Öykü: Hayırlısı | Nur Hayat Buran

Eylül 16, 2023

Öykü: Hayırlısı | Nur Hayat Buran

06.01.1973

Sevgili Leylacığım,

Senden geldiğine emin olduğum mektubu annem uzatınca nasıl sevindim anlatamam. Şimdi aynı şekilde bu mektubun sana ulaşmasını ve senin de benim sevindiğim denli sevinmeni istiyorum.

Biz öğretmenlik yapmaya başladık. Umarım her şey senin için de yolunda gider. Bir gün dünyanın bir yerinde yeniden yüz yüze görüşebileceğimizi umut ediyorum. Sana her ihtimale karşı sadece burada yaşadıklarımı yazacağım. Anlayışla karşılayacağını ve benden, bizden haber aldığın için mutlu olacağını düşünüyorum.

Depremden sonra yeni kurulmuş olan bu kasabaya geleli daha beş ay oldu. Evi, üç katlı, altı daireli bir apartmandan kiraladık. Babam “Ev alalım, kirada oturmak da neymiş?” dedi. Rıza’nın babası zaten hepten öfkeli, fabrikanın başına geçeceğini ummuş yıllarca. Rıza’ysa neden okudum o zaman bunca yıl düşüncesinde. Ailelerimiz Anadolu’da görev yapma isteğimizi, idealizmimizi, onlarsız var olma çabamızı anlamıyorlar. Bir kez bile gelmediler evimize.

Burada insanlar sıcak, iyi, güler yüzlü. Kadınların geneli başına bir kara çarşaf, altına da önünden çıtçıtlı bir eteklikle dolaşıyor sokaklarda. Mahallede, balkonda otururken tülbentli, yaşmaklılar. Kafaları aydınlık; sonuçta burası da Ege. Ben aynı kıyafetlerimleyim, hiç tarzımı değiştirmek durumunda kalmadım.

Kasabamız yeni bir yerleşim yeri olduğundan mıdır nedir, kaloriferli ev henüz yok. Alışık değilsek de yapacak başka bir şey olmadığından bizim de soba kurmamız gerekti. Havva Teyzeye bu durumumuzu anlattım. “Öğretmen Hanım sen hiç merak etme, biz öğretiriz her şeyi,” dedi yüzünü ekşitip gülümsedi. Meğer Hacı Teyzeye sonradan “Öğretmene büyüklenirmiş gibi öğretiriz dedim,” demiş.

Evlerimizin karşısında kömürlükler var. Mahallede aynı gün iki soba kurulmuyor. Aralarında sanki sessiz bir anlaşma var bu konuda. Hemen birlik olabiliyorlar. Hiç tek başına soba kuranı görmedik. Bizim sobamızı da Kadir Amcayla Abdullah Amca kurdu. Biz ilk kez böyle bir şey gördüğümüzden sadece yardımcı olmaya çalıştık. 

Bizim kömürlük olarak kullandığımız yerler Kadir Amcayla Abdullah Amcanın işyerleri. Atlara nal çakıyorlar. Yaz sonu geldiğimizden, birkaç ata rastlama şansımız oldu. Atın ayağını koltuk altlarına sıkıştırıp önce bir kesim biçim işi yaptıklarını sonra da bir demir plakayı atın ayağına çaktıklarına şahit olduk. Film izler gibi izledik balkondan. “Acımaz mı ayağı?” diye bağırarak sordum. Kadir Amca “Tırnağın kesilince rahatlarsın evladım. Ayakkabısız yere basmak daha çok acıtır.” diye karşılık verdi. İçim rahatladı. Zaten at bu, koca hayvan, bir yeri acısa huysuzlanır diye düşündüm.

En çok yan komşumuz Hacı Teyze yardım ediyor bize. Kömürlüğe alınması gerekenleri o öğretti. “Evladım kömürü Veli’den alın, odunu da Yumurtası Bozuktan,” dedi. Sonra suratımın halini fark edip “Sen nereden bileceksin Yumurtası Bozuğu, okuldan gelince çal kapıyı, beraber gideriz,” dedi. Odun da satan bir bakkal çıktı bu Yumurtası Bozuk. Ömründe bir kez yumurtası bozuk çıkmış adamın ama üstüne yapışmış kalmış bu lakap, o da biliyormuş, yadırgamıyormuş artık.

Aslında evin konumu atandığımız okulun hemen arkasına rast geldiğinden bizi cezbetmişti ama esas önemli olan komşularmış. Anladık. Sevdik mahalleyi, mahalleliyi. Sen de yanındakilerden söz etmişsin, iyi insanlarla bir arada olmana çok sevindim. Hemen gözdeleri olduğuna eminim. 

İstanbul dönüşlerinde bolca kitap getiriyoruz. Sana da kitap göndermek istiyorum ama olabilir mi bilemiyorum. Mümkünse yaz. Beğendiğim yeni kitaplardan ya da hiç olmazsa Sevgi’nin yeni kitapları çıkınca yollarım. Komşulara da mutlaka ufak tefek hediyeler getiriyoruz. Hediyeleri alırken gösterdikleri sevinç ve mahcubiyetleri görülmeye değer.

Öğrencilerin hepsi depremi yaşamış, ürkek kalpler. Aralarında edebiyata düşkün olanlar var. Onlara kitaplar veriyorum ama çekiniyorum da bir yandan. Hangi kitabı vereceğimi seçmekte güçlük çekiyorum. Vermeden takvim yapraklarıyla kaplıyorum kitapları. Çocukların, velilerin hepsi saygılı. Rıza’yla bile hiç vukuat yaşamadılar şimdiye dek. Çok şükür sinüsle kosinüsle siyaset yapamıyor.

Annemizin babamızın öğütlerini bu denli dinlemedik belki ama mahallelinin her sözünü dikkate alıyoruz.  Anlaşılan sen de öyle. Kar botlarını almakla en iyisini etmişsin. Bize de “Kış ağır geçecek gibi, yalnızca sobalı odada oturulur. Yatak odasına elektrikli battaniye koyun,” dediler. Hemen aldık, çok iyi oldu, yatmadan yarım saat önce fişini takıyoruz, yatarken de çıkarıyoruz. Oh sıcacık oluyor. Yatağımız başka türlü de ısınmıyor zaten. Konuyu bir tek sen biliyorsun. Rıza’nın vücudundaki izler hala belirgin, geçmedi, hiç geçmeyecek değil mi? Ona tek kelime etmiyorum. Ümidimi canlı tutuyor ama imkansızlığını da biliyorum. Er geç ortaya çıkacak bu durum. Nereye kadar saklayacağız? Sonunda bir bebeği evlat mı edineceğiz? Neyse bu konuyu uzatmayayım yoksa yine ağlayacağım.

Sobalı odada aktivitemiz bol. Rıza, gece yatmadan ekmekleri diziyor sobaya. Sonra da üzerlerine pazardan aldığı tereyağını sürüp sürüp yiyor. Bana da yediriyor. Şişmanladık. “Yat geber ekmeği,” deyip keyifleniyor; huyu değişti burada. Öğretmen arkadaşlardan misafirliğe gelenler oluyor. O vakit yine soba başındayız, kestane pişiriyor, soyduğumuz portakalın, mandalinanın kabuklarını da kokusu çıksın diye sobanın üstüne koyuyoruz. Birlikte olabildiğimiz için çok mutluyuz. Bir sobanın sıcaklığı etrafında toplanabilmek de sevdaya dâhilmiş.

Hayatımızı kolaylaştıranlardan biri de göbeğini hoplata hoplata gülen alt kattaki Rukiye. Bir gün “Kömürlüğün anahtarını ver de boş kaldıkça, zoba govalarını dolduruverem, siz çalışıyonuz,” dedi. Rıza’ya bunu söylediğimde, canına minnet, hemen verdi anahtarı. Rukiye’nin kocası İsmail, Rıza için “Adamın ne mal olduğu belli, bıyıklara bak greyder bıçağı gibi,” demiş. Rukiye söyledi. Rukiye neden yardım etmek istiyor o zaman bize? Kocasına hiç aldırmadığını mı belli etmek istiyor bunu bana söylerken yahut sizin fikrinizi biliyoruz mu demek istiyor bilmiyorum.

Rıza, sohbet arasında 12 Mart lafı etmiş, İsmail “O gün Nöri Bey öldü,” demiş. Kızılay başkanlığı yapmış, şehrin önde gelenlerinden biriymiş meğer bu adam. Rıza, “bu insanların muhtıradan falan haberi yok,” diyor. Senin o çatı katından kurtulduğun günü burada cenaze telaşıyla geçirmiş olmaları, olayların farkında bile olmamaları… İstanbul’la burası sanki farklı iki ülke gibi. Rıza yaşadıklarını anlatsa eminim gözlerini kocaman aça aça dinlerler, anlamaya da çalışırlar eminim ama anlayabileceklerini hiç sanmıyorum. Neyse bu konularda yazmayacaktım. 

Mahalleliye geri döneyim. Hacı Teyze, beni Almanyalı bakkala götürdü. Oradan soba borusuna takmak üzere bir çamaşırlık aldırdı. Ben böyle kullanışlı şey görmedim. Çamaşırını, çorabını as hemencecik kuruyor. Bir de güğümümüz var sobanın üzerine koymalık -onu da yeni adet edindik- her daim sıcak suyumuz oluyor, büyük kolaylık. Şömineye takmalık da vardır bir alet. Sen de bana onlardan söz et.

Evvelisi gün Rukiye, bir gün okuldan gelirken halimi görüp anladı, “Renglendin mi gız, betin benzin atmış, dur bekle tuğla verem. Zobanın üstüne goy ısınsın sonra da üstüne otur, sidik zorun varsa ona da iyi gelir,” deyip kömürlükten bir tuğla getirdi. İyileşmeye başlayınca o tuğlaya sarılıp öpesim geldi. Dün Rukiye’ye “Bu tuğla benim olabilir mi?” diye sordum, eksik dişli ağzıyla güldü, “Tabi gız, bende çok var,” dedi. 

Rıza’yla geri dönüp bakıyoruz da hayatın bu yönlerini hiç görmeden cam bir fanusta büyümüşüz. Başımıza bu felaketler gelmeseydi yine haberimiz olmayacaktı. Sen de bambaşka bir hayatı yaşayacaktın. Alnımıza yazılanın dışında bir hayatı yaşamamız mümkün olmuyormuş belki de. Böyle deyince Rıza kızıyor, bu hayatı biz seçtik diyor. Evet, öyle. 

Anneler, tatillerde İstanbul’da olmamızı istiyor. Kimseyi kırmadan hayatımıza devam etmeye çalışıyor, her tatilde soluğu İstanbul’da alıyoruz. Gittiğimizde benimki de Rıza’nın annesi de bir şekilde para vermeye çalışıyor. “İki maaş giriyor evimize, yetiyor bize,” desek de inanmıyor ve gözlerini deviriyorlar. Gururumuzdan almıyoruz paralarını. Bazen annemin koyduğu reçel kavanozunun yanından, bazen Rıza’nın annesinin koyduğu poğaçanın peçetesinden bir miktar para yahut altın buluyoruz. Kadın, aklına bir şeyi koyduysa mutlaka yapıyor. Sen de geçinebildiğini yazmışsın, doğrusu buna çok memnun oldum. 

Biliyor musun şimdi bütün ahali, olmayacak bebeğimizi bekliyor. Hemen her gün bir yolunu bulup soruyorlar, gülüşmeler sorulara eşlikçi, eller ağzı kapatıyor, utangaçça başlar öne eğiliyor. Rıza da ben de “hayırlısı,” diyoruz.

Sen de kendinden haberdar et bizi, biz de senin gibi posta kutusu kiraladık, mektubunu oraya yollarsın. PK. 17 Yeni Gediz / Kütahya

Seni çok seven arkadaşın Nilgün,

edebiyathaber.net (16 Eylül 2023)

Yorum yapın