İlk kitabı anlatmak: Figen Yıldız | Adnan Gerger

Haziran 30, 2023

İlk kitabı anlatmak: Figen Yıldız | Adnan Gerger

İlk kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu  Romanoku Yayınları’ndan çıkan “Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!” adlı kitabıyla Figen Yıldız.

“Bir dosya halinde elimde tutuyorsam bu kitabı, aslında bu iç hesaplaşma sayesindedir. En çok sözü kendime söylemek istedim. Kendi aynamda kendimi; kendimden kâinatı, insanları görmekti amacım. Aradım hep. Buldum dediğim küçük anlarda yeniden yola koyuldum. Okudum bu arada, çok okurum. Okumak benim arayışım, kelimeler zenginliğim.”

Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!, ilk kitabınız. İlk kitap. Yazmak da yayımlatmak da zor… Öykülerinizi kitaplaştırmak fikri nasıl oluştu, yazma ve yayınlatmak süreci nasıl gelişti? Tüm bu akış içerisinde neler hissettiniz?

İyi bir okurum ve bu sanırım zamanla bir taşma durumu oluşturdu bende. Sonra çeşitli dergilere gönderdim. Basılı ve çevrimiçi dergilerde, çeşitli seçkilerde yer aldıkça güzel dönütler almaya başladım. Şevkim arttı. Her yazarın içinde olan o dosya oluşturma arzusu benim içimde de vardı. Ancak daha gidecek yolum var, diyordum.

 “Dalında Öyküler” öykü seçkisinde ben de bir öykümle yer aldım. Romanoku Yayınları’yla tanışıklığım böyle oldu. Yeni kurulmuş bir yayınevi olan Romanoku Yayınları epey dikkatimi çekti.  İyi niyetli ve gayretliydiler. Güzel çalışmalar yapma amacında olan yayınevinin yanında olmak gerekirdi. Benim de dosya oluşturma hayalim onların bu güzel gayretiyle birleşti. Romanoku Yayınları da ben de bu ortak gayede buluşma fikrini çok beğendik. Heyecanımı benimle eşit derecede hissettiler. Nihayetinde önceden ve yeni yazdığım öykülerimi bir kitapta toplayabildim.

Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!, neden okunsun? Okur, bu kitabı neden alsın? Öyküleriniz okura nasıl dokunacak?

Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!, arka sokakların öyküsü. Şehrin en kenar mahallelerinden birinden çıkmış, eski İstanbul dediğimiz olguya ucundan kıyısından tanık olmuş, Çakıl Gazinosu’ndan gelen Nuri Sesigüzel’in sesini dinlemiş, bildiği soruya utancından parmak kaldıramamış, eline bir elma verilip kaldırımın bir köşesinde öylece oturup beklemesi söylenmiş, son dönemlerinde tekerlekli sandalyeye bağlı Erol Taş’ın elini öpmek için sıraya girmiş, Yenikapı tren istasyonuna bakan, paskalyada gelecek yumurtaları heyecanla bekleyen, sokağında oynatılan ayıları hep bir heves ve korkuyla izleyen, yaşamı ruhunun en derinlerinde duyan bir zihnin öykülerini barındırmakta. Neden okusunlar sorusuna gelince ben teknikle eş zamanlı olarak duyguyla yazmaya gayret eden biriyim. İçerisinde bir matematik de barındırmalı elbette ama okuduğum öykü, yazı, deneme, herhangi bir şey öncelikle bana geçmeli; benim ruhuma dokunmalı. Önce ben beğenmeliyim. Bunu düstur edindim. Hep aradım. Hep o duyguyla ve hep duyarak yazdım. Bu yüzden okunmalı derim. Nasıl dokunacağı sorusuna da dolaylı yoldan cevap vermiş oldum. Önce bana dokunmalı, ben hissetmeliyim. Yazmalı ama iyi edebiyat, nitelikli eserler ortaya koyabilmek için yazmalı. Yazmak ayrıca bir iç konuşma, terapi, bir düşünme biçimi. İnsanın içinden kendine açılan bir yol. Aynalarla dolu bir odada kendinin birden fazla yüzünü görmek gibi…

Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!… Kitabınızda yer alan çarpıcı öykülerden bir tanesi. Ben hem kitap ismi olarak çok beğendim hem de öykünüzü. Öykünüzde cinsiyet ayrımı yapmadan bastırılmış bir toplumun gizli öznelerini çok başarılı ortaya çıkarıyorsunuz. Kadınların arzu ve istekleri bir yandan diğer yandan bir erkeğin bu isteğe yanıt verme korkusunu. Üstelik çok şaşırtıcı bir kurgu ve bir öyküde yer alması gereken ve bağırmayan sözcüklerle anlatıyorsunuz. Bu öyküyü nasıl yazdınız?

İlk gençlik dönemimde radyo programları çok dinlerdim. Sürekli takip ettiğim radyocular vardı, onlara hayrandım. Bir gün bir radyo öyküsü yazacağım derdim kendi kendime. Sık rüya görürüm ve uykuda da dinlenebilen biri değilim çoğunluk. Hep görüntüler, suretler, yerler… Bir yokuşa sıra sıra dizili rengârenk evlerin önünden yürüyüp geçtim düşümde. Üstelik yağmur da yağıyordu. Bu görüntü silinmedi kafamdan ve bir gün çıkageldi. Sonra programcının adını buldum: “Zeki”

“Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!” diye programa başlayan biri Zeki. Kitaba adını da vermiş oldu. Seneler önce dinlediğim programcı da mikrofonda patlayan sesiyle böyle giriş yapardı programa.

Zeki de öyküdeki kadınlar da tuhaftı. İnsan bir yanıyla gizlenir hep. Gün gibi ortada olan şeylerin bile bir arka planı vardır. Zeki, tuhaflığına saklanmıştı ve tuhaflıklar onu öykünün sonunda bile bırakmadı. Kadınlar… Kadınlar hep bir yanıyla saklanmak zorunda hissettikleri bir toplumda yaşamıyorlar mı zaten! En ortada olanı da, en açık sözlüsü de hep bir şekilde saklanmak ihtiyacı hissediyor. Cinsellik, çeşitli insan arzularını dile getirmek en şehirli, en bohem, en burjuva olanında bile hala kolayca söze dökülebilir değil.

Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!, adlı kitabınızda öykülerinizin bazıları birinci kişi ağzından yazılmış. Bu yöntemin size gerek anlatımda gerek kurguda müthiş olanaklar tanımış… Öykünün temasına göre anlamı daha da katmanlaştırdığını hissettim. Birinci tekil anlatım yazarın da ana karakter olarak öyküye dâhil olma ihtimalini de göz önünde bulundurdunuz mu? Neden?

Birinci kişili anlatımın sağladığı olanakların farkındayım, ifade rahatlığı kazandırıyor yazara. Olayın içine kolayca girebilip karakterin yahut karakterlerin yerine kolayca kendinizi koyabiliyorsunuz. Ama bazı öyküler bunu istiyor. O öykünün duygusu bununla geliyor size. Bu, bunu kaldırır diyorsunuz. Öyküye dâhil olmak, bu anlamda bir avantaj ancak tanıdık birinin yaşadığı ya da kendi başınızdan geçen bir olayı anlatmamak kaydıyla. Orada yabancılaşamıyor insan. Çıkıp dışarıdan bakamıyor.

Öykülerinizin içeriği, bir iç hesaplaşma bir yüzleşme kaygısı taşıyor, hep. Bu cesareti nasıl buldunuz?

Cahil cesareti : ) Şaka bir yana bunu hissetmenize hem çok şaşırdım hem de çok sevindim. Anlaşılıyorum demek ki. Ben birincil olarak duyguyla yazmaya gayret edenlerdenim, birkaç soru önce de dile getirdiğim gibi. Bir dosya halinde elimde tutuyorsam bu kitabı, aslında bu iç hesaplaşma sayesindedir. En çok sözü kendime söylemek istedim. Kendi aynamda kendimi; kendimden kâinatı, insanları görmekti amacım. Aradım hep. Buldum dediğim küçük anlarda yeniden yola koyuldum. Okudum bu arada, çok okurum. Okumak benim arayışım, kelimeler zenginliğim. Zaten ifade edilmiş tüm anlamların üzerinden yürüyüp geçersem bulacaktım. Sonra yazmak çıktı karşıma ki zihnim hep yazardı. Masa başına bırakmam çoğunlukla. Gürültü patırtının ortasında kendimle buluşuveririm. Sesler diner, öykü biter. Sesler dindiğinde kelimeler el sallayarak kapıyı örtüp gider.

Siz dergilerde öyküleri yayınlanan, edebiyat için emek harcayan yazarlarımızdan birisisiniz. Kitabınızdan beklentileriniz neler?

Nitelikli edebiyat için yazan her yazarın, bu gayeyle emek veren herkesin kitabı okunsun. Yeni bir soluk getirmek isteyen, yeni bir söz söyleyen; insan soyunun yarasına kelimenin pamuğunu kendince yayarak bastıran, sevinçlerini hiç duymadığımız bir melodiyle ifade eden kitaplar okunsun. Kelimelerle haşır neşir olmak, bir ruhun damarları arasında dolaşmaktır. Okumak, biraz da o ince damarı fark edip yazarla, diğerleriyle ve hayatla anlaşma yapmak. Benim kahramanlarım ve öykülerim de o ince gözü bekliyor, o sesler arasında kendi sesini arayan kulağı, karanlığı elleriyle yoklayıp yürüyen bir körün ceketini bulup sırtına geçirmesi misali.

Okumakla yazmak arasında bağ, size göre neyi ifade ediyor?

Okumak, kişinin kendisine bir altyapı oluşturmasıdır. Düşünce dünyamız kelimelerle gelişir, biz kelimelerle düşünürüz. Yazmanın farzıdır okumak. Düşünce dünyası gelişmemiş birinin kelimelerle arası iyi olamaz. Kelimeyle arası iyi olmayan birinin yazdıkları bir değer katmaz. Yazıyı besleyen okumaktır, kitaplardan sürekli emiyor olmamız lazım. Beslenmiş, doymuş bir zihnin anlattıkları ifade gücüyle birleştiğinde muhteşem şeyler ortaya çıkıyor, çıkacaktır da. Okumakla altıncı sınıfta Paulo Coelho’nun Simyacı kitabıyla tanıştım, Türkçe öğretmenim sayesinde. Şimdi öğrencilerime okutuyorum. Onların da önünde kitapların o eşsiz ve büyülü dünyasının kapısı açılsın istiyorum.

Yeni dosyalarınız var mı?

Elbette var. Öykü yazmaya devam ediyorum. Ancak edebiyatın başka bir türünde yazma projem var. Bunun için notlar alıyor, araştırmalar yapıyorum ve o da hayata geçmeyi bekliyor.

Bu soruların ve yanıtların ışığında kendinizi bize anlatır mısınız?

İstanbul’da doğdum, büyüdüm. İstanbul’da okudum, çok gezdim. Neredeyse tüm Türkiye’yi dolaştım. Anadolu’yu gezmeyi ve farklı kültürler tanımayı çok severim, meraklıyım. Şehirliyim ama içimde bir Anadolu kadını var. Bu kadını şehrin ara sokaklarında, sesleri dinleyerek, ruhunun ıssız sokaklarında gülümseterek gezdirmekten de hoşlanırım. Mitoloji ve felsefe üzerine okumalar yapmayı severim. Ayrıca iyi bir tiyatro izleyicisiyim. Tiyatro çok büyülü bir sanat dalı bana göre. Kâğıt üzerindeki karakterlerin yerlerinden kalkıp kimliğini, ruhunu kaybetmeden, tamamen ona bürünerek bir öyküyü canlandırması müthiş. Edebiyat öğretmeniyim. Nilgün isminde dokuz yaşında bir kızım var. Onunla birlikte yolda olmak beni zenginleştiriyor. Yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

edebiyathaber.net (30 Haziran 2023)

Yorum yapın