yoksulluk, yaşam mücadelesi, yetişkinlerin yaptığı seçimler gibi yerlerden bize bir şeyler söylüyor? Öykülerinizi böyle kurarken neleri amaçladınız?
Bilinçli bir seçim olmamakla birlikte evet, bir seçim. Belki de çocuklukta bende iz bırakan, etkilendiğim, duyduğum olaylar. Bir kız çocuğu olarak annenizle birlikte, komşu kadınların arasında, onların konuşmalarına tanık oluyorsunuz. Gerektiğinde övgü ya da yergiye de açıksınız. Siz değilse bile bir sokak ötedeki birinin yaşadığı anlatılırken toplum olarak da kesilen cezaya hem ortak hem tanık oluyorsunuz. Ayıp ve günahtan geçilmiyor ortalık. Anlatılanla yaşanan arasında, zihninizle stratejik bir yaşam biçimi seçmeniz gerekli. Bütün bunlar, çoğunlukla içilen sade bir çay yerine, bisküvi eşliğinde içilen çay saatlerinde konuşuluyor. Kendilerini sınıf atlamış gibi gören, yaşantılarına toz kondurmayan kadınlar.
Yaşadığım bir şey geldi aklıma. Komşumuzun kızı, beş yaşlarındayken kayboldu. Herkes arıyor, annesi çaresiz. Akşama doğru bir haber geldi, mahalle karakolundaymış çocuk. Ailesine haber vermişler, gelip alsınlar diye. Babası işte, annesi, “Aaa, ben gidemem, korkarım,” dedi. Herkes toplanmış, kalabalık. Yaz günü, sokaktayız.
İlkokul dörtten beşe geçmiştik bitişiğimizde oturan arkadaşım Nigar’la. İkimiz birden atıldık, “Biz gider alırız,” dedik. Olur mu olur, üç yüz metre kadar ileride karakol, elimizde ip, atlaya atlaya gittik. Çocuk uyuyor, üzerine gazete örtmüşler. Hava sıcak ama sineklerden korumak için. Biz de çocuk, açtılar üstünü. “Bu mu?” dediler, o sırada çocuk gözlerini açtı, yerinde doğruldu, adımızı söyleyerek yanımıza geldi. Polisler de bize verdi çocuğu, üçümüz eve geldik. Millet bizi bekliyordu. Hadi, anne heyecanlandı, korktu. Komşunun biri, anneye birlikte gitmeyi önerebilirdi. İşte bunlar çocukken bile şaştığım şeylerdi.
Annem ekmek hamuru yoğurur, mahalle fırınına götürürdük tepsiyle. O sokakta romanlar oturur, her defasında bize saldırırlar, elimizdeki tepsiyle kaçışır, bir şekilde kurtulurduk. Kavgadan özellikle kaçınsak da bizi bulduğu olurdu. Hiçbir zaman bundan söz etmezdik evde. Kimseyi şikâyet etme hakkımız yoktu, “Sen de bir şey yapmışsındır!” derlerdi. Bir taraftan anne babamızla duygusal paylaşımlarımız azalırken diğer taraftan kendi başımızın çaresine yine kendimiz bakıyorduk. Arada kalan boşlukları şimdi istediğim gibi doldurmanın hem hüznünü hem keyfini yaşıyor olabilirim.
Çocukken zihnime yazılmış belki de pek çok öykü!
Sizin öykülerinizde köy ve kasaba olmazsa olmazınız. Edebiyat geleneği içindeki köy ve kasaba karakterleri, dijital devrim geçiren bir dünyada nasıl bir yere konumlandılar?
Şehrin kıyı bir mahallesinde doğup büyüdüm, yaz tatillerinde de köye, halamlara giderdim. Sonrasında beş yıl köyde görev yaptım. Köy yaşamı, her zaman bana, şehirdeki kıyı mahalle yaşamından daha iyi gelmiştir. Şehirde oturan ama şehirleşememiş, köyden ayrılmış ama köylülükten kurtulamamış insanların ikilem arasındaki kültürünü, daha doğrusu kültürsüzlüğünü çocukken daha iyi algılıyorsun. Gelişmekte olan beden ve zihin, hangi değere göre şekilleneceğini bilemiyor. Kendine bir konum belirliyorsun. Sanırım köy ya da kasabayı seçtim ben de.
Eskiden karakterlerin sağlam durduğu, bana yansıyan bir yerleri vardı. Son yıllarda özellikle cep telefonlarının yaygınlaşması ve yaşlıların sosyal yardım almaları, köy toplumunda da sosyal bir bozulma yarattı. Salgın nedeniyle iki yıl köyde yaşadık ve epeyce gözledim. Yaşlıların kimisi teknolojiden yararlanmaya çalışıyor, kimisi temelli yalnız. Gençler kazandığı parayı teknolojiye veriyor, çalıştığı ortamda kırılıyor ya da bozuluyor telefonları. Ana babasının üç kuruşuna gözlerini dikiyorlar. Yaşlıların bakımı külfet olarak görülüyor. Kısa yoldan zengin olmak, ortak konular.
Yine de yaşlıların arasında olmaktan, onlarla sohbet etmekten keyif alıyorum. Hâlâ gönüllerindeki ince tellerin titreşimini duyuyorum. İnsan olmanın anlamını, seslerine yükledikleri şükretmeyi, gözlerindeki sevgiyi görüyorum. On yıl sonra, o yaşlılar da kalmayınca temelsiz kalacak köy kültürü. Şehre taşınması gerekmedi, ayaklarına geldi teknoloji. Maddi gelişim, manevi gelişimden çok hızlı oldu.
Öykülere yansımasına gelirsek. Çocuk öykülerime komik tarafları yansıyor. Yetişkin öykülerinde, mağdurdan yana akıyor olaylar. Yaşayan değerleri yazmasam olmaz. Dijitalin olumsuzluğundan etkilenmemeye çalışıyorum henüz ama önümüzdeki yıllarda toplumda yarattığı yozlaşmanın sonucu yansıyacaktır elbet.
Son sorum kadın sorunsalı üzerinden olacak. Geleneksel, dar görüşlü aile çevresinden çıkmayı başarmış bir karakteriniz, “Eyleme geçmeyen düşünce durağandır, küflenir,” diyor. Kanada’ya yeni bir yaşam kurmaya gidiyor. Bu öykünüzde okura umut vermek istemiş olabilir misiniz? Teşekkür ederim.
Bilerek isteyerek, ben kadını anlatacağım derdinde değilim. Az önce de anlattığım çocukluğumda pek çok soru işareti ve çelişkiler yumağı kaldı. Bir kız çocuğu olarak toplumun yaftalamasından kolayca sıyrılmanın atikliğiyle başladı belki hayat mücadelem.
Tamamen karşı durmadan, onaylarını ala ala, sindire sindire kendimi var etme. Ha, şu da var, ben o öyküdeki gibi yapamadım belki. Yaşadıklarımdan çok yaşayamadıklarımı yazmışımdır. Gerçekleştiremediklerimi, karakterlerime yaptırmışımdır. Umut her zaman vardır. Hele çocuksanız. Önünüzde kocaman hayat, ilmek ilmek örülmeyi bekleyen.
edebiyathaber.net (21 Haziran 2023)