04.12
Teğmen Nedim birdenbire uyandı. Başucu saatine uzandı. Bir gece önce de aynı saatte uyandığını hatırladı. Kendine ‘hiçbir şey düşünme ve hemen uyu’ komutunu verdi. Soluna döndü. Kalbine bir ağırlık bindirmekten hoşlanmadı. Sırt üstü yattı. İstemsizce gözleri aralandı. Belleğine bir demirbaş gibi yerleşen yakın geçmişindeki olayları düşündü. ‘Hani, hiçbir şey düşünmeyecekti.’ Kendine kızdı. Ama, o hayal geri geldiğinde nasıl uyuyabilirdi?
Aşıkken, her gece sabaha karşı saat 4.00’de, sanki çalar saatle uyanıyormuş gibi yatakta endişeyle gözlerini açtığını, o endişenin büyüyüp büyüyüp küçüldüğünü, büyüdüğündeki umutsuzluğunu, küçüldüğündeki umudunu hatırladı. O güzel yüzü hayal ettiğini, o hayalle yeniden ruhunu sakinleştirip gecenin suskunluğunun yatıştırıcı sessizliğiyle yeniden uykuya daldığını düşündü. Onu kendinden başka bir erkeğin daha seviyor olmasının dayanılmaz yürek yakan ve uyku bozan acısını tüm hücrelerinde hissettiğini ve gecelerce peşpeşe aniden uyanıp aynı kısır döngünün dönme dolabında dönüp durduğunu, nasıl unutabilirdi!
‘Aynı kızı seven iki genç erkek eskiden olsa ne yaparlardı? Düello yaparlardı. Şimdi ise, yirminci yüzyılın ikinci yarısında…’ diye düşünmüştü. Günümüzde, böyle durumlarda erkekler kararı kadınlara bırakmalıydı. Ne yazık ki, şairin dediği gibi her şey birdenbire oluyordu. Ona açıldığı gün, aynı zamanda onu kaybettiği gün olmuştu. Aşık olduğu kızı sonsuza dek göremeyeceği gerçeğini kabul etmişti etmesine de, bu hiç de kolay olmamıştı. Bir duble rakıyla bir şişe içmişçesine sarhoş olduğu akşamları, aklına gelen kötü, çok kötü şeylerle boğuştuğu saatleri yaşamıştı. Ah, o alevden daha korkunç olan kor! O kordu içini yakan ve yakmaya devam eden. Bir filozof, “Yükseklik değil, uçurumdur korkunç olan!” dememiş miydi? Reddedilişinden beri dipsiz bir uçurumdan düşmekteydi.
Artık kendini avutup uyutacak bir hayalden de yoksundu ama mutlaka uyumalıydı, mesaiye geç kalamazdı.
06.27
Garip rüyalarla dolu, rahatsız bir uykudan sonra erkenden uyanmıştı işte! Komutanına karşı ikiyüzlü davranışını daha ne kadar sürdürecekti? Son bir buçuk yılda zaman mı koşturmuştu yoksa zaman durmuş, başından geçen olaylar mı hızlanmıştı?
Sevdiği kızdan umudunu kestiği sırada yedek subaylık yoklaması gelmiş ve askere alınmıştı. Eğitim sonrası, tayini Ağır Bakım Komutanlığına çıktı. Orduda Metalurji Mühendisine acil ihtiyaç vardı. İşe başladığında, Komutanı olan Albay ona bir ordu mensubundan umulmayacak yakınlığı göstermiş, kendisinden çok şey beklediklerini söylemişti. Fabrikada bir metal kaplama atölyesi kurulacaktı. Hemen harekete geçti. Kısa sürede gerekli makine ve malzeme alımlarını gerçekleştirip işe koyuldu. Bir kaç ayda ortaya çıkan sonuç onu gururlandırmıştı.
Gidişattan memnun olan Komutanının önerisiyle orduda kalmak için dilekçe verdi. Kendisine, askeriyeden beklemediği kadar bağımsızlık tanıyan iş ortamında ve şimdiden alıştığı bu küçük ilçede uzun süre çalışabileceğini düşündü. Yedek subaylıktan orduya geçmesiyle, Komutanlıktaki subayların onu kendilerinden sayarak orduevinde masalarına davet etmelerini önce yadırgamış sonra duruma alışmıştı. Albayı bile, bir hafta tatilinde onu askeri lojmanlardaki dairesine yemeğe davet etmişti. İşte, ne olduysa o yemekten sonra olmuştu.
Yatakta bir o yana bir bu yana dönüp durdu. Artık uyumasına olanak yoktu. Her bir köşesine elinin değdiği kendi eseri olan atölyesine gitme vakti de geliyordu.
07.14
Aynanın karşısına geçip yüzünün sakal bölgelerini ılık suyla sıvazlayarak traş köpüğüne hazırladı. Bunu yaptıktan sonra köpüğün sert sakalını yumuşatması için bir dakika kadar beklerdi. Alışageldiğimiz, rutin bir işi yaparken düşünmeden yapardık. Otomatikleşme, aynı araba kullanmak gibi, zihnimize başka pencereler açar çokça bizi düşüncelere daldırırdı. Aklı Albay’ın evindeki o günkü yemeğe kaydı.
Karısı, ev kadınlığının tüm hünerleri yemek masasını süslerken, onu kendi varlığıyla ısıttığı ev ortamının sıcaklığına çekmekte gecikmemişti. Kadının, kendisi ve yakınları hakkındaki meraklı sorularını kısa cevaplarla geçiştirmişti. Kızları karşısında oturuyordu. Konuşmalar sırasında belli etmeden zaman zaman genç kıza baktığını biliyordu. Kaçamak bakışlarla da olsa, onun yalnızca gençlik güzelliğine sahip biri olduğunu anlamıştı. Doğanın genç erkekleri tuzağa düşürme yöntemi saydığı bu aldatmacanın, kadın-erkek birlikteliğinin meyve veren başlangıçları için gerektiği açıktı. Kızlar bu yaşlarda Mayıs çiçekleri gibi açardı ama bazıları erken solardı. O nedenle, genç kızlarda daima, onlar olgunlaştıkça kaybolmayıp daha da güzelleşecek bir yüz güzelliği arardı. Bulmuştu da. Utangaç bir suskunluk içinde yüzüne bakmaktan çekinen bu genç kızın, onun yaralı kalbindeki hayalle boy ölçüşemeyeceğini bilmesine imkan yoktu ama kendisinin bunu bilmesi yeterliydi.
Tatlıdan sonra koltuklara geçilmiş, evin kızının yaptığı kahveler, İtalyan likörü eşliğinde içildikten sonra izin isteyip kalkmıştı.
07.23
Traştan sonra yıkadığı pürüzsüz yüzünü havluyla kurularken, düşünmeye devam ediyordu. Kim bilir kaç kez, tekrar tekrar kendine hatırlattığı yakın geçmişinin, onu aynı hüsranlı hayat çizgisine getirip bıraktığını bildiği halde, düşüncelerinin sırasını bozmamak uğruna bunu yapmaktan kendini alamıyordu. Yinelemeler, içine düştüğü durumu daha iyi kavramasına yarıyordu.
O yemekten sonraki ilk iş günü, Komutanı nadiren yaptığı gibi, bir ara işle ilgili bir şey sormak için masasına gelmiş, ayrılırken ailesinin onun ağır başlılığını ve olgunluğunu çok takdir ettiğini, kızından ve eşinden hakkında güzel sözler duyduğunu söylemişti.
Bundan sonra, hayat yokuş aşağı tekerlenmişti: Komutanının ailesiyle orduevinde karşılaşması, onların kahve teklifi, gözlerini ondan kaçırarak da olsa kızının şaşırtıcı konuşkanlığıyla kendini anlatması sonucu onun liseyi bitirdikten sonra bir kaç üniversiteye girme denemesinde başarısız olduğunu öğrenmesi; ardından, orduevinde olduğu saatlerde genç kızla birkaç kez rastlaşmaları, baharın gelmesiyle hafta sonlarında daha sık karşılaşmaları, sohbetlerindeki yüzeyselliği aşma çabasının genç kızın konuyu değiştirmesiyle sonlanmasına rağmen bazen onunla birlikte yürüyüşlere çıkması ve bütün bunlar olurken, Komutanının ona gösterdiği anlayış ve saygının (evet! onun kendisine karşı davranışının niteliğini açıklayacak en doğru kelime buydu) ast-üst ilişkilerinin çerçevesi içinde devam ediyor olması, o sıralarda ona doğal geliyordu.
Fakat bu doğallığın ciddi meselelerle yer değiştirmesi çok uzun zaman almayacaktı.
07.37
‘Bir subay kadar hızlı giyinip soyunan başka kimse yoktur.’ Üniformasını giyerken böyle düşünüyordu. Bu açıdan, henüz tam bir subay olamamıştı. Bugün servisi beklemeyecek, işine yürüyerek gidecekti: Mesafe uzun değildi, nasıl olsa.
Aradan haftalar geçmişti. Yazın yaklaşmakta olduğu müjdesini getiren sıcak günlerden birinde Komutanı onu akşam yemeğine davet etti. Karısı, bir ara sevdiğini ağzından kaçırdığı yemeği onun için yapacaktı.
Albayının evine ayak bastığında kızının evde olmadığını fark etti. Tam soracaktı ki, annesi kızının arkadaşlarıyla birlikte bir hasta ziyaretine gittiğini, sofraya oturulmadan önce geleceğini açıkladı. Komutanı, salondaki barok koltuklara yönelmiş ve ona karşısındaki üçlü koltuğu işaret etmişti. Komutanının söze nasıl girdiğini tam hatırlamıyordu ama hatırlaması gerekenler hafızasındaydı. Evin hanımı salon salomanjedeki masayı hazırlarken mutfağa her gidiş gelişinde masanın yanında biraz daha fazla kalıyordu.
Karşısında oturan Komutanı artık Komutanı değil, bir subay, bir Albay hiç değil, üniformasından soyunmuş herhangi bir insan ve en önemlisi bir babaydı; kendisini her şeyiyle tek çocuğunun mutluluğuna adamış, hayattan kızının muradının gerçekleştiğini görmekten başka bir şey beklemeyen, dünyanın tüm akıl çelen ve vicdan yaralayan yanlarından bu yaşına kadar kendini sakınmış, yaşlı değilse de yaşlılığı hissetmeye başlamış, babacan bir adamdı.
Anne ve baba olarak, kızlarıyla arasındaki karşılıklı olduğuna şüphe etmedikleri görünür ilgiye ve yakınlığa gururla şahit olduklarını söylüyor ve buna dayanarak, ilişkilerinin yaşadıkları küçük topluluk içinde bir dedikoduya meydan vermeden resmiyet kazanmasını Üst Teğmenden rica ediyordu. Makul bir zaman içinde gerçekleşecek bir söz veya nişan herkes için hayırlı olacaktı. ‘Neler oluyor?!’ diye içinden geçirmişti o an ‘Bu bir emir mi?’
Albayına, kızı kadar kendisini de düşündüğü için teşekkür ettiği sırada, kapı zili çalmıştı ve kızları, belki de bu konuşmadan önceden haberli olarak, sıcak ve samimi bir edâyla gelip yanına oturmuştu.
08.15
Daha önce okuduğu bir kitapta, Yazar, genç erkeklerin kızlarla ilişkilerini, gençlikte okunan iyi romanlara benzetiyordu. Okurken yalnızca ihtiyaç duyulanlar kitaptan emiliyor, derine inmeden okuma yapılıyordu. Aynı kitabı olgun bir yaşta okumak, çok daha geniş bir perspektiften oluyor, derin duygular ve anlamlar yakalanabiliyordu. Gençlikte de benzer olarak, kişi karşı cinste, insanı birlikte geliştiren bir arkadaşlık yerine güzelliğe ve cinselliğe yönelik bir kaç unsura odaklanıyordu. Aşk, işte bu içgörünün sınırlı ve fakat vazgeçilmez bilgisinden doğuyordu. Yazar, doğanın, genç kız ve erkekleri toy zamanlarında yakaladığını, kadın ve erkek arasındaki gerçek arkadaşlığın ancak olgun yaşlarda ortaya çıkıp yaşandığına inandığını söylüyordu. Teğmen Nedim, okuduklarından, aşk zamanının, insanın doğayla en fazla paralellik kurduğu ve ona uyum gösterdiği dönem olduğunu anlamış, yaşı ve deneyimi onu aşksız bir evlilik yapmaması yönünde uyarmıştı. Komutanının kızıyla olan arkadaşlığını da aynı dille okumuştu. Eğer gençliğinde bir romanda aradığını bulamıyorsan, onu olgun yaşında da okumazdın. Genç kızı müstakbel bir eş gibi görmeye niyetlendikçe, bu düşünceler onu Komutanının kızından uzaklaştırıyordu.
Yakın geçmişte yaşadığı ve büyük hayal kırıklığıyla biten aşk macerasındaki tek taraflılığın hâlâ canını yaktığını bildiği halde kendi duygularının peşinden gitmek zorundaydı. Aşık olduğu kız da aynısını yapmamış mıydı? Diğer yandan, kendisine temiz hislerle bağlı olduğunu anladığı bir kızın sevgisine karşılık veremeyişi, kızı da mutsuzluğuna ortak edecekti.
Albay’ın sözlerinden sonra, her sabah eskisi gibi saat dört civarında uyanmaya başlamış ve her uyanışında kendine sormuştu: ‘Komutanının kızını seviyor muydu? Sevse hiç değilse elini tutmak istemez miydi? Adının anlamını doğrulayan bir sohbet arkadaşlığıyla mı yetinirdi?’ Ona ilk görüşte aşık olmadığı kesindi. Ama, sonra ne olmuştu da onunla böyle yakınlaşmıştı? Bunu, işinden başka sadık arkadaşının olmadığına yoruyordu. Yalnızdı. İyi de, bu genç kızla derin bir arkadaşlık kuramayacağını zaten bilmiyor muydu? O halde, arkadaşlıklarında mutlaka cinselliğin rolü olmalıydı. Hızlı adımlarla Komutanlığın girişindeki nöbetçi kulübesine doğru yürürken, farkında olmadan mırıldanıyordu: ‘Onunla arkadaşlığımıza değer verdim ama onu bir eş olarak düşünecek kadar sevmiyorum ve yalnızca cinsel ihtiyaçlarım için evlenecek yaradılışta da değilim.’ Hayır! Komutanının kızıyla hayatını birleştiremezdi: Güneş’i gören Ay’ı ne yapsın!
09.22
Teğmen Nedim atölyedeki odasına girer girmez masasına geçti. Uzun süredir gözünün bir noktaya daldığını yeni fark etti. Komutanı, ondan bir cevap beklemekteydi ve bu cevabın da biricik kızının mutluluğundan yana olması gerektiği belliydi. Komutanının sözlerini unutmuş gibi davranamazdı. Şimdiden, ağırdan aldığını fark etmiş olmalıydı. Albayın gelip karşısına dikilmesi an meselesiydi.
Masasının ön çekmecesine uzandı, ağır ağır kendine doğru çekti. Kolunu içeriye uzattı ve çekmecenin solunda, en geride durduğuna emin olduğu bir şeyi aradı. Eli, üç gün önce dolu bıraktığı beylik tabancasının kabzasını kavradı.
Şakağında namlunun soğukluğunu hissettinde saatler tam 09.41’i gösteriyordu.
edebiyathaber.net (27 Temmuz 2023)