Ünlü Macar yazar Tibor Déry’nin kaleme aldığı “Dev” adlı öykü kitabı Ketebe Yayınları etiketiyle, değerli şairimiz Ülkü Tamer’in çevirisiyle görücüye çıktı. Kitapta biri uzun üç öykü mevcut. Öykülerin isimleri şu şekilde: “Dev”, “Aşk”, “Tuğla Duvarın Arkasında”.
Kitaba ismini veren öyküyle başlayalım: “Dev” kitabın en uzun öyküsü. Hatta ona novella bile diyebiliriz. Öykü, meydanda şarkı söyleyen bir müzisyenle açılır. Oldukça halsizdir müzisyen, çok geçmeden de ölüverir ama biz onun değil, onun etrafına toplanan kalabalıktan iki insanın serüvenini takip ederiz. Genç ve aksi bir kız olan Juli Szandal ile kocaman, dev gibi biri olan Istvan Kovacs’ı.
Yaşı küçük olmasına rağmen devasa biridir Istvan. “Elleri, insanların bencilliği kadar büyük, ayakları ise ayaklanan bir ulusun simgesi olacak kadar iridir.” Juli ise onun aksine mini mini bir kızdır. Ancak ikisini birleştiren temel şey görünüşleri değil, öksüz ve yetim olmalarıdır. Üstelik ikisi de yoksul, ikisi de çaresizdir. Baştan alıyorum; görünüşleri de birbirine benzerdir, zira ikisi de pejmürde kıyafetler içerisindedir.
Istvan ve Juli beraberce bir odun deposunda yaşamaya başladıklarında sevgili olurlar ancak yoksulluk da savaş kadar can yakıcı bir düşman olarak her yerde karşılarına çıkar. Istvan’ın dev gibi cüssesi bu yolda ona avantajlar sağlamaz. Hatta Istvan’ın cüssesinin büyüklüğü kadar saflığı da büyüktür. Bir kötü huyu daha vardır; duyduğu her şeyi kelimesi kelimesine hatırlar. Ne var ki bu özelliği de Juli’yi tanıdıkça dengesizleşmeye başlar.
Öykünün çatışması arkadaşlarıyla toplandıkları bir akşamda başlar. Konuklar içinden bir kadın, her kadının kandırılabileceğini söyler. Özellikle de ülkenin şu yokluğunda bir kilo una kanmayacak tek bir kadın yoktur der. Istvan bütün bunlara güler geçer ama aynı şey Juli için büyük çelişkiler ve korkular doğurur.
Kitabın ikinci öyküsü olan “Aşk” da, adı üstünde bir aşk öyküsüdür ama bu pek bildiğimiz aşk öykülerine benzemez. Bunun -tıpkı Dev’deki gibi- ülkenin öznel koşullarıyla yakından bir ilgisi vardır:
B. isimli siyasi bir mahkûm 7 senenin ardından birdenbire tahliye edilir. Öyle ki buna en çok B. şaşırır. Her an ensesinden tutup onu tekrar içeri atacaklarını düşünür. Bu ruh haliyle de toplu taşımaya binip evine yollanır.
Niye içeri girdiğini bilmeyen B., neden tahliye edildiğini de bilmeden evine vardığında eşinin ve çocuğunun hayatta olup olmadıklarını, hâlâ aynı yerde yaşayıp yaşamadıklarını öğrenir. İkisinin de iyi olduğunu öğrenince onların gelmesini bekler.
Eşiyle karşı karşıya gelince gözyaşları içinde kalır ama aralarındaki boşluk öyle bir noktadadır ki, B. ne çocuğunun kim olduğunu bilir ne de eşine “karısı” gibi davranabilir.
Peki sevgi bütün bunların üstesinden gelebilecek güçte midir?
Kitabın son öyküsü olan “Tuğla Duvarın Arkasında” da bir yoksulluk öyküsüdür. Ancak Tibor Déry burada, diğer iki öyküye nazaran, mağdurdan değil, zalimden yola çıkarak bir çatışma kurar.
Bodi adlı bir ustabaşı 20 yıldır çalıştığı fabrikanın aynı zamanda disiplin kurulu üyesidir. Bir gün işçilerin fabrikadaki derileri aşırdıklarını fark eder ve görevi gereği bunu üstlerine bildirir. İşçilerin yargılaması sürerken o da diğer işçilere daha hızlı çalışmaları yönünde hazırlanan yeni talimatnameyi verir.
Bütün bunlar olurken biz bir yandan da Bodi’ye cehennem azabı yaşatan baş ağrılarını okuruz ve her şeyin sonunda kimlerin mağdur kimlerin zalim olduğunu yeniden düşünmeye başlarız.
Tibor Déry bu kitabında adeta Macaristan’a bir ayna tutuyor. Bunu bazen trajikomik yöntemler kullanarak yapıyor bazen de alabildiğine sert ve dramatik anlar yaratarak. Okur olarak bizler de Tibor Déry’nin karakter seçimlerine ve atmosfer yaratmadaki ustalığına hayran alıyoruz. Zira Tibor Déry ülkesindeki yoksulluk, siyasal baskı ve sınıfsal çatışmalar gibi konulara sokaktan bakıyor. Sokağı iyi analiz ettiği için de ortaya çıkan öyküler hem daha etkileyici hem de akıcı oluyor.
edebiyathaber.net (4 Temmuz 2023)