“Bitkilerin Yaşamı / Bir Karışım Metafiziği”ni (Emanuele Coccia) okumaya başladım. Bir ânda kendine çekti anlatılanlar…
Burada ilk yaptığım şey, ağaç ve bitki adlarını not etmek. Karşıma çıkan her birini önce adıyla tanımak istiyorum.
Örneğin: Sığla ağacı. Onun görkemiyle ilk kez karşılaşıyorum…
Doğa, kendisinin keşfi için sizden dikkat ve özen istiyor.
“Bitki dönemeci”ne girdim burada. Karşıma çıkan labirentler şaşırtıyor beni. Onların sessizliklerinin anlattığı…
Şimdi ise bir bahçe kurarak mevcudiyetlerini ilkten anlamaya çalışıyorum.
Onlara gitmek, hayatlarına katılmak… Kendilerini oldurdukları yerde birlikte yaşamak isteği belki de bizimkisi.
Topraksız onları düşünemediğimize göre; bu aynı zamanda toprağında keşfidir bizim için…
“Bitkisel yaşam, tam bir maruz kalış olduğundan, çevreye mutlak bir süreklilik ve bütüncül bir ortaklık içindeki yaşamdır” (*)
Bize uzağı yakın ettikleri kesin. Renkleri, biçimleri, kokularıyla anlattıkları da budur. Her şeyle bağ kurdurduklarını da yadsıyamayız.
Bitkilerin yaşamına yaklaştıkça kendi yaşamımızın gizlerinin keşfine dönük yolculuklar çıkıyoruz.
İlkten toprağa dokununca bunu anlıyorsunuz. Sonrasında orada köklenen bitkilerin ayırdına varınca…Yaşamın nasıl bir değiş tokuş olduğunu da öğreniyorsunuz.
İlkten bitkileri/ ağaçları “başka” gördüğümüz kesin. Nasıl ki yakınımıza alırız, tanımaya, keşfe başlarız; asıl başkalık hali bizde başlar. Onlar köklendikleri yerde dururlar. Bahçede cansuyu verdiğim taflanların her gün gözlemcisi kesilirken bunu daha iyi anlıyorum.
Ayşegül güllerle, begonvillerle, limon ve portakal ağaçlarıyla meşgul. Bir de toprağı beslemekle. Yaptığı gübrelemenin toprağa, bitkilere ne denli iyi geldiğini görünce; onların nasıl beslenebileceklerini de öğreniyorum.
Onlarla bir arada yaşamak mı demeli buna, yoksa onların hayatına katılarak yaşamı yeni bir dönemeçte keşfetmek mi…
Onlara bakınca, asıl karmaşık olanın insan olduğuna karar veriyorum. Her bitki karşımda o denli yalın, sahici, canlı, kendini gösteren ki; az ilgi onları coşturuyor, sizi de tözleri kavramaya yöneltiyor.
Anladım ki; insan bitkilere bakarak kendi hayatına bir düzen verebilir, hatta bunu inşa ederken yeni anlamlar katabilir.
Onların kendilik halleri bana büyüleyici gelmiştir hep. Bahçemizi taflanlarla buluşturmada, defne ağacını en uç yere köklemede o heyecanı hissettim. Gülleri bir arada görmek, limon ve portakal ağaçlarının çiçeğe durmaları hayal etmek işte o “yeni yaşam”ın rengidir, nefesidir.
Emanuele Coccia şunu diyordu:
“Tüm canlıların ilk çevresi kendi türünden, hatta başka türlerden, bireylerin çevresidir. Yaşam sanki kendi kendine ortam, kendi kendine yer olmak zorundadır. Bu topolojik kendini- içerme kuralını ihlal edenler sadece bitkilerdir. Onların var kalmak için başka canlıların aracılığına ihtiyaçları yoktur. Bunu arzulamazlar da. Tek gereksinmeleri dünyadır, bileşenler, en yalın olan gerçekliktir: taşlar, su, hava ve ışıktır.”
Toprağa dokununca, bu canlıların bileşenlerinin de varlığını hissediyorum. İşte benim doğadaki keşif yolculuğum asıl bir bahçe kurmak çabamla başlıyor…
“Gerçeğin en ilkel biçimi”yle karşılaşmak etkileyici olmanın ötesinde, öğretici, kendi patikanı açma direncini görebilmen için ivdiricidir.
Bahçede, her sabah akşam bakışlarım onlarda. Onların dokunuşlarındayım …
“Dokundukları her şeyi yaşama dönüştürürler; maddeleri, havayı, güneş ışığını kullanarak geri kalan canlılar için bir yaşam alanı, bir dünya kurarlar.”
Bu dönemeçte karşıma çıkan “özbeslenme” kavramı ise onlara dair birçok gizemi keşfe yönetiyor beni. Ve anladım ki; toprağı solucanlaştırmak gerek, taşları ayıklayınca gördüğüm ise yavanlık öldürücü…
Kant, ne kadar haklıydı; yavan sıkıcıdır!
Dokununca dönüştürebiliyorsunuz, toprak bunu size öğretiyor.
Bir ses daha:
Dünyayı biz kurduk sanıyoruz!
Oysa “dünyayı yapan”nın asıl onlar olduğunu öğrenmeye başlarsak, belki şu tüm hoyratlıklardan da vazgeçeriz.
Unutmayalım ki; “Dünyamız hayvansal bir olgu olmaktan önce bitkisel bir olgudur.”
(*) Bitkilerin Yaşamı /Bir Karışım Metefiziği, Emanuele Cocia, Çev.: Kağan Kahveci, 2021, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 144s.
edebiyathaber.net (4 Temmuz 2023)