İletişim Yayınları tarafından basılan “Benim Rüyalarım Hep Çıkar” Esra Kahya’nın dumanı üstünde öykü kitabı. Evdeki, geçmişteki, içimizdeki, zihnimizdeki sandıkları açtırıyor on iki öykü. İçerisinde hiç bilmediğimiz bohçaları buluyoruz. Tek tek saçılıyor her biri… Sadece kendinize ait anıları yolları değil koca bir toplumun izdüşümü sergileniyor.
“Eşiğe yakın yerde sandık, içinde annemin kızlığı, gelinliği, kadınlığı, anıları, yolları. Arada açarım. Anıları havalandırır, gezdiririm. Geçmişin kokusu, naftaline baskın çıkar. Annemin genzinden rüyalarına kadar ince bir yol bulur.”
Kimi zaman bir metaforun kimi zaman bir simgenin peşinden sürükleniyor, anlatılanlardan yola çıkıp kendi rüyalarında buluyor okur kendini. Hiç beklenmedik bir anda suçüstü yakalıyor sizi yazar. Olayın faili olmanıza gerek yok diye fısıldıyor bir ses kulağınıza bazen en büyük suç görmezden gelmektir. Sesin sahibini arıyorsunuz, içinizdeki kuyulara düşüyor yolunuz. Orada odalar dolusu sandık karşılıyor sizi. Açılıp kapanan kapakların anlatacağı çok şey var.
“Söylenmeyince yok olur bazı şeyler. Durduğu yerde eskir, çürür.”
Bakmasak da görmesek de duymasak da hiç söylenmemiş olsa da orada durur her şey. Geçmiş zaman resimlerine baktığınız bir ana gidiyorsunuz istemsiz. Belki gençliğiniz, çocukluğunuz göz göze geldiğiniz belki de anneniz, anneanneniz… O güne dek hiç duyulmamışlar akıyor gözlerinizden. Hepinizden geçmişti zaman…
“Sokak sustu. Biz sustuk. Yarın bugünün aynısı olacak. Sokak değişecek, anılar değil.”
Kederlerin kadere dönüştüğü zamanlarda akıp gider öyküler. Dilden dile dolaşamayanlar gün olur “Ve her hikâye zamanını bekliyordu.” cümlesiyle başlayan bir kitapta bulur sizi. Eskimeye, çürümeye, unutan hafızanın kollarına bırakılmış olsa da söylenmeyenler bir yazarın belleğinden kalemine süzülür.
Ters dönmüş terliklere dolanıyor ayağınız, ayın şavkında parlayan bir makas ve kulağınızda dönüp duran bir allı turna türküsü. Yüzlerce tavşan sarıyor etrafınızı. Şeytanın alıp götürdüğünü onlar bulup getiriyor. Adaçayı mı yakmalı yoksa okumaya başlamadan önce, diye düşünürken bir köpek beliriyor. Adı Şarlo. Kıvrılıyor dizlerinizin dibine ve başlıyor okuma yolculuğunuz.
Yetişkinlere göre ufacık, çocuklara göre büyük meseleler yüzünden yara alınca bir melek, susmak zamanı diye tıklıyor saat. Susmak bir yana nefesini tutuyor okur. Efsunlu bebeklerin dillerinde ‘ben bir yalan uydurdum’ tekerlemesi bozuyor sessizliği ve gerçeğe karışıyor rüyalar.
Okur olarak, bir gece rüyanızda babanızın elleriyle özene bezene yaptığı sapanla kuş avına çıkarsınız. Uçurumdur bir yanınız. Bulutlar dağların başını sarmıştır. Avcı toplayıcı yanınız yanıp tutuşurken yaşam diye çığlık atar kalbinizin kanatları. O sıra aklınıza düşer cebinizdeki kehribar. Büyükannenizin kolyesinden bir parçadır. Hiç farkında olmadan cebinizden çıkıp avucunuza yerleşiverir. Sımsıkı tutarsınız. O kehribarın gözünden bakarsınız uzaklara. Yaşamın çoraklığına inat boy veren ağaçların tepesindeki gökkuşağını fark edersiniz. Kayın ağaçlarının arasında köprü gibi uzanır boydan boya. Göz açıp kapayana dek kanatlı bir atın sırtından iner uzun gümüşi saçlı ve beyaz elbisesiyle bir kadın. Başındaki taca dikkat kesildiğiniz an görüntü değişir. Gözünüzün gördüğü mitolojik bir kuştur artık.
Gökler diyarından çıkıp gelmiştir Ak Ene. Senin, onun, aslında hepinizin içindeyim, ben diye fısıldar. Bakmazsan göremezsin… Güneş ayla, gece gündüzle, geçmiş bugünle hemhal olurken rüyalarından uyanır okur. Gördüğü düşü suya anlatmaya koyulduğu sıra farkına varır balkonun kapısını üfürüvermiştir rüzgâr. Yağmur kokusuna sarılmış bahar içeri dolmuş sinmiştir her köşeye.
“Benim Rüyalarım Hep Çıkar” on iki öykülük bir kitap. Kat kat bohçalayıp bir güzel naftalinledikten sonra kilit vurulan sandıklardan çıkıp gelmişler, sırtlarında metafor pelerinleriyle. Her biri ayrı ayrı bozmuş ettikleri suskunluk yeminini. Kendi küllerinden yeniden doğup yaşam ağacının dallarında ete kemiğe bürünmüşler.
edebiyathaber.net (29 Temmuz 2023)