Hasret hayalleri hep bize yağar.
Aşık Zülali
Kimi zaman gölge cisimden önce gelir; canı sıkılır, doğrulup kalkar ve gerçek bir nesne olmakla.
Yazar Faruk Duman’ın 2023 yalında Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından basılarak raflarda yerini alan öykü kitabı Kargasabunu, uzun yıllara yayılan bir çalışmanın ürünü. Büyüklerinden dinlediği, dilden dile dolaşan büyülü masallar ve çocukken okuduğu macera kitapları, kültürümüze ait destanlar ve hikâyeler Kargasabunu öykü derlemesinin kaynağını oluşturuyor. Bu masallar anlatılırken ortaya çıkan ünlemler, anlatıcının yorumları ve üsluba kattığı zenginlik öykülerinde kullandığı dili zenginleştiriyor. Uçsuz bucaksız bir kaynak olan masallarımıza, yarattığı yeni kahramanlar ve eklediği olaylarla kurguladığı öyküler, zengin bir anlatım ve yeni bir solukla okurunu selamlıyor.
Doğayla arasındaki tılsımlı bağın kaynağını, yaşadığı yörede anlatılan hikayeler, çetin geçen kış gecelerine misafir olan masallar ve çocukluk çağı korkularına bağlayan yazarımız, her kitabında olduğu gibi bu kitabında da ormanın gizemli dünyasının kapılarını okura açıyor.
Faruk Nafiz Duman, 1974’te Ardahan’da dünyaya geldi. Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nden mezun oldu. Öyküleri 1991 yılından beri Yazıt, Damar, Papirüs, Adam Öykü gibi dergilerde yayınlandı. 1996 yılında Çankaya Belediyesinin Öykü-Şiir Yarışması’nda Çocuk Öyküleri dalında ikincilik aldı. Bu öyküleri Mızıkçı Mızıkçı adıyla yayınlandı. 1998’de Orhan Kemal ödülleri öykü dalında ikincilik aldı. 2003-2018 yılları arasında Can Yayınları’nda editörlük yaptı. 1997 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı Seslerde Başka Sesler ile Orhan Kemal Öykü Ödülü (ikincilik) aldı. 24 kitabı olan yazarımızın ilk kitaplarından 1999’da yayımlanan Av Dönüşleri adlı öykü kitabı ile 2000 Sait Faik Hikâye Armağanı’na, Keder Atlısı öykü kitabıyla da 2004 Haldun Taner Öykü Ödülü’ne değer görüldü. 2010 da yayımlanan İncir Tarihi romanıyla 2011 Yunus Nadi Roman Ödülü, Adsız Deniz ile 2011 Mehmet Fuat Deneme Ödülü, Köpekler İçin Gece Müziği ile 2014 Dünya Kitap Ödülü ve Necati Cumalı Edebiyat Ödülü aldı. Sus Barbatus!, romanıyla 2019 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı alan Faruk Duman, 2012-2015 yılları arasında arkadaşlarıyla birlikte “Sarnıç” ve “Öykü Gazetesi”ni çıkardı. Hikâye, roman, deneme, çocuk edebiyatı türlerinde eserler veren üretken bir yazardır.
Kargasabunu on tılsımlı öyküden oluşuyor. Okuru masal dünyasında gezintiye çıkaran ilk öykü “Meşe Adamları”. Kars çevresinde bilinen bu öykü ormandaki yarı insan, yarı ağaç yaratıklarla ilgili bir rivayete dayanıyor. Çağdaş dünya edebiyatında bilinen bir motifi işleyerek, insan-doğa ilişkisini anlatan bu masalda, tabiatı paylaşan insan ve hayvanın insan ve bitkilerin aynı dili kullanıp yardımlaşmalarını, dostluklarını gündelik hayatın içinden aktarıyor. Hainlik yapan insan, orman kanunlarını çiğneyip yangın çıkarıyor. Gerçeküstü varlıkları da doğanın bir parçası olarak gösteren yazarımız, ormanın gölgelerindeki tekinsizliği hissettiriyor. Betimlemelerde hayvanlara özgü durumların insanlara yakıştırıldığı, hayvanların kişiselleştirildiği haller anlatıma zenginlik katıyor. Ben anlatıcı ile anlatılan masalsı öyküde, gölge kavramı ön plana çıkıyor. Öykülerindeki tekinsiz gölgelerin, çocukluk çağı korkuları olduğunu söylüyor yazarımız.
“ Bir ormanda hele böyle karanlık bir ormanda bir avcı için en tehlikeli şey, sessiz ve küçük gölgelerdir canavardan daha korkunçtur bu.“ (sf.11)
“ Ağaçların içinden öyle sesler geliyordu ki, sanırsın orman dizini dövmekle ağlamaya durmuş.” (sf.12)
“Sarraf”, Köroğlu destanından esinlenerek yazılmış bir öykü. İnsan yaşamını şekillendiren çevre, balığın yaşamından örnek verilerek anlatılıyor. Düşmanlıklar, kıskançlıklar insanoğluna dair her şey gün yüzüne çıkıyor. Nesne ve görmek konusu ele alınıyor öyküde. İnsanın çevrenin etkisi ile farkında olmadan özünden uzaklaşması ve çocukluğuna yani özüne geri dönme serüveni anlatılıyor. Bu masalsı destanın anlatımında kullanılan deyimlerin süslediği akıcı dil, yansımalar, keyifli bir okuma sunuyor. Ana karakter olan Köroğlu, bir çocuğun aklından yardım isteyen bir bey pozisyonunda, “Akıl yaşta değil, baştadır.” atasözünü akıllara getiriyor. Gaipin ön plana çıktığı öyküde, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, gerçeğin eninde sonunda ortaya çıkacağı gösteriliyor.
“ İnsan bilgisi olandan da korkar. Ama sezgi sahipleri ile gözü bir başka olanlardan daha çok korkar, böyledir bu.” (sf.23)
“Kim bilir. Bir bey bey olmakla her armağana güvenilir mi?” (sf.23)
“Zümrüdüanka” öyküsünde kuşlarla uğraşan bir kunduracının, ölmeden önce üç oğluna vasiyeti; mezarının başında sırayla gözlerini kırpmadan beklemeleridir. Bu vasiyeti yerine getirmeye çalışan oğullardan en küçüğü, mezardaki babasını yemek isteyen devin peşinden kendini Hades’in ülkesinde bulur. Devler, periler yeraltının masalsı dünyası, gizemi, okuru heyecanlı bir maceraya götürüyor. Devi öldüren insanüstü cesurluktaki küçük oğul, birbirinden güzel yer altına hapsolmuş kızları kurtarır, ardı ardına açılan kapılar ve Zümrüdüanka kuşunun sırtında göğe yükselişi, yazarın hayal gücü ile kaleminin buluştuğu masalsı anlatımla hayat buluyor.
“Ben bu yaşıma geldim, dünyadan buraya inana rastladım ama buradan oraya gideni görmedim. Ayvaz’dır, bunları duyunca ne yapsın, oturup ağlasa olmaz, boyun büküp kalan ömrünü burada geçirse olmaz.” ( sf.34)
Öykülerinde ormanın gölgeleri, gizemleri, sonsuz zenginliği, doğanın renkleri ve dili, kişileştirilerek anlatılıyor. Suların, dağların, ağaçların, rüzgârın, gökyüzünün ve ormanın sesini, öfkesini, kederini, çığlığını, fısıltısını düşsel bir melodiyle anlatıyor.
“Kişneme “ öyküsünün ilk paragrafında doğanın kişileştirilmesinin edebi dille anlatımına tanık oluyoruz. Ben anlatıcıyla anlatılan öykü coğrafyanın kader olduğunu anlatan bir yokluk hikayesi. Tabiatın insanla inatlaştığı, kışın ve karın, insanı ve hayvanı açlığa, hastalığa mahkum ettiği, kolunu kanadını kırdığı kederli bir tonda aktarılıyor. Kelime tekrarlarının olması da anlatıma zenginlik katan başka bir unsur.
“ Ama ölümden korkmuyorum ben. Herkesle birlikte, bir savaşta, bir kıtlık nedeniyle ölmekte bir sakınca mı olurdu? Ama dünyanın ansızın bambaşka bir şeye dönüşmesinden, ürpertici, yakıcı, adeta başlı başına bir hastalığa dönüşmesinden korkuyordum elbette. Bir hastalık. Bir hastalık. Acaba dünya başından beri yalnızca bir hastalık mıydı? Dünya koleranın ya da vebanın kendisi miydi?” (sf.44)
“Eğil Çınarım Eğil”de, ormanla bütünleşen iki kardeşin masalsı öyküsünde, suyun şavkıması, yerin göğermesi gibi doğanın sesleri okura eşlik ediyor. Bu öyküyü okuduğumuzda aklımıza Hansel ve Grathel masalı geliyor. Doğanın unsurlarının kişileştirildiğini bu öyküde de görüyoruz.
“ Ben o kızı nasıl ederim de indiririm çınarın üstünden diye düşünüyordu. Çınar da inilmez çıkılmaz bir çınardı ama. Yapraklarını göğe yalvaran avuçlar gibi açmıştı. Böyle bir çınardan ihanet beklenemezdi. Yani, sırtına uyuyanı ele vermez bir ağaçtı bu. Sözüne sadık bir ağaç.”(sf.53)
“Tılsımlı Yorgan” kırk haramilerin bir macerasından derlenen bir öykü. Okura keyifli bir masal dünyasının kapısını açıyor. Ormanın mekân olarak kullanıldığı bu öyküde de doğa betimlemeleri kurguda dengeyi sağlıyor.
“ Otların içindeki yılanlar yorgun argın evlerine dönüyordu. Küpeçiçeklerinin ucunda semirmiş arılar vardı. Arı uğultusu çoktan çekilmeye başlamıştı. Yakınlardaki bir çağşaktan suyun sesi geliyordu. “(sf. 65)
“ Nuh”, kutsal kitapların üçünde de yer alan Nuh tufanını masalsı bir dille anlatan bir öykü. Öykünün kahramanları yine doğanın en önemli unsurları olan hayvanlar. Fabl havasındaki bu öykü, yılanın insanların başına nasıl bela olduğunun öyküsü.
“Deniz henüz kırışmamış bir çarşaf gibiydi. Kara yoktu. Tayfa yoktu. Deniz kuşları, korkunç bir şeyler olacakmış gibi durmadan bağırmıyorlardı. Nuh’un açıklaması hayvanları öyle bir korkuttu ki, başlarına gelen belayı nasıl savacaklarını düşüneceklerine sessizce ölümü beklemeye başlamışlardı. Fakat, hayvan milletinin sağı solu belli olmaz, yılanın biri çakır gözleriyle sürüne sürüne geldi, Nuh’un tırmandığı yelken direğin önünde durdu.”(sf.72)
“Z.” öyküsünde maymun milletinin ormanı neden terk ettiği, zekice kurgulanmış bir anlatıyla gözler önüne seriliyor. Timur zamanında geçen olaylar bir fabl gibi okura aktarılıyor. Timur’un fillerinin, yaşlı kaçık bir kadının, kedisiyle olan arbedesi sonucunda yanıp, ezilip ölmesi masalsı bir anlatımla okura aktarılıyor. Sağlam kurgusu olan öyküdeki domino taşı etkisi heyecan yaratıyor. Yazarın üslubunun yapı taşlarından biri olan, doğanın unsurlarındaki kişileştirme ve yansımalara yer verilmesini görüyoruz. Doğaya ait dilin varlığını okura masallar yoluyla hissettiriyor yazarımız.
“Timur fillerini çok severdi. O kadar bağlıydı ki onlara. Ona gerçekten de yürüyen dağlar gibi görünüyordu o hayvanlar. Bir mucize. Bir mucize. Fil bir mucizedir. Doğanın mucizesi. Sanki dağlar yıllarca can sıkıntısı içinde beklemiş. Dua ederek. Allah’ım, ne olur buradan kalkıp gideyim demiş. Deyince de Allah sonunda dileğini kabul etmiş.”(sf.88)
“Söz Satıcısı” öyküsü sözlerin uyarıcı etkisi üzerine Binbir Gece Masalları’ndan kurgulanan bir masalsı öykü. Doğanın sesleri ve yansımaları okura eşlik ediyor. Çoklu anlatıcının olduğu kurguda olaylara sırası gelen karakterin gözünden bakıyoruz. Hükümdarın lalasının söz satıcısından, söz satın alması olayın bel kemiğini oluşturuyor. Tel tel işlenmiş kişi tasvirleri, diyaloglar anlatıma zenginlik katıyor.
“Pazaryerinin sesi kısıldı. Lala karşısındaki yaşlı adamın masallardan, efsanelerden ve en eski destanlardan çıkıp gelmiş bir büyücü olduğunu düşünerek ürperdi. Yine de böyle durumlarda kendinizi, daha doğrusu cehaletinizi ele veremezsiniz, bunun yerine durumu geçiştirmek, gidip bir yerlerde biraz düşünerek duyduğunuz sözün anlamını kavramaya çalışmak yeğdir.” (sf.97)
“Canlanma”, sanat üzerine mitolojiden beslenen bir öykü. Erzurum civarında kıtlık ve savaşların hemen ertesinde, çarşı esnafından çok iyi dost olan üç kişinin, çıktıkları yolculukta çıkar tartışmasına giden macera dolu kurgusuna tanık oluyoruz. Doğanın sesinin ve görüntüsünün zihinlerde canlandığı öyküde maceralı bir yol ve ormanın gizemi heyecan katıyor.
“Bu sırada ufukta kızıl çizgi belirince, yani güneşin ilk ışıkları yayılmaya başlayınca ovada ne kadar kuş, çakal, tilki, böcek varsa, bunların hepsi aynı anda bağırmaya başladı. Yeryüzünü İsrafil’in sur’u gibi acı bir çığlık, sirenlerin yalvarışı gibi bitimsiz ağıt doldurdu.” (sf.115)
Bizim coğrafyamızın ve folklorumuzun köklü ve zengin geçmişi, mitolojisi ve derin hayal gücünü kullanarak okura kılavuzluk edip, onu destanların, masalların büyülü dünyasına götüren Faruk Duman, okurla yapıt arasındaki kılavuz-yolcu ilişkisine dikkat çekiyor. Sonsuz bir anlatı olan halk masallarını modernist bir formda yoğurarak kendi hayal gücünü, yorumunu ve zengin üslubunu katarak edebi bir ziyafet sunuyor.
Gökten üç elma düştü. Okuması okura kaldı.
edebiyathaber.net (8 Eylül 2023)