Henüz bebekken akşam uykularını geç saatlere kadar erteler ve bir türlü uyuyamazmışım. Annemin tabiriyle gözlerim faltaşı gibi açık olur ve sürekli etrafı incelermişim. Bir sıkıntı olduğunu düşünüp beni doktora götürdüklerinde doktor “Çok çalışan bir beyni uyutmak zor olur,” demiş. Başka da bir problem çıkmamış. Çocuk yaşlarda, özellikle okula başladığım dönemler, ağlamadan konuşamazmışım. Biri bana soru sormaya görsün, hemen gözlerim dolar ve bir iki yutkunduktan sonra söze başlarmışım. Arkadaşlarım arasında “içine kapanık, asosyal” tanımlarını hak edişim bundandır. Üniversite sınavına hazırlanırken gittiğim etüt sınıflarından hep en küçük olan sınıfı seçerdim. Ne kadar az insan sığabilirse ya da ne kadar az tercih edilen bir sınıf olursa benim o kadar rahat etmem demekti. Çalışmalarımı ve ödevlerimi yakından takip eden hocam aileme, “Sınavı çözmekten çok sınavı düşünüyor. Birazcık rahatlasa istediği sonucu alacaktır,” demiş. Üniversite sınavına hazırlanırken sırf bu kadar düşünüp kendimi yorduğum gerçeği yüzünden psikolojik destek aldığımı bilirim mesela. Meslek seçimi sırasında ise psikoloji ve tıp gibi alanları elememe sebep olan şey ise karşı tarafın dertlerini kendi derdim gibi sahiplenip sağlığımı tehlikeye atma olasılığımdı.
Duygusal ilişkilerimde her şeyi kafaya taktığım ve bir yerden sonra çok abarttığım söylendiği için hep kendimi suçlamışımdır. Şimdilerde hâlâ çok derin bir uyku uyuyamam. En küçük bir ses uykumu bozmaya yetecek kadar gürültülü gelir kulağıma. Uzun uzun konuşmaktan yana sorunum olmasa da kapının çarpılması, göz devirme hareketlerine olan tahammülüm oldukça düşüktür. Bir şeyler yazacaksam ya da çalışacaksam mutlak sessizlik talep eder ya da dışarının gürültüsünü azaltacak seviyede olacak bir müzik açarım. Çok düşünür ve bu düşüncelerimi çoğunlukla yazıya dökerek beynimde dönüp durma eylemini azaltmaya çalışırım. Durdurmak mümkün değil çünkü. Artık ağlayarak konuşmuyorum fakat yine de bir eyleme başlamadan önce bütün duyguları çarpı beş şiddetinde yaşadığımın garantisini verebilirim. Bunları niye anlatıyorsun derseniz, işte tüm bunların bir adının olduğunu öğrenmemi sağlayan “Duyarlı” adlı kitap olduğunu söylemek içindi. Ben ne içine kapanık ne düşünerek abartan ne de başarısız biriymişim. Yalnızca duyarlıymışım.
Jenn Granneman ve Andre Sólo’nun hazırladığı Duyarlı kitabı, Sena Bayraktar çevirisiyle Timaş Yayınları’ndan çıktı. Anaokulunda oldukça saygılı ve nazik davranan fakat teneffüslerde bir yağmur suyu kanalına saklanan çocuk ile liderlik vasfında çok iyi olan, oyunları çok iyi yöneten, değişik fikirler ile etkinliklere yeni bir boyut kazandıran fakat etkinlik günü hiçbir şekilde katılımda bulunmayan, sevinç nidalarına eşlik etmeyen yalnızca köşede oturan çocuk büyüdüklerinde kendilerine yapıştırılan yanlış etiketleri üzerlerinden atıyor ve bu durumun sadece “duyarlı” oldukları için başlarından geçtiklerini kabulleniyor. Beraber kurdukları Sensitive Refuge adlı site aracılığıyla kendileri gibi duyarlı olan insanlara yalnız olmadıklarını göstermek için çabalıyor ve duyarlılığı anlatıyorlar. Duyarlı, işte bu anlatımların ve yaşanmışlıkların birikiminden oluşan adeta bir duyarlılık kullanım kılavuzu niteliği taşıyan kitap olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki dünyanın %30’unu kapsayan duyarlı insanlardan biri olduğumu bana da gösterdiler.
Duyarlı kitabı; güçlü, akıllı, çevik ve benzeri sıfatlarla nitelenen insanların duyarlılık söz konusu olduğu zaman hassas ya da duyarlı demekten kaçınarak bir psikolojik bozukluk, duygusal eksiklik, düzeltilmesi gereken bir sorun olarak görmek yerine yalnızca duyarlı veya hassas diyebilmeyi anlatımın merkezine alıyor. Çünkü duyarlı olan insanlar çok düşündükleri için ayrıntıcıdır, hisleri ve duyuları kuvvetli olduğu için problemi önceden sezebilir, başladıkları işi bitirmenin hassasiyetine sahip oldukları için memnun eder, duyguları olduğundan daha fazla hissedebildiği için duygusal ilişkilerde karşı tarafı fazlaca önemseyip mutlu edebilir. Şu konuda yanlış anlaşılma olmasın: Duyarlı insanlar da güçlüdür, akıllıdır veya çeviktir. Bunun bir niteleme sırasında seçim olmadığını belirtmek isterim. Yalnızca sıfatların yanına bunu da eklemek gerektiğini söylüyorum. Çünkü hassas insanlar bunun bir eksiklik olarak görülmesi sebebiyle Güçlü Ol Miti adı verilen hassaslıklarını gizleme yöntemi geliştirmişlerdir. Buna mecbur eden toplumun ta kendisidir. “Neden böylesiniz? Buradaki sorumlu DNA’nız mı, yaşam deneyimleriniz mi? Artık öğrendik. Cevap her ikisi de.”
Granneman ve Sólo, içimizde duyarlı olan zihinler olmasaydı hiç var olmayacak o şeylerin de kısa bir listesini sunmuş. Bunlardan birkaçı: Netflix, Maya Angelou’nun Kafesteki Kuşun Şarkısı, Klimt’in Öpücük tablosu, evrim teorisi, ilk NFT… Bununla birlikte duyarlı olduğunu bildiğimiz birkaç ünlü isim de kitapta geçiyor. Bunlar: Bruce Sprinsteen, Nicole Kidman, Lorde, Elton John, Dolly Parton… Görünen o ki, duyarlı insanların eksiklik olarak nitelendirdiğiniz o duyarlılıklarıyla ürettiği düşünceleri kabullenmekte ve benimsemekte o kadar da şüpheci değilsiniz. İnsanına karşı da olmamalısınız.
Genetik olması sebebiyle çocukluktan başlayarak duyarlılığı baskılamamak gerektiğinin altını çizen Duyarlı, hassas olduklarını fark ettiğiniz çocuğunuza yüksek sesle uyarıda bulunmamanızı, ona kendisini iyi ve rahat hissedeceği özel alanı yaratmasında yardımcı ve müsamahakâr olmanızı, “pasif, zayıf” gibi nitelendirmelerden kaçınmanızı söylüyor. Böyle bir zihin yapısında yetişen çocuk istemsiz olarak Güçlü Ol Miti’ni geliştirecek ve yeteneklerini küçük kapalı bir kutuda saklayarak olduğundan daha düşük standartta bir hayata razı olacaktır. “Duyarlılar için çatışmayı daha güvenli kılmanın yolu da bağırmayı, kapı çarpmayı, göz devirmeyi, hakaretleri, ayıplanmayı, tehditleri veya güçlü öfke ve hayal kırıklığı ifadelerini ilişkinizden silip atmaktır.”
Dünyanın yumuşak tarafını yaratan hassas insanların kendisini tanıması, Jenn Granneman’ın tabiriyle “duyarlılıklarını artık fısıltıyla konuşmak zorunda hissetmemesi”, duyarlı olmayanların ise çevrelerinde bulunan duyarlı insanlara olan tavırlarının, düşüncelerinin değişmesi ve onlara yaşatılan bu baskının hafifletilmesi için yazılmış olan Duyarlı kitabı, işte böyle bir boşluktan doğmuş. Son sözlerimi Kurt Vonnegut’a devrederken Duyarlı kitabının kimin eline ulaşırsa ona fayda sağlaması dileklerimi iletiyorum. Kanaryalara selamlar.
“Roman yazarı Kurt Vonnegut bir keresinde, dünyanın duyarlı sanatçılara ihtiyaç duyduğunu çünkü duyarlıların, insanlığın kanaryaları olduğunu söylemişti. Duyarlılar, zehirli gazlarla dolu kömür madenlerinde, “daha gürbüz türlerin tehlikeyi hissetmelerinden çok daha önce” fenalaşıp düşüyorlardı. Biz, duyarlı insanları farklı bir açıdan görmeyi tercih ediyoruz. Ne de olsa kanaryalar kafeslerde yaşar ve mesajlarını ulaştırmanın yolu kendilerini feda etmekten geçer. Duyarlı insanlar bu işi şimdiye kadar fazlasıyla yaptı. Onları uzun süredir engelleyen kafesi yıkmanın zamanı artık geldi. Bu insanların duyarlılığını zayıflık olarak görmek yerine aslında olduğu gibi, yani güçlü bir yan olarak görmeye başlamamız gerekiyor. Duyarlı olmayı ve onun bize sunduklarını bağrımıza basma zamanımız geldi de geçiyor.”
edebiyathaber.net (15 Ağustos 2023)