Söyleşi: Serkan Parlak
Burcu Yalçınkaya ile geçtiğimiz günlerde Mythos Kitap etiketiyle okurla buluşan ilk öykü kitabı “Gecenin Ölümü-Sisli Öyküler” hakkında konuştuk.
Burcu Hanım, ilk öykü kitabınız “Gecenin Ölümü-Sisli Öyküler” geçtiğimiz günlerde Mythos Kitap etiketiyle okurla buluştu. Kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve ilk kitabınızın ortaya çıkış sürecini anlatabilir misiniz?
Kurmacaya karşı ilgim kitaplara, bilinçli biçimde yönelmeye başladığım lise yıllarına denk geliyor sanırım. Henüz lisedeyken beni etkileyen yazarların elimden geldiğince bütün eserlerini okumaya çalışıyordum. Kafka, Aytmatov, Zweig, Tolstoy, Dostoyevski gibi yazarları detaylı biçimde okuyordum. Ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde Çeviribilim okurken kurmacaya çeviri yoluyla daha da yakınlaştım. Yirmiden fazla kitabın çevirmenliğini yaptım şimdiye kadar. Çeviride beni en çok cezbeden durum, bir eser ortaya koyabilmekti. Zaten çevirilerimi yaparken bir yandan da hep yazıyordum. Çeviri, yazın alanın içinde olmak demek aslında benim için. Ancak yazdıklarımı yayınlatma peşine gerçek anlamıyla düşmedim. Şimdilerde, elimde biriken dosyalarımı yayınlama kararı verdim. Kitabım çıktığında herkes bunları yenilerde yazmaya başladığımı düşündü. Ancak bunlar benim üniversite yıllarımda yazmaya başladıklarımdır; yani artık on, on beş yıl öncesine denk gelen bir dönem.
Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, otobiyografik öğeler, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da ilham kaynaklarınız neler oldu? Bu soruyla ilişkili olarak şunu da sormak isterim, metinlerinizin taslaklarını nasıl oluşturdunuz?
Yazmaya ilk başladığımda bir nedenim yoktu; sanki sadece yazmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Bunda bence çevirmen olmamın da etkisi var. Kendi dünyasında hep kitaplarla var olan, kitapları hayat amacı edinen biri olarak yazmak, olması gereken şeymiş gibi geliyor. Benim ilham kaynağım her zaman için okuduklarım oldu. Okuduklarımla kendi hayatımda olanlara, etrafta gördüklerime daha anlamlı baktığımı düşünüyorum. Elbette, okumak zaten insanı hiç düşünmediği alanlara yönelterek yeni bir bakış açısı sağlıyor. Benim yazıya başlamam için öncesinde o konuyla alakalı çeşitli okumalar yapmış olmam gerekir. Aklımda evirip çevirdiğim konu zaten bende etkisini bırakmışsa yazın olarak ortaya çıkar.
Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor; mekânlar, atmosfer, diyaloglar ve özellikle kişiler söz konusu olduğunda.
Yazarken çoğunlukla tanıdığım kişileri yazmaktan kaçınıyorum; sadece küçük ayrıntılar almaya çalışıyorum. Yahut, onların hayatlarındaki bir olay beni çok etkilediği ve üzerine söyleyecek sözüm, düşüncem varsa o olayı soyutlaştırarak aktarmayı tercih ediyorum. Olduğu gibi aktardığım diyalog çok az öykümde var; olanı yazmayı henüz sevmiyorum.
Burcu Hanım, okurlar olarak metni okurken aslında bizi sadece anlatıcı ilgilendirir. Yazar bizi ilgilendirmez, yaşam öyküsü dahil. Değerlendirmelerimizi anlatıcı üzerinden yaparız. Kurmaca metinlerde çözülmesi en zor konulardan olan anlatıcı meselesi hakkında öykülerinizde ne gibi problemlerle uğraştınız?
Her bir anlatının ifade ediliş biçimini, ele alınan konu ve yazarın belki de ne kadar müdahil olmak istediği oldukça etkiliyor. Anlatıcının, yazarın kendisi olmadığını yazdığım ve çevirdiğim eserlerde defalarca gördüm. Aslında ortaya çıkmaya çalışan bir anlatı var. Bu, bir öykü olarak mı roman ya da şiir olarak mı ortaya çıkacak bunu sanki hakikatten metnin kendisi biçimlendiriyor. Bazen hikayesini yazmayı düşündüğüm bir durumu aklımda şiire evriliyor. Hikayeye başlarken en temel konunun, anlatıcının konumu olduğunu düşünüyorum. Tam olarak nereden bakıyorsunuz ve ne diyeceksiniz.
Hikâyeler iç evrenimizin, kozmik yapımızın yansımaları olarak dünyayı daha katlanılabilir hale getiriyor. Ötekilere yazılıyor, öznel alana hitap ediyor, okura tesir etmeleri gerekiyor. Günlük hayatta katlanamayacağımız gerçekler hikâyede, romanda katlanılır hale geliyor. Özgürlük, korkular, ölüm, yaşam, varlık olarak insanın değeri, mutluluk, kadınlık durumları, yolculuk, zaman-bellek ilişkisi, hayatın anlamı ilk kitabınızda genel olarak ele aldığınız temalar. Bu kavramları deneme ve hikâye türleri üzerinden araştırıyor, daha görünür kılmaya çalışıyorsunuz, ne dersiniz?
Yaptığınız yorumun oldukça yerinde olduğunu düşünüyorum. Bu dosyamdaki eserlerin zaman ve korku üzerine en yoğun okumalarımı yaptığım o dönemin birer yansıması olduğu kanaatindeyim.
Burcu Hanım, sizce romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu? Son dönemde geçmişle hesaplaşma, ilişkiler, kadınlık ve erkeklik durumları, aile ve bireysel yabancılaşma mesela?
Elbette, hiçbirimiz herhangi bir etki altında kalmadan düşünce alanımızı yaratamıyoruz. İçinde yaşadığımız koşullar, dönem ve dönemin olayları yazdıklarımızı şekillendiriyor.
Son olarak sizi etkileyen yazarları ve kitapları sormak istiyorum.
Başka röportajlarda okuduğumda bu sorunun hep en zor soru olduğunu düşünürdüm. Kendime sorduğumda ise gerçekten aklımın karıştığını hissederdim; zira hangi yazarı söylesem eksik oluyordu. Yine de tekrar tekrar kitaplarını okuduğum ve okumaya devam ettiğim yazarları (şairleri de) şöyle sıralayabilirim: Ahmet Hamdi Tanpınar, Italo Calvino, Stefan Zweig, Kafka, Spinoza, Tomris Uyar, Haldun Taner, Özdemir Asaf, Ahmet Arif, Sait Faik Abasıyanık.
edebiyathaber.net (9 Ağustos 2023)
“Burcu Yalçınkaya: “İçinde yaşadığımız koşullar, dönem ve dönemin olayları yazdıklarımızı şekillendiriyor.”” üzerine bir yorum