Matbaa ilk olarak MS. 593’te Çin’de icat edilmiş. Başlangıçta ahşaptan yapılan kalıplarla kumaş ya da kâğıt üzerine yapılan baskılar yapılmış. MS. 11. Yüzyılda Çinli mucit Bi Sheng ayrı harflerle baskı tekniğini icat etmesi ile hız kazanmış. İlk basılı gazete MS. 700 yılında, ilk basılı kitap da MS. 9. yüzyılda Çin’de yayınlanmış. 13. yüzyıldan itibaren ahşap harfler yerine metal harflerinde kullanmasıyla beraber matbaa Kore ve Japonya’ya kadar yayılmış.
Tarih Batı’da yazıldığı için matbaayı Johannes Gutenberg icat etmiş olarak kabul edilir. Oysa Avrupa’da ilk ahşap baskı tekniği, 14. yüzyıldan itibaren Gutenberg’den önce kullanılmaya başlanmış ve kâğıt ile kumaş üzerine çeşitli baskılar gerçekleştirilmiş. 1450 yılında Johannes Gutenberg’in metal harflerle basım tekniğini bulmuş ya da keşfetmiş, yani Çin’den almış. O zamanlar bu keşfi birçok matbaacının yaptığı ama tarihlere Gutenberg’in adının yazıldığı da belirtiliyor.
Gutenberg’den sadece 43 yıl sonra 1493’te David ve Samuel İbn Nahmias adlı iki Sefarad İstanbul’da ilk matbaayı kurmuş. Kendi hazırladıkları kitapları matbaalarında bastıkları için David ve Samuel İbn Nahmias ilk yayıncılarımız da oluyor. Yani matbaacılık ülkemize 243 yıllık gecikmeyle gelmemiştir.
1567’de bir Osmanlı Ermenisi olan Apkar Tıbîr yayıncılığa başlamış ve matbaasında beş kitap basmış. Onu 1627’de Osmanlı Rum Nicodamas Metaxas, 1677’de Osmanlı Ermenisi Yeremya Çelebi Kömürcüyan izlemiş.
1727’de İbrahim Müteferrika ve Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin oğlu Mehmet Sait Efendi ilk “Müslüman” ya da yaygın söyleyişle “Türk” matbaasını kurmuşlar, önceki matbaacı ve yayıncılar tarih yazımında görmezden gelinmiş. Yayıncı olarak ilk Türkçe ve Arapça kitaplarını da 1729 yılında bu matbaada basmışlar.
Babası Yirmisekiz Mehmet Çelebi ile yaptığı Paris seyahati sırasında matbaayı gören ve bunu Osmanlı’da kurmaya karar veren Mehmet Sait Efendi’ymiş. Matbaa kurup yayıncılık yapmaya karar verdikten sonra çevirmenlik yapan İbrahim Müteferrika’yı kendine ortak almış. Nedense Mehmet Sait Efendi ismi tarihlerden silinmiş, İbrahim Müteferrika “ilk Türk matbaacı” olarak tarihlere kaydedilmiş. (İlk yayıncımız kimdi? | Metin Celâl | Edebiyat Haber).
İbrahim Müteferrika ve Mehmet Sait Efendi ilk “müslüman”lar olarak matbaa kurup yayıncılık yapma hakkını elde etmişler ama başta Kuran olmak üzere dini kitapları basıp yayınlamalarına izin verilmemiş. Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk defa, II. Abdülhamid devrinde Kur’an-ı Kerim basma iznini alan ve Matbaa-i Osmaniye’yi kuran Saray’ın Başmabeyincisi Hattat Hafız Osman Zeki Bey olmuş. Yıl 1878’miş.
Baba tarafından bir hattat çocuğu, anne tarafından da bir hattat torunu olan Osman Zeki Bey, Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861) saray çevresinde yetişmiş ve o zamanlarda Sultan naibi olan II. Abdülhamid’in en yakın arkadaşı olmuş. II. Abdülhamid’in güvenini kazanarak, Çemberlitaş’ta Matbaa-i Osmaniye’yi kurmuş ve Kur’an-ı Kerim basma yetkisini alan ilk ve tek kişi olmuş. Bu izinde kuşkusuz Osman Bey’in hattat kişiliği de etkili olmuş. Onlarca yıl başka hiçbir yayıncıya Kuran yayınlama izni verilmemiş.
Osman Bey’in torunlarından ve Türk matbaa tarihi konularında yaptığı çalışmalarla da tanınan Prof. Nedret Kuran’ın “Bir Semte Adını Veren Osmanlı Aydını, Büyükdedem, Matbaacı, Hattat, Başmabeyinci Osman Bey ve Ailesi” (İş Kültür yay.) adlı çalışmasından öğreniyoruz bu bilgileri.
“Bu matbaaya yapılan özel muamelenin önemli nedenlerinden biri, kutsal kitap Kur’an-ı Kerim’in olur olmaz herhangi bir matbaa tarafından basılmasının yaratabileceği sorunlardır. Bunlara mahal vermemek için Saray, güvendiği bu matbaayı desteklemekte, matbaada gerçekleşen baskılar ulema tarafından inceden inceye kontrol edilmekte, baskılar üzerinde gerekli düzeltmeler hemen yapılmaktadır” diyor Nedret Kuran. Kuran ve dini eserlerin basılmasının yasak olmasının ülkeye yurtdışından ve bazıları kasıtlı olarak yanlış basılmış, tahrif edilmiş Kuran baskılarının girmesine neden olduğu, bunun önünü almak amacıyla Osman Bey’e Kuran basma tekelinin verildiği belirtiyor. Dönemin muhalif isimlerinden Namık Kemal’in İngiltere’de Kuran bastırıp ülkeye gizlice sokma çabası gibi ilginç girişimler de olmuş.
Osman Bey, Kuran basma tekelini olumlu anlamda kullanmış ve “Matbaa-i Osmaniye’den çıkan Kur’an-ı Kerim baskıları tüm İslam ülkelerine yayılmış, el yazması Kur’an-ı Kerim’lere nazaran ucuza temin edilebilmesi nedeni ile de İslam dininin geniş halk kitlelerine ulaşabilmesine yol açmış.”
Osman Bey sadece Kuran ve dini eserler yayını ile yetinmemiş, Türkçe ve yabancı dillerde de çeşitli konularda eserler yayınlamış. Yayınladığı ya da bastığı binden fazla kitap var.
Nedret Kuran, Osman Bey’in Osmanlı’da telif hakkını uygulayan ilk matbaacı olduğunu belirtiyor. Doğrusu “ilk yayıncı” olmalı, matbaacıların telif hakkı ile ilgisi yoktur. Bastıkları kitabın telif hakkını sormazlar ama yayıncılar yayınladıkları kitabın telif hakkını almak durumundadır. Yazık ki matbaacı ve yayıncı terimleri matbaacılığın lehine sürekli karıştırılıyor. Oysa matbaacı yayıncıya hizmet veren kişidir. Sözlüğe baktığınızda matbaa terimi için “Kitap, gazete, dergi, broşür, kart vb. şeylerin basıldığı yer, basım işleri yapan kurum, basım evi” tanımını görürsünüz. Matbaacı da “Matbaa işleten, geçimini basım işleri yaparak sağlayan kimse, basım evi sahibi”dir. Yayıncı ise “Kitap, dergi vb. neşriyat yapan kimse”dir. Editörlüğünü yapıp, yayına hazırladığı eseri matbaacıya bastırıp satışını sağlar. Bir yayıncının kendi hazırladığı kitapları çoğaltmak için matbaa sahibi olması onun “yayıncı” yerine “matbaacı” diye anılmasına neden olamaz.
Nedret Kuran’ın monografisinden ve kitabın sonunda yer alan listeden Osman Bey’in başta Kuran ve dini yayınlar olmak üzere birçok kitabın “yayıncısı” olduğunu ama matbaasında başta devlet olmak üzere birçok kurum ve şirketin yayınlarını da bastığını anlıyoruz. Yani hem yayıncılık hem de matbaacılık işlerini birlikte başarı ile yürütmüş. İthal kâğıt fiyatlarının artması ve yeterli ithalat yapılamaması nedeniyle, yine padişahtan özel izinle Beykoz’da Hamidiye Kâğıt Fabrikası’nı kurmuş ki bu fabrika Beyrut’taki küçük işletmeden sonra Osmanlı’nın ikinci kâğıt fabrikası olmuş. Yazık ki çok kısa süre üretim yapabilmiş.
Osman Bey’in oğulları Cevat ve Saim Beyler, babalarının vefatından sonra sıra ile Osman Bey Matbaası’nın yönetimini ve yayıncılık işini sürdürmüş, sonra matbaa 1928’de kapanmış ve Darüşşafaka idaresine satılmış. Yıkılarak tarihe karışan matbaanın yerine Çemberlitaş Sineması’nın da bulunduğu bina yapılmış.
Osman Bey’in bir semte adını vermesi ise yayıncılık ve matbaacılıktan edindiği servet ile olmuş. İstanbul‘da Şişli ve Pangaltı semtleri arasında satın almış olduğu geniş araziye kendisine, çocuk ve torunlarına konaklar yaptırmış. Zamanla köşklerin yerini apartmanlar almış ve geriye Halaskargazi caddesi üzerindeki “Bulgar Eksarhanesi” olarak bilinen Cevat Bey’in köşkü kalmış.
Osman Bey’in aile fertleri de anlatılıyor kitapta. Aile Ali Cavid Bey, Kadriye Sabiha Hanım, Hatice Fıtır Hanım, Ömer Vasfi Bey, Nudiye Hanım, Mehmet Saim Bey, Vildan Hanım gibi bilim ve sanat alanlarında çok değerli kişiler yetiştirmiş. Sözünü ettiğim eserin sahibi Nedret Kuran da Osman Bey’in bu başarılı torunlarından biri, önemli bir bilim insanı ve araştırmacı yazar.
Nedret Kuran’ın “Bir Semte Adını Veren Osmanlı Aydını, Büyükdedem, Matbaacı, Hattat, Başmabeyinci Osman Bey ve Ailesi” çalışması sadece benim üzerinde durduğum Osman Bey’in yayıncılığı ve matbaacılığı açısından önemli değil, aile fertlerinin yaşam öyküleri, anıları ile de önemli bir tarih kesitini incelemek ve bir semtin kuruluş öyküsünü öğrenmek isteyenler için de keyif ve merakla okunan yararlı bir kaynak kitap.
edebiyathaber.net (12 Temmuz 2023)