Edebiyat tarihi dersleri, kitapların içeriği ve yenilenmeyen yöntemleri nedeniyle çoğu kez sıkıcı, ciddi ve renksiz dersler arasında gösterilir. Kültür tarihinin yaratıcıları olan yazarların yaşamı ve yapıtlarının kronolojik düzenle işlendiği edebiyat tarihi kitapları, farklı bakış açısıyla hazırlanmaları durumunda ilgiyle okunan, yazarlar ve yapıtlarına yönelik merak ve heyecan uyandıran kitaplara dönüşürler. Bu dönüşüm, yaratıcılık ve dinamizm gerektiren bir süreç içinde şekillenerek gerçekleşir. Edebiyat tarihi yazarının farklı bakış açısı ve yaratıcı tarzının yanı sıra keyifli üslubu yapıta bambaşka renkler kazandırır, okuyanın zihninde yepyeni düş ve düşünce pencereleri açarak edebiyat sanatına ilgiyi artırır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) otuz yıldan beri üniversitelerde verdiği derslerle tanınan Elliot Engel, Oscar Nasıl Wilde Oldu? adıyla çevrilen kitabında edebiyat tarihine farklı cephelerden bakmamızı sağlıyor; bizi yazarların yaşamının ilginç, sıra dışı yönlerine ve yapıtların derinlikli dünyasına davet ediyor. Kitabın alt başlığının “…ve diğer Edebiyatçıların Okulda Öğrenemediğiniz Yaşamları” oluşu, okullardaki kitaplardan daha farklı bir edebiyat tarihi kitabını işaret ediyor.
Elliot Engel’in yazarların yaşam öyküsüne dayalı edebi eleştiriden yana olduğunu okuyoruz ilk sayfalarda. “…yaşam öykülerine dayalı edebi eleştirmenlik akımının bir üyesi olmaktan gurur duyuyorum ve Freud’cu, Marx’çı, postyapısalcı, dekonstrüktivist ya da benzeri edebi akımlardan hep uzak durdum.” sözleriyle kendini ifade ediyor Elliot Engel. Yazarın yaşamından yola çıkarak yapıtlarına açılmayı, daha canlı ve dinamik bir yazınsal ilişki olarak görmek, yazarla yapıt arasında diyalektik bir bağın varlığını belirtmek mümkün. Elliot Engel kitabında bu bağdan hareket ederek önemli yazınsal sonuçlara ulaşıyor.
Edebiyat eserlerini yaratan yazarların yaşamı, farklı ve sıra dışı yönleri daima merak uyandırmış; ilginç anekdotlara konu olmuştur. Yazar, Oscar Nasıl Wilde Oldu?’da Anglo-Amerikan edebiyatına yön veren ve İngiliz dilinde önemli yapıtlara imza atan 19 yazarın yaşamı ve yazı dünyasına eğiliyor. 14. yüzyıldan Geoffrey Chaucer’la başlıyor, 16. yy. dehası William Shakespeare’den sonra sırayı 18. yüzyıl yazarı Jane Austen’e veriyor. Kitabın ağırlık merkezini 19. yüzyıl edebiyatçıları oluşturuyor: Edgar Allen Poe, Charlotte ve Emily Bronte, Elizabeth Barret Browning/Robert Browning, Charles Dickens, George Eliot, Emily Dickinson, Oscar Wilde, Mark Twain… 20. yüzyıla damgasını vuran Thomas Hardy, Sir Arthur Conan Doyle, D.H. Lawrence, F. Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway ve Robert Frost’un yaşam öyküleri ve yapıtları ilginç ayrıntılarla anlatılıyor. Yazarların az bilinen yönlerinin renkli anekdotlarla anlatıldığı bu edebiyat incelemesinde sürükleyici bir romanı okur gibi dikkat ve ilgimizi anlatılanlara yoğunlaştırıyoruz. Metinlerin derinliğine inerken insanlık tarihinin ve evrensel insan gerçeğinin gizemlerine ulaşıyoruz. Bu yazıları, öğrencileri eğitmek, eğlendirmek ve onlara esin kaynağı olmak üzere hazırladığını belirtiyor yazar. Bölümlerin keyifli ve nitelikli bir deneme üslubuyla yazılmış olması; bu üslubun çeviriye yansıması, kitabın değerini artıran etmenler arasında.
Yazarların yaşamı ve yaşadıkları dönemle ilgili öyle ilginç durumlar anlatılmış ki bunların çoğuyla ilk kez karşılaşıyor olabilirsiniz. Matbaa öncesinde yazılan Canterbury Hikâyeleri’nin Chaucer tarafından yüksek sesle okunmak üzere kaleme alındığını; hikâyelerin hac yolculuğunda geçtiğini öğrenirken, İngiliz dilinden bazı sözcüklerin etimolojik kökenlerine de iniyorsunuz: O yıllarda Hıristiyan hacıları kapüşonlu bol pelerin giyerlerdi; yolda haydudun biri hacıyı yakalamaya çalıştığında pelerini son derece bol olduğu için hacı haydudun elinden kolayca kurtulup kaçabilirdi. “Chaucer’in hacılarından günümüze ulaşan bir İngilizce sözcük vardır: Escape(kaçmak) Escape ex(dışına) capus(pelerin) sözcüklerinin oluşturduğu bir sözcüktür yani pelerinin dışına çıkmak anlamına gelir.” diye sürüyor satırlar.
Kitabın en ilginç anekdotlarını, yaşamı efsaneleşen Shakespeare ile ilgili olanlar oluşturuyor. Shakespeare’in yapıtlarının ona ait olmadığını iddia edenlere karşı, Elliot Engel, Shakespeare’in yaşadığı dönem (16. yüzyıl) İngiliz eğitim sistemi üstüne ciddi araştırmalar sonucunda ulaşılan bilgilerin önemine dikkatleri çekiyor. Bu dönemde bir taşra kasabasında bile parlak bir öğrencinin on beş yaşına geldiğinde mükemmel bir klasik eğitim almış olduğunu; günümüzdeki İngiliz tarihi doktorası adaylarının bilgisine ek olarak Yunan ve Roma mitolojileri lisansüstü adaylarının bilgisini edinebildiğini vurgulayarak Shakespeare’in muhteşem yapıtlarını sağlam kültürel altyapı üzerine kurmuş olduğunu belirtiyor. O dönemde bütün tiyatroların içinde sahneye atılmak üzere domates satılırdı; Shakespeare’in hiçbir oyununda domates atılmamıştı; çünkü “Shakespeare, izleyenleri oyunun başından sonuna kadar büyüleyip sahneye bağlayabilme yeteneğine sahipti.” Shakespeare’in, İngilizceye yaklaşık üç bin yeni sözcük armağan ettiğini öğrenmek heyecan veriyor insana; bu sayıyı on bine çıkaran eleştirmenler var. Yazarın, yapıtlarını oluşturduğu dile yaratıcı katkılar sağladığını görüyor, dil-edebiyat ilişkisindeki dinamikleri keşfediyoruz böylelikle.
Sonra, Jane Austen’ın yazar olarak mücadelesine tanık oluyoruz. O dönemde erkekler yaşamın her alanına, edebiyata ve dile egemendi; kadınların bu alanda uğraşmaları hoş karşılanmıyordu. Jane Austen romanlarını adsız olarak yayımlayabildi. İngilizcede kadınlara uzun süre, yazan(writer) dendiğini; yazar(author) olarak adlandırılmadıklarını öğreniyoruz; çünkü otorite(authority) sadece erkeklere aitti ve yazmak tamamen eril bir iş olarak görülüyordu. Austen, her şeyden önce eril dille baş etmek durumundaydı.
Kitaptaki yazar yaşamlarından en dramatik olanı Edgar Allen Poe’ya ait. Çevresinde soluk alan ölüm ve mezarlık mekânları Poe’nun yazgısını şekillendiriyordu, yazdıklarını da.
Charlotte ve Emily Bronte kardeşlerin çocukken oyunlarında harika bir düşsel dünya kurmalarını, oyundan öykü yaratmaya geçmelerini ilgiyle okuyor; düş gücünün çok erken yaşlarda oluştuğuna tanık oluyoruz. Kısacık yaşamlarında Jane Eyre, Uğultulu Tepeler gibi romanlarını erkek adıyla yayımlayabildiklerini öğreniyoruz.
Charles Dickens’ın yaşarken ünü ABD’ye kadar yayılan ve çok satan bir yazar olduğunu okumak ilginç geliyor insana. Sayfalar arasında Dickens’in romanlarının hayli kalın oluşunun gizemine ulaşıyor; Dickens’ın kâğıt sırtlı kitabın mucidi olduğunu, fasiküller halindeki romanları dolayısıyla günümüzdeki TV dizilerinin temel formatını icat ettiğini; inanılmaz ticari zekâsı sayesinde ‘aynı kitabı aynı okurlara üç kez satabilen tek yazar’ olduğunu hayretle okuyoruz.
Kitapta Oscar Wilde’ın sıra dışı yaşamının ayrıntılarına ulaşılıyor ve yaşamı boyunca ikiyüzlü bulduğu Victoria ahlakını alt üst etmeye yönelik bir çaba içinde olduğu görülüyor.
Mark Twain’in takma ad olduğunu çok kişi bilmez. Gençlik yaşamının her anında Mississippi nehri akan genç adamın Mark Twain adını almasının gerçek hikâyesi kitabın içinde okurunu bekliyor. Güneyli bir beyaz olan Mark Twain’in, kahramanlarından birinin siyahî olduğu Huckleberry Finn’i yazarak toplumsal önyargıları aşması da takdirle okunuyor.
Yapıtlarının sinemaya uyarlanması sayesinde epeyce para kazanan ilk yazarın Thomas Hardy olduğunu öğreniyoruz sayfalardaki okuma yolculuğumuzda. Sherlock Holmes ve Watson’un iki kişiliğe bölünmüş yazar Arthur Conan Doyle olması nedeniyle birbirlerinden ayrılmadıkları yorumu üzerinde düşünüyoruz ayrıca.
D.H. Lawrence’ın Freud kuramından yararlanan ilk romanı (Oğullar ve Sevgililer)yazdığı; F.Scott Fitzgerald’ın romanlarında o güne dek benimsenen tipik Amerikalı kız imgesini değiştirdiği; onları karısı Zelda’dan esinlenerek yarattığı anlatılıyor. Hemingway’in fiziksel güce dayalı erkeksi bir dünyası olduğu; metne sadelik, kısalık ve yoğunluk kazandırdığı, böylelikle farklı bir biçemin yolunu açtığı da dile getiriliyor.
Eğlenceli, renkli olduğu kadar bilgilendirici ve ufuk açıcı Oscar Nasıl Wilde Oldu?, uzmanların yanı sıra öğrencilere hitap eden, edebiyat meraklılarının ilgisini çekebilecek nitelikte bir kitap. Bu sıra dışı edebiyat tarihine her şeyden önce yazarının olağanüstü içtenliğinin damgasını vurduğunu da belirtmeliyim. Edebiyat eğitiminde içtenlik yaratıcılık kadar önemlidir bence.
Yazan: Hülya Soyşekerci, sanatedebiyatsitem.blogspot.com/ (02 Nisan 2012)
Bu yazı, Taraf Kitap’ın ilk sayısında yayımlandı.