Başını kaldırmış ampule bakıyordu. Işık saçan o küçük şeye. O güneş taklidi şey sineklerle kaplıydı. Avizede dönüp duran ve yine ampule konan sineklerle. Gözlerini ovdu. Nemlenmişti gözleri. Zaten uykusuzluktan ağırlaşan göz torbaları ışığın her hareketiyle irkiliyordu. Ellerine baktı ışıkta. Çok fazla çizgi vardı. Çok fazla. Bunlar, dedi kendi kendine, neye işaret ediyor. Bunların bir anlamı var mı? Sinekler durmadan uçuşuyordu. Ellerine konmuşlardı. Çizgilerde kayboluyor, eline pisliyorlardı. Gözlüklerini aradı. Yere eğilmek istedi fakat eğilemedi. Tekrar denedi. Başaramadı. Vazgeçti. Neden başaramadığını merak etmiyor değildi ama şu an bunu öğrenmek isteyip istemediğinden emin değildi. Başını yukarı kaldırdı. Tekrar ampule baktı ama ışığı göremedi. Sinekleri gördü. Milyonlarca sinek. Durmadan uçuşuyorlardı, vızıldıyorlardı. Anlamsız kanat çırpıyorlardı. Nereye gittiklerini bildikleri yoktu. Biri nereye giderse hepsi oraya gidiyor, hepsi nereye giderse biri oraya gidiyordu. Anlamsız kelime öbekleri gibiydiler. Var olmak için gerekli olan tüm amaçları programlanmıştı. Gözleri neyi görmeye ayarlandıysa onu görüyorlar, başka bir şeylerin hayalini bile kurmuyorlardı. Ellerini sıktı. Elleri terlemişti. Sanrılarını düşündü. Nöbetlerini hissetti. Yeni bir nöbete hazır değildi. Sinekler vızıldıyordu. Sinekler susmuyordu. Kanat çırpışları beyninde toz kalkmasına neden oluyordu.
Kafası hala sineklere odaklanmışken, pencereden dışarıya baktı. Bütün bu iki ayaklılar. Bütün bu yürüyen organizmalar; konuşan, sevişen, içen, öldüren. Tüm pislik dışarıdaydı. İnsan kendi içinde kötüdür, diye düşündü, cennet yok, sadece cehennem var; o da tam burada, buralarda, sokaklarda. Hayır, aslında sokaklarda değil, sokakları adımlayanlarda. Sandalyeden indi. Oturdu. Elini yanındaki küçük masaya attı. İlaçlarını aldı. Kutuyu açtı. Hepsinden birer tane olmak üzere toplam 6 hapı aynı anda ağzına attı. Su bardağını kavradı. Gözleri anlamsızlaştı. Hapları yutmadığı için nefes almakta zorlanıyordu. Bardağı sıktı. Eğer, diye başladı içinde bir ses, eğer bu bardak gerçekse, sen ona yeterince kuvvet uyguladığında kırılır. Kırılmamalı, diye cevapladı kendisi, kırılırsa haplarımı alamam. Salak, zaten haplarının sana bir faydası yok ki; var mı? Sen söyle. Yok. E o zaman alma şu küçük şeyleri. Anlamıyor musun hala, doktorlar seni kandırıyor. Tek amaçları paranı almak. Hayır, değil. Onlar bana yardım etmeye çalışıyor. Neyle? Bu işe yaramaz küçük şeylerle mi? Şu sineklere bak. Onlar bile sana doktorlardan daha çok yardım ediyor. Gözlerini sineklere dikti yine. Vızz.
Söndürdü ışıkları. Sinekler dört bir yana dağılırken o kendini toplamaya çalışıyordu. Bir arabanın girdiğini duydu sokağa. Sessiz kelimeler, tiz kahkahalar, abartılı öpüşmeler, yapmacık vedalaşmalar. Karşıki dairenin lambası yandı. Kırk yaşlarında biraz hantal ama garip bir çekiciliğe sahip bir kadın cama yanaştı. Sigarasını yaktı. Elini çenesine dayadı ve sokağı gözlemeye başladı. Işığa üşüştü sinekler. Camın saydamlığı neredeyse yok olmuştu. Kadın elbisesinin eteğini eliyle topladı ve oturdu sandalyeye. Gözünü sokağa dikti. Sinekler vızıldadı. Adam esnedi. Güneş yükselmeye başladı. Sinekler yeni bir su kaynağı bulan çöl insanları gibi üşüştü pencerenin camına. Pervazından bile ışığa ulaşmak istiyordu sinekler. Vızır vızır dönüyorlardı camın etrafında, yapışıyorlardı cama. Kadın ikinci sigarasını yaktı. Adam kalktı. Mutfağa yöneldi. Üç günlük kolasını aldı. Kapağını açmaya çalıştı ama kapak yoktu, neden sonra hatırladı. Kapak kaybolmuştu. Artık şekerlenmiş olan kolayı bir bardağa döktü. Dolaptan yerfıstığı aldı, bir tabağa döktü. Yine esnedi. Gerindi. Oturma odasına, sandalyesine döndü. Kadın yeni bir sigara yakıyordu. Güneş yeni doğuyordu. Adam yerfıstığının kabuklarına bakıyordu.
Bu kabuklar, bu kimi sert, kimi yumuşak; kimi cevher dolu, kimi pislik kabuklar ona bambaşka şeyleri hatırlattı. Başını kaldırdı ve kadına baktı tekrar. Kadın onu fark etmişti sanki. Yüzüne zoraki bir gülümseme kondurmuştu. Adam başıyla selam verdi. Işıkları kapattı. Kadın perdeyi iyice açtı. Sokağı gözlemeye başladı. Birini bekliyordu sanki. Adam kabukları birer birer, büyük bir hırsla kırmaya başladı. Sonuna kadar parçalıyordu kabukları. İntikam, diye fısıldıyordu içindeki ses, intikam. Kabuklar kırılıyor, içlerindeki fıstıklar parçalanıyordu. Hepsi intikam içindi. Kabuklar kırıldıkça, kırılan kabuklar yere düştükçe daha da rahatlıyordu sanki. Konuşmak istemiyordu hiç. Kadına baktı tekrar. Elindeki kabuklara olan ilgisi bir anda kadına kaydı. Yüzünde bir nefretle kadına baktı. Aslında kişisel olarak kadınla bir derdi yoktu. Bir yerfıstığı aldı, gözlerini kadının gözlerine dikti. Derinlere baktı. Kadının ruhuna kadar düştü gözleri. Hayır. Nefret ettiği kadın değildi. Öyle mi? Hayır, değil. Peki, nedir benim nefret ettiğim bu kadar?
Gözleri kadının gözlerindeydi. Yerfıstığının kabuğuna yavaşça değdi parmakları. Gittikçe artan bir güçle bastırdı kabuklara. Gereğinden sert olan kabuk inledi, ikiye bölündü ve meyvesiyle birlikte bıraktı kendini. Yüzü buruşmuştu adamın. Fazla kuvvet yormuştu bedenini. Neden bu kadar zor kırıldı bu kabuk? Kadına bakıyordun, o yüzden. Ne fark eder ki, benim kırdığım kabuk, kadın değil. Öyle mi?
Hırsla kalktı. Aynanın karşısına geçti. Gözlerini kendine dikti. Gözlerine baktı. Derinlere inmeye çalıştı. Dikenli yollar vardı önünde, aşılması güç engeller. Diretti. Yoruldu. Kıvrandı bedeni. Ama o daha derinlere inmek için elinden gelenin fazlasını yaptı.
Sonunda pes etti. Pencereye döndü. Sandalyesine oturdu. Kolasından bir yudum aldı. Bozulmuş o kola. Hayır, sadece şekerlenmiş. Kolaya baktı. Kola bozulmuştu. Ya ben? Sen, ne? Ben de bozuldum mu? Değiştim mi? Kim bilir. Sen bilmelisin. Kadına bak.
Kadın, elinde sigarası, merak, korku ve acıma dolu garip bir yüz ifadesiyle adama bakıyordu. Gözleri dolmuştu. Gözlerinden bir çiy damlası sigarasına damladı. Hala çıkarmadığı elbisesinin eteğiyle gözlerini sildi kadın. Hafif sarkmış göğüsleri hıçkırıklarının etkisiyle sallanıyordu. Makyajı akmaya başlamıştı.
Adam kabukları kırmaya devam etti. Kırılan her kabukta sanki daha bir rahatlıyordu. Kadına meydan okurcasına baktı. Kadın büzüldü. Sarsıldı. Bu kadından ne istiyorum? Kadından bir şey istediğin yok. Geçmişi hatırlamaya çalıştı. Birkaç tatlı gülücük, kucaklaşma ve bir çift bembeyaz el dışında hiçbir şey hatırlamadı. Hızla yatak odasına gitti. Ona gidiyorum. Gitmelisin. Neden? Gidince anlarsın. Paltosunu giydi. Sigarasını aldı, bir tane yaktı. Kapıyı çarparak merdivenlere geldi. Ayakkabısını giydi. Merdivenleri aceleyle indi. Kadının oturduğu apartmanın kapısına geldiği an kapı açıldı.
Şaşırarak etrafına baktı. Koridoru inceledi. Solda posta kutuları, sağda sayaçlar, altında siyah camdan koridor taşları. Neresi burası? Karşıki apartman. Güzelmiş. Başını eğerek içeri girdi. İçinde belirsiz bir korku vardı. Gereksiz bir paranoya. Sürekli tetikteydi, beslenen geyik misali. İlk basamağa basmaya çekindi. Ayağını hafifçe kaldırdı. İndirirken kararsızdı. İçinde doğan garip bir kararlılıkla merdivenleri çıkmaya başladı. Duvarlarda çöp adamlar vardı, küçük ellerin çizdiği küçük çöp adamlar. Hayata neşeyle bakan, kirlenmemiş küçük çöp adamlar, dedi içinden, hep şu an olduğunuz gibi kalacaksınız. Dertsiz. Tasasız. Yalnız. Küçük çöp adamlarsınız. Sen nesin? Sussana biraz. Küçük elleri düşünüyorum. Bir zamanlar senin de ellerin küçüktü. Ellerin büyüdükçe çizdiğin tüm çöp adamları sildin defter yapraklarından. Yerlerini küçük çöp kadınlar aldı önce. Sonra büyük çöp adamlar ve kadınlar. Sonrası ise boş defter yaprakları. Yıllardır tek çizdiğin küçük pencereler. Sus! Tamam.
Merdivenleri sessizce çıkıyordu. Yukarıdan hafif bir esinti geliyordu arada bir, bir nefes alımı zamanda. Birden fazla nefes kadar güçlü. Apartmanda hiç ses yoktu. Ya herkes derin bir uykudaydı. Ya da burası boştu. Sinekler? Sinekler de mi yok? Vızz. Hayır onlar oradaydı.
Merdivenleri tırmandıkça içindeki korku büyüdü. Kadının ona garip bir acımayla bakan iri, güzel gözleri onu korkutmaya başladı. Ya kadının tüm sempatisi acımadan ibaretse. Hayır. Yine mi sen? Yine ben; olay acımadan ibaret değil. Onu tanımıyorum bile. Tanıyorsun. Kapa çeneni. Merdivenler ıslaktı. Bir kenarda durmaktan aşınmış tabanları kayıyordu. Çık çık bitmiyordu merdivenler. Lanet sinekler de susmak bilmiyordu. Sigara. Paketim nerede?
Sol cep, sağ cep, gömlek cebi. Yok. Aşağıya doğru yol alacaktı ki kadın kapıyı araladı. Teninden yayılan eşsiz çikolata kokusu onu ani bir ereksiyona sürüklerken aklına eski sevgilisinin de bu parfümü kullandığı geldi. Eski sevgilisi, kadını. Nefesinin başlangıcı, dolaşımı. Sürekli içinde tutmak istediği; durmadan bedenini, ruhunu turlasın istediği. Her sabah aynı sese, aynı tene, aynı kokuya uyanmak. Nasıl göründüğünü bile hatırlamıyordu. Ama teninin kokusu, gözlerinin ışıltısı ve gidişinin güzelliği onu hala terk etmiyordu.
“Sigaran var mı?”
“Sanırım. Bırakalı uzun süre oldu. Ama dolapta bir paket vardı. İçeri gel.”
Ürkekçe attı adımlarını salona doğru. Ayakkabılarını çıkarmalı mıydı? Kapının ardında kalmalı onlar. Bu yeni evi kirletmemeli. Çıkarmana gerek yok, dedi kadın.
Ahmet Murat Sefer – edebiyathaber.net (28 Mart 2012)