Jaguar Kitap’ın Türk okuruyla buluşturduğu Böcü, ünlü Tolstoy ailesinin bir ferdi olan 1951 doğumlu Tatyana Tolstaya’nın 2000 yılında yayımlanmış ilk romanı. Eser, dili ustalıkla kullanarak güçlü bir kıyamet sonrası hikâye anlatıyor.
Böcü nasıl ve tam olarak ne zaman gerçekleştiğini bilmediğimiz bir nükleer patlamadan iki yüz yıl sonra Moskova’da geçen bir hikâye, kasvet ve kara mizah yüklü bir distopya. Patlama sırasında sağ kalan az sayıda insan sadece doğal olmayan nedenlerle hayatlarının son bulduğu bir tür ölümsüzlüğe kavuşmuş. Patlamadan sonra doğanlarsa bu ayrıcalığa sahip olmadıkları gibi pek çoğunun da türlü türlü çirkinlikleri var. Toplum cehalet ve batıl inançlar üzerine kurulmuş. Kaba ve sığ bir kültüre sahip. Bu toplumdaki yaygın bir inanışa göre patlama öncesinden kalan kitaplar zehirli ve onlara dokunmak bile ölüme neden olabilir. Fareler temel besin maddesi ve para birimi. Kahramanımız Benedikt, bu koşullar altında aslında oldukça iyi bir hayata sahip olan, şehrin yöneticisi Fyodor Kuzmiç’in bildirgelerini ve eserlerini çoğaltan bir kâtip. Tam olarak ne olduğu bilinmeyen “böcü” herkes gibi onun da benliğine korkular salıyor. Günlük hayatını yaşarken çeşitli tesadüflerin sonunda bu sıradan adam geçmişten gelen yasaklanmış kalıntılarla tanışıyor: kitaplar. Bu tanışmaya paralel Benedikt’in yaşamı değişirken başlarda sadece sezinlediğimiz gücü elinde tutanların çürümüşlüğüne de tanık oluyoruz.
Kitapların bu romandaki işlevi biraz daha dikkate değer. Patlama öncesiyle sonrası arasındaki, bu ilkel ve kaba toplumu ileriye götürme potansiyeline sahip kırılgan bağ bu kitaplar. Ve bu bağ bahsettiğimiz iktidar sahipleri tarafından intihalle, şiddetle, batıl inançlarla manipüle ediliyor.
Romanın öne çıkan özelliklerinden biri de kullanılan dil. Toplumun ilkelliğini ve kabalığını yansıtan bu dil tahrif edilmiş, kasıtlı yanlışlarla dolu. Çevirmen Eyüp Karakuş bu dili bizlere taşırken takdire şayan bir iş çıkarmış.
Bu romanı Rus edebiyatında doğru yere oturtabilmek için Sovyetler Birliği’nin ütopya ve distopya geleneğine kısa da olsa değinmek ihtiyacı bulunuyor. Devrim’in hemen ardından, komünist bir geleceğe ilişkin hayaller kuran, yeni kimlikler tasavvur etmeye çalışan Sovyetler Birliği yirminci yüzyılın başında ütopyalarda kendi mitolojisini inşa etmeye başladı. İç savaşın yıkımını yaşayan toplumdaki bu gelecek tasarılarının ve onların sonuçlarının tartışılması ihtiyacıysa, kaçınılmaz olarak, ütopyaların yanına distopyaları da koydu. Yevgeni Zamyatin ve Andrey Platonov gibi yazarlar uçlara taşınmış rasyonelliği, otoriter rejimleri, toplum ve birey çatışmalarını, insanın direnme gücünü, teknoloji ve sanayileşmenin etkilerini distopyalarla bizlere aktardı. Ütopyalar olarak kurulan dünyalar, karanlık distopik sonuçlar doğurdu, distopyalar da yeni ütopyalar. Böcü de bu distopya edebiyatının mirasına saygı gösterirken bu türe yeni bir soluk getiriyor, geleneği ve yeniliği özenle harmanlıyor.
Böcü’nün sayfalarını kapatırken, geçmişi korumakla geleceği kurmak arasındaki hassas dengeye dair sorularla baş başa kalıyoruz. Edebiyat, gerçeğin kolaylıkla farklı şekillere sokulduğu dünyamızda bir kez daha bize ayna tutma görevini yerine getiriyor. Üstüne üstlük Tatyana Tolstaya bütün bunları yaparken kara mizahı ve dili ustaca kullanıyor.
edebiyathaber.net (21 Ağustos 2023)