“İktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum. Onun varlığı karşısında mütevekkil ve kaderciyim, ama bir musibet olduğunu düşünüyorum. Bakın, iktidara ulaşmış kimseler tanıdım ve bu korkunç bir şey. Ünlü olmayı başaran bir yazar kadar korkunç bir şey. Üniformalı olmak gibi bir şey bu; üzerinizde bir üniforma varsa, artık aynı insan olamazsınız: İşte, iktidara ulaşmak da, daima aynı olan görünmez bir üniformayı giymektir. Kendime soruyorum: Normal olan, ya da normal gibi görünen bir insan, iktidarı neden kabul eder? Sabahtan akşama meşgul yaşamayı neden kabul eder? Muhtemelen hükmetmek bir zevk, bir zaaf olduğu içindir bu. Bunun içindir ki kendi isteğiyle iktidardan feragat eden hiçbir diktatör ya da mutlak şef örneği yoktur. İktidar şeytanidir: Şeytan, iktidar hırsı olan bir melekti sadece. İktidarı arzulamak insanlığın uğradığı en büyük lanettir.”
Ezeli Mağlup, Emil Michel Cioran
Emil Michel Cioran… Uykusuz gecelerin düşünürü, Paris çölünde bir münzevi, hiçbir şeye bağlı olmayan, köksüz bir sera dilinde yazan, insan yazgısının trajikliğini en iyi betimleyen kişilerden…
Yirmi üç yaşında Umutsuzluğun Doruklarında’yı yazan, o muazzam eseri Çürümenin Kitabı’nı ise, ana dili olmadığı halde mükemmel bir Fransızca ile kaleme alan filozofi ötesi kişilik…
Cioran’ın eserleri, okurlarında farmakon etkisi yaratır ve okur, onun eserleri ile uçurumun kenarlarında tuhaf bir rahatlama hisseder. Umutsuzluğun Doruklarında, “kendine karşı düşünme”nin, “şiddet ve azgınlığın son noktası”dır. Ve yirmi üç yaşın bütün günahlarını, bütün güzelliklerini taşır…
Ondan öğrendiğim şeyler için, ona teşekkür etmek amacıyla, “Cioran’ın Zekâsı, Zulmedene Karşı” başlıklı bir pasaj kaleme almıştım:
“Her türlü izm totaliterleşmeye mahkûmdur. Cioran’ın pasajları bunların örnekleriyle doludur… Zalimin izm’i elbet totaliterdir ancak mazlumun izm’i de aynı akıbete uğrayacaktır… Kadim problemdir bu. Peygamberi hareketlerin bile temel özgürlük sorunu belki bununla alakalıdır. Kişi kendi kötülük problemini felsefi düzlemde çözemezse en özgürlükçü geçineni bile otorite bataklığına batacaktır… Kölenin zihninde isyan tasarıları doğarsa zincirlerinden kurtulabilir, Spartacus örneğinde olduğu gibi. Ya Spartacus başarılı olsaydı, kendi krallığını ilan etseydi… Bunun olmayacağının garantisi yok. Çünkü biliyoruz ki iktidarı arzulamak ve karizmanın kurumsallaşması insanlığın uğradığı en büyük lanettir. Reçete sunacak gücüm yok. Kendi kötülük problemim ile hesaplaşmanın derdindeyim…”
“Her türlü inanç, kuşku ırmağında yıkanmalıydı herşeyden önce” şeklinde buyuran düşünür bir hakikati dillendiriyordu. “İktidarı arzulamak, insanlığın uğradığı en büyük lanettir” der Cioran. Peki bu lanetten nasıl kurtulunabilir? Hangi etik ve estetik deneyim bu kuşatmayı yarabilir? Biliyoruz ki var olanla yetinmeyen, kendisine sunulan dünyanın dışında farklı yaşam olanaklarının peşinde koşan bir tin cismine sığmaz. Onun yaşamı bizzat estetik bir varoluş tarzıdır. İnsanın en kör noktasına, içindeki o zifiri karanlığa, oradaki kaosa, Nietzsche daldığında “Tanrı öldü” dedi. Dostoyevski ise o en ücra köşede bile İsa’nın ışığını aradı. Peki günümüzde ikisinin de ıskaladığı kör nokta nedir? Prometheus’un taşı bir anlamda insanlara Umut aşıladı. Nietzsche, bu Umut’u mahkûm etti. Tekrardan Umut’a dönüşen taş, insanlara yük mü hala?
Beyrut’ta bir mahzende bombardıman altında Cioran okuyan Lübnanlı kadın, ki o felaketin ortasında Cioran okuyarak rahatlayan kadın… Ya da intiharın eşiğindeyken, Cioran’ın intihar üzerine düşüncelerini keşfeden ve ona yazmaya başlayan Japon kadın… Okuyan herkesin varoluşunda derin izler bırakan alacakaranlık düşünürü, toplumun gördüğü karabasan, bir çığlık: Cioran…
“Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine” isimli kitabında şu muazzam pasajın yazarı:
“Şiddet ve Gözlerimin açılması arasında kendimi bir terörist gibi görüyorum. Saldırı düzenlemek amacıyla sokağa çıkan ve yolda Vaiz ya da Epiktetos’u okumak için duran bir terörist…”
Cioran’ın kitapları bazıları için umutsuzluğun belgeleri olsa da, pek çok kişiye tam aksine güç vermektedir. Ki o da bu kitapları karalamasaydı, uzun zaman önce kendini öldüreceğinden bahsetmiştir. Bu anlamda yazdıkları bir panzehirdir. İnsanda bir farmakon etkisi oluşturur… Onun felsefesi özellikle Nietzsche, Schopenhaur ve Hindistanlı Upanishadlar’dan büyük izler taşır.
Aslolan şeyin dilsiz ve çıplak insana doğru evrilmek olduğunu belirten bu aykırı düşünür, düşünce tarihinin gördüğü en keskin kalemlerden birine sahiptir.
“Düşüncenin yapısında alnımı yaslayacak hiçbir kategori bulamadım. Buna karşılık kaos gibi yastık var mı?” diye soruyor Cioran. Zihnindeki kaosta neşeyle dans etmek, bu dünyaya şahit olmanın en haz verici yollarından biridir. Kategorik düşüncede zihin bir giyotin gibi işler. Farklı olanı hemen törpüler. Hâlbuki kaosun zenginliği bize insan oluş’un yeni, keşfedilmemiş yönlerini sunar.
Yıkıma bir tapınak inşa etmeye çalışan, kral olacak olsa amblemini başkaldırı olarak belirleyecek düşünür, düşünmekten acılaşan bedenin, cehennemde rahat uyusun, hakikatine selam olsun…
edebiyathaber.net (7 Temmuz 2023)