Arkadaşı aramıştı, işin yoksa birkaç bira içer sohbet ederiz diye. Neden olmasındı, güneşli bir gündü, böyle günlerde evde zaman geçirmek istemezdi, içi daralırdı, evde yapacak işi yoktu, iyi olurdu. Birayı duyunca da birdenbire susamış, o soğuk meretin tadını damaklarında almıştı bile. Mekâna oturalım öyleyse, arabada olmuyor berduşlar gibi, hoşlanmıyorum dediyse de sözünü dinletememişti, arkadaşı son zamanlarda arabada içmeyi seviyordu. Hem ne alakası vardı arabada bira içmenin berduşlukla bilmem neyle canım. Şu etiketleme işi sıkmıştı artık. Kafan güzel olunca istediğin gibi sövüp sayabiliyordun canını sıkan insanlara. Belki içini dökmek istiyordun, olur ya.
Soğuk bira, tuzlu fıstık almışlar, şehrin kenar mahallesi boyunca ilerlemişlerdi. Biraları açmışlar ve yudumlamaya başlamışlardı, kafaları güzel olana kadar fazla konuşmazlardı. Havadan sudan, ortak arkadaşlardan, işten güçten bahsederler, “ha öyle mi, evet tabii, yok canım” dan ileri gitmezdi sohbetleri. İki biradan sonra sohbet bambaşka biçim alır, iç dökmeler, kızgınlıklar, aşklar, yenilen kazıklar bir bir dökülürdü ortaya. Eski arkadaştılar, aynı çevrenin insanıydılar, ortak geçmişleri, arkadaşları vardı. Birbirlerini iyi tanırdılar. Başka insanlar bilmese bile kendileri biliyordu, aralarında içten içe var olan kendini pek belli etmeyen rekabeti.
Derken telefonu çaldı, kayıtlı olmayan bir numaraydı ama hemen hatırladı, biliyordu bu numarayı, açtı. Oydu, tanımıştı merhaba demesinden, sesinin buğusundan, bu sesin vaktiyle kulaklarında epeyce çınlamış olmasından. Kötü giden bir şey mi vardı niye aramıştı ki, anlam veremedi. Merhaba demekle yetindi. Lafı dolandırmadı kadın, ne var ne yok faslından sonra kısa bir süre durakladı ve bir kere daha deneyemez miyiz, dedi. Belli ki kadınlık gururunu hiçe saymış, kalbinin sesine kulak vermişti. O günleri çok özlediğini, ikisinin de yanlışları olduğunu ama bunları aşmayı deneyebileceklerini, denemekten bir şey kaybetmeyeceklerini söyledi.
Arkadaşının durumu anlayıp arabayı durdurarak çıkıp uzaklaşması, serbestçe konuşmasına imkân tanıması, gururunu okşamış, kibirlenmişti. Telefonu kapatınca reddettiğini söyleyecek, bu zamana kadar aklı neredeymiş, her şey bitti geriye dönüş yok diyecek ve son sözü kendisinin söyleyeceğini arkadaşına bildirecekti. Arkadaşı bu karar karşısında şaşıracak, herife bak ya, ne kadar kararlı, kadın istiyor ama o reddediyor diyecek, hayret edecekti. İnsan bir görüşür, anlamaya çalışır, gerçekten samimi mi, pişman mı olmuş diyecekti arkadaşı. O ise bana ne canım derdi neyse, yaşandı ve bitti, geriye dönmeyi sevmem önüme bakarım diyecekti. Boyu bir karış uzayacaktı, arkadaşı hayretle bakacaktı.
Kolay olmuştu bir daha görüşmeyi düşünmediğini söylemek, yeniden denemek için herhangi bir neden göremediğini açıkça zikretmek. Yıkıcı davranmak, ricacı sesi birkaç sözcükle reddetmek. Telefondaki sesin kırıldığını, az da olsa beslediği umudunun kaybolduğunu anlamak ilkel bir galibiyet duygusu hissettirmişti.
Yanında arkadaşı olmasa bir kez daha beraberlik teklif eden telefonun diğer ucundaki sese olumsuz cevap verip veremeyeceğini düşünüyordu. Aradan bir hayli zaman geçmiş, hatıralar küllenmişti ama aklından bir türlü çıkaramıyordu o anı. Karar anıydı, bunu anlamıştı ama ah o gurur, gözü kör eden, ruhu dumura uğratan, sağlıklı karar almayı zorlaştıran gurur.
Dönüp geriye baktığında malûm teklife yine aynı cevabı vereceğinden emin olamıyor, verdiği cevabı sorgulamaktan da kendini alamıyordu. Kendinden beklenileni yapmayacağını açıkça söylemenin ve onun buna karşı gururunu bir kenara koyup ısrar edemeyeceğini bilmenin yoğun, doyurucu bir tadı vardı. Gururlar çarpışıyordu, bir zamanlar yaşanmış aşktan kalan anılar yok sayılıyordu.
Kararından dönmesi için kadın yalvarmalı mıydı? Aşk dilenmesi mi gerekiyordu? Ne olur yeniden deneyelim, yalvarırım sana diyemezdi ya. Yoksa demeli miydi? Hayır, olmazdı, yalvarmayı kabul edemezdi. Acıma hissi uyandırırdı, aşktan söz edilemezdi o noktada, bambaşka şeyler düşünürdü. Ne olmalıydı peki. Ah bir bilse.
Kolay olmamıştı onu hayatından, zihninden ve bilinçaltından çıkarıp atmak. Onsuz geçen günleri yaşanmamış saymak. Kararını çok sorgulamıştı. Yanlış yaptığını düşündüğü, pişmanlık duyduğu zamanlar olmuştu. Orta yolu bulmaya çalışsaydım, isteklerini yerine getirseydim başka türlü olur muydu diyerek şüpheye düşmüştü. Çok mu katıydı o zamanlar, tahammülsüz müydü, tereddüt ediyordu bazen kendi haklılığında. Bir şeyin farkına varmıştı, şüpheye düştüğü anlar duygusal açıdan kendini boşlukta hissettiği, yaslanacak bir kadın aradığı zamanlardı. Geceler boyu onu düşünüyordu kimi zamanlar. Bakışlarını, sıcaklığını, kadınlığını. Onun kokusunu bir kere içine çekmek bağımlılık yaratmıştı. O kokuyu arıyor, o sıcaklıktan mahrum kalmak boşluk, boşunalık duygusu yaratıyordu. Akılcı düşüncenin önüne geçiyordu. İçgüdüseldi biliyordu ama bedenini dizginleyemiyordu.
Yaşadıklarını soğukkanlı düşündüğünde ise, bazı şeylerin gelip geçici olduğuna karar veriyor, ilişkiyi bitirmekle büyük bir hatadan döndüğü için şanslı sayıyordu kendini. Büyük hataymış, ne büyük hatası. Beraber yaşamak mı büyük hataydı. Birbirini sevmek mi, yaslanacak bir sevgili mi? Bir zamanlar hayatımın aşkısın dediği kişi mi büyük hataydı.
Neden ayrıldıklarını, neyi paylaşamadıklarını cevaplayamıyor, küçük kaprislerden, bencilliklerden öte gitmeyen sorunları niye büyütüp ayrılıkla sonuçlandırdıklarını anlayamıyordu. Niye ikircikli bir tutum içindeydi öyleyse. Beyni ile kalbi arasında dokunan mekiğin içinde kayboluyor, kesinlik aramanın boşuna olduğunu düşünüyordu. Ya öyledir ya böyle. Niye iki duyguyu ya da ruh halini yaşaması gerekiyordu ki. Tamamlanmamış, yaşanması gereken ama yaşanmamış şeyler vardı sanki, bilemiyordu.
Ayrıldıktan uzunca bir süre sonra, hayatına adapte olup başka arayışlara giriştiğinde belirmişti her şeyiyle yeniden. Kapanmamış, eksik kalmış hesap gün gelip yeniden açılmıştı. Rüyalarına musallat olmuştu. Geceler boyu süren kararsızlık, yeniden deneme ihtimalinin bir belirip bir kaybolması. Tam oldu dediği anda çıkan pürüzler. Sabahları uyandığında rüyasında yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışmanın ve bir sonuca ulaşamamanım doğurduğu can sıkıntısı. Sonunda rüyalar dizisi bir sonuca ulaşmış ve her iki tarafın da kabulleneceği şekilde sonuçlanmıştı. Gel gör ki detayları hatırlayamıyor, rüya faslının hangi gerekçelerle her iki tarafın da kati ayrılıkta karar kıldığını bilemiyordu.
Bir keresinde iş yerinin kapısına kadar gelmiş, çok önemli olduğunu, mutlaka görüşmeleri gerektiğini söyleyerek dışarı çağırmıştı. Kabul etmek durumunda kalmıştı zira odaya girip rezalet çıkarmasından korkmuştu. Gözleri kan çanağıydı, Allah bilir ne zamandır ağlıyordu. Biraz yürüyerek ne istediğini sormuştu. Yalvaran gözlerle bakıyor hiçbir şey söylemiyordu, sadece siğim siğim gözyaşı döküyordu. O hâline üzülmüştü. Sorgulamıştı kendini, nerede yanlış yapıyorum diye. Ortada hata yoktu ki yürümeyen bir birlikteliği sonlandırmışlardı. Bu karardan geri dönüş yoktu, şayet olursa zor durumda kalırlardı. Aynı şeyleri tekrar yaşamak gibi anlamsız ve saçma bir duruma düşerlerdi. Böyle yapmasının beraber aldıkları kararı değiştiremeyeceğini, kendi yollarına bakmanın en iyisi olduğunu söyleyerek ayrılmış, işine dönmüştü. Anlayamıyordu, aldıkları kararı gözyaşı bozamazdı, buna mahal vermezdi.
Telefonu kapattıktan sonra arabadan çıktı, az ötede birasını yudumlayan arkadaşının yanına gitti. Arkadaşı, “neymiş, ne istiyormuş senden” dedi. “Bir şey değil canım yeniden beraber yaşamak istiyormuş” diyerek birasından büyük bir yudum aldı. “Bu saatten sonra çekemem kahrını, denedik olmuyor, bunu anlamalı ama diretti ben de reddettim” dedi gururla. Avurdunu iki kez doldurup boşalttı ve şişeyi fırlattı. Gevşemiş, rahatlamıştı. Arabadan bir bira daha aldı ve on dakikada onu da lıkır lıkır mideye indirdi. Cesaret, gurur, rahatlık, kendini beğenmişlik şimdi hepsi bir aradaydı.
Sakince birasını içen arkadaşı, “bir şans daha verseydin, pişman olmuş belli ki, yeniden denemekten bir şey kaybetmezdin” dedi. “Artık bu işler zor, anlamıyor musun, iki insanın bir arada yaşaması, anlaşması kolay değil. Sizinki güzel bir birliktelikti, yakışıyordunuz, küçük sorunları büyütmek yerine çözmeye çalışmalıydınız ama sen de inatçısın kabul et, konforundan ödün vermedin. Her zaman böyle bir kadına rastlayamazsın, biraz alttan almalıydın hepsi bu, her şey karşılıklı.”
“Bakıyorum terapist olmuşsun, haydi uzun etme de bira alalım daha yeni başlıyorum.” “Senin huyunu bildiğim için bagaja bira zulalamıştım alabilirsin.” Aceleyle gitti, aldığı biranın kapağını açmasıyla mideye indirmesi bir oldu. Derin bir oh çekti, geğirdi. Su niyetine içiyordu mübarek, zevk alarak içmek değildi bu, mide hamallığıydı. Bir yandan da kafayı bulmaya çalışıyordu.
“Oğlum sen ne anlarsın kadın erkek ilişkisinden, hiç kız arkadaşın oldu mu doğru düzgün, ha bir ara gezdiğin o tuhaf kızı saymazsak tabii. Uzun sürmedi sanırım, dehledin kızı. Şimdi kalkmış ahkâm kesiyorsun bana. Sen hep böylesin, yaşamadığın ilişki üzerine yorumlarda bulunursun, yaşamamışsın ki nereden bileceksin. Beni tanıman duygularımı da bilmen anlamına gelmez.” Arkadaşı cevap vermedi. Arabadan birasını alıp geldi, karşısına dikildi:
“Senin sorunun ne biliyor musun, bilmiyorsun tabii, izah edeceğim sana tane tane” dedi.
“Sen alçak dağları ben yarattım edasıyla gezen, benmerkezci, bir şeyler yaptığını, başardığını zanneden ama fasit daire misali hep aynı yerde dönüp duran, milim ilerlemeyen gurur abidesisin. O çok iyi bildiğim kaygısızlığın, gururun yüzünden herkese yüz çeviriyorsun, çevrende kim kaldı hiç bakmıyor musun, arayıp soranın var mı, birlikte vakit geçirelim diyenin çıkıyor mu, samimi arkadaşın var mı? Ha bunu böyle söylerken yanlış anlama, arayıp sormasını, dışarıda vakit geçirmesini de başıma kakıyor deme, seni bilirim, bunu bile dersin ama ben değer veriyorum sana bilesin. Ama insanları aşağılama bayağılığından kurtul tamam mı, ne geliyorsa başına bunun yüzünden.”
“Ondan ayrıldıktan sonra birini bulabildin mi, bulamadın, bulamazsın, senin kahrını kimse çekmez. Sen uyumsuzsun, uyumlu birini buldun sonunda ama yine o gururun devreye girdi ve kaybettin onu. Daha da bulamazsın, sana söyleyeyim, öyle kalakalırsın. Kız arkadaşım olmuş birisine laf etme kabalığından da vazgeç, yakışmıyor sana. Üniversitede de yapmıştın bunu, beni hep küçümsedin nedense. Oysa ben hep tahammül ettim sana arkadaştır dedim, zamanla değişir, olgunlaşır dedim.”
“Ne küçümsemesi oğlum ya, nereden uyduruyorsun bu lafları. Şurada birkaç bira içelim dedik, işittiğimiz şeylere bak. Bir de üstüne küfretseydin, herife bak ya, vır vır edip duruyor. Geçmişi niye karıştırıyorsun, görülmemiş hesabın mı var. Bırak ya, gidiyorum ben, ne hâlin varsa gör. İçtiğimi de burnumdan getirdin zaten.”
“İşine gelmedi değil mi, tabii tanırım seni, kaçarsın hemen doğrulardan. Ya işte böyle, gerçekler acıdır, değiştiremezsin. Bir yere gidemezsin bu hâlde, uzağız evine, bekle biramı içeyim bırakırım seni. Bekle bekle, hemen de alınırsın, sen busun oğlum. Çekilmez herifin birisin.”
“Seni de biranı da, gidiyorum ben.”
Bizi kıskanıyordu, adım gibi eminim, onda gözü bile vardır kim bilir.
Arabanın yanından ağır ağır uzaklaştı, arkadaşının sözleri duyulmaz oldu. Bu mahalleyi bilmiyordu, kafası iyiydi.
Hergele arkamdan da gelmedi. Fesat herif, dediği laflara bak. Buraya bira içmeye geldik, laf işitmeye değil. Nasıl gitmeli eve, of ya. Aşağıda ana yol var, inip taksi durdurayım bari.
Cehenneme kadar yolun var, alçak, kız arkadaşıma laf ediyor, şuna bak. Samimiyete binaen iki laf edelim dedik, hoşuna gitmedi, bu hep böyleydi ya, niye aradıysam mendeburu. Değişmez bu, benimki de salaklık, birlikte içecek adam mı yok. Adam sandık eşeği, alnımıza değdi taşağı.
Ana yola gelmeden birkaç ara sokaktan geçti, kafası dumanlıydı ama bilinci yerindeydi. Biraz soluklanmak için ağaç altındaki bir banka oturdu. Meraklı gözlerle sağa sola baktı. Kol kola girmiş, tatlı tatlı gülümseyen bir çift geçti önünden. Kadının saçı uzundu, kumraldı, boyu onun boyu kadardı aşağı yukarı. Âşıktılar belliydi, adamın kolu kadının belindeydi. Hayat güzeldi onlar için. Aşk vardı, mutluluk vardı, yaşama sevinci vardı, her şey hazırdı. Duraksadı. Onlar da böyle gezerlerdi sokaklarda kol kola. Gezerken saçlarını öper, başını omuzuna yaslamasını isterdi. Uzun uzun yürürlerdi. Sonra eve döner beraber yemek yerlerdi, film izlerlerdi. Gelecek günlerden bahsederlerdi, çocuk bile düşünmüşlerdi, emekliliklerinde şöyle sahil kasabasında sakin bir hayat düşlemişlerdi. O günler çok uzaklarda mı kaldı ne. Aradığı kadını bulmamış mıydı, neden yanında değildi, şimdi neredeydi o.
Telefon konuşması geldi aklına, ne yapmıştı öyle, neler söylemişti sevdiği kadına. İçinden geçenleri niye saklamıştı, ben de seni özledim niye dememişti. Seni unutamıyorum demek o kahrolası gururunu bir kenara bırakıp, ben de seninle olmak, her şeye yeniden başlamak istiyorum demek zor muydu? Seni çok özledim, çok seviyorum, senden ayrılmak benim için büyük hataydı, bu hatayı telafi etmek istiyorum demek imkânsız mıydı?
Ah ah, aptal herif. Hayatının kadınını reddettin bir kere daha. Şimdi ne hâlin varsa gör, iğrenç herif, pis mendebur. Sen adam olmazsın, çekecek çilen var, sana acımak boşuna.
Hava baskındı, güneş bulutların arkasına saklanmış, bulutların kenarından sızan ışınlar yeryüzüne yansımıştı. Kara bulutlar önemli bir haber almış gibi toplanıyor, yoğunlaşıyor, hazırlık yapıyordu. Nemli hava ile birleşen alkol ve duygusal aşırılık adamın gövdesinde yüzünde, burnunda, alnında yoğun bir tere neden olmuştu. Kanına karışan, iç organlarını ele geçiren alkol midesini bulandırdı, bir iki kere öğürdükten sonra ağız dolusu kusmaya başladı. Banktan yere düştü, çimenlerin üzerine kusuyor, büyüyen gözleri, öğüren midesi ve beyninden geçen uzak özlemlerle kıvranıyordu. Çok geçmeden gök gürledi, şimşek çaktı, sicim gibi bir yağmur başladı. Yağmurun altında sırılsıklam yatan adamın gözünden süzülen yaşlar yağmur suyuyla birleşip toprağa karışıyordu.
edebiyathaber.net (5 Ağustos 2023)