“Ağaçlar, aşk olmazsa hikâye başlamaz derlermiş.”
Bugün hem içinde yaşadığımız coğrafyanın hem de dünyanın geldiği noktada iyi olan şeylerden biri, doğa, hayvanlar, ağaçlar konusunda az ya da çok ortak bir duyarlılığın oluşmuş olması. Diyeceksiniz ki nerede o duyarlılık, insan her geçen gün daha beter canına okuyor dünyanın. Haklısınız ama eskiye nazaran çok sayıda önemli adımlar da atılıyor. Bizde olmasa da birçok ülkede doğaya dair önlemler alınıyor. 1990’larda Damien Hirst gibi dünyaca ünlü sanatçılar hayvanları öldürüp sanat eseri diye galerilerde sergileyip milyonlarca dolara satabilirken, bugün bunu yapmaları mümkün değil. Doğayı katlederek üretim yapan büyük firmalar, gelen tepkiler nedeniyle doğaya zarar vermeden bir şeyler üretebilmek konusunda çok yol kat ettiler. Ekoloji geleceğin en önemli konularından biri olma yolunda. Veganizm dünyanın en önemli ve etkin umutlarından biri. Beni en çok memnun edense ekolojiye dair meselelerin edebiyatta giderek yaygınlık kazanması. Edebiyatın yaşamı anlama ve anlamlandırma yolculuğunda doğa git gide vazgeçilmez bir role bürünüyor. İnsanı anlamanın anlatabilmenin yegâne yolu doğadan geçiyor. Pek çok okur okuma tercihlerini bu gerçek üzerinden belirliyor. Ben de onlardan biriyim.
Oylum Yılmaz’ın Eylül ayında Doğan Kitap tarafından yayınlanan son romanı Ağaçların Rüyası, birçok meseleyi gündemine alırken edebiyatın farklı türlerini bu meselelere ışık tutmak için bir araya getiriyor. Adından anlaşılacağı gibi, ağaçların romanın ana kahramanları, doğa ve hayvanların kurgunun önemli parçaları olduğu bir roman Ağaçların Rüyası. Oylum Yılmaz hem günlük yaşamda hem de edebiyatta eril dünyaya kafa tutan bir yazar. Daha önceki romanlarında olduğu gibi Ağaçların Rüyası’nda da dil ve kurguda bu duruşunu, doğayı ve kadını özdeşleştirerek, doğaya ve kadınlara reva görülenlere isyan ve itiraz ederek gösteriyor. Bu yanıyla Ağaçların Rüyası ekofeminist bir roman. Diğer yandan masalsı dili ve gerçekle gerçeküstünün bir arada yol aldığı kurgusuyla büyülü gerçekçi, ele aldığı meselelerle toplumsal gerçekçi özellikler de taşıyor. Psikolojik gerilim de kurgunun ana parçalarından biri.
Ağaçların Rüyası, Oylum Yılmaz’ın üçüncü romanı. İlk iki romanı Cadı ve Gerçek Hayat’ı okuyanlar, yazarın gerçek ve gerçeküstünü buluşturduğu kurgu biçimine aşinadırlar. Ağaçların Rüyası’nda diğer romanlarında olduğu gibi tekinsizlik ve muğlaklık anlatımın öne çıkan unsurlarından, ancak Ağaçların Rüyası daha önceki romanlarına nazaran daha somut, daha net bir anlatıma sahip.
Ağaçların Rüyası’nın beni çok etkilemesinin, en doğru ifadeyle büyülemesinin birçok nedeni var ama ana neden Oylum Yılmaz’ın yarattığı dil. Kitabın neredeyse her cümlesinin altı çizilesi. Baktım olacak gibi değil, sadece ağaçlara dair cümlelerin altını çizdim, bu yazıda bize eşlik etsinler diye.
“Evet, ağaçlar küp gibi sağırdır ve hiç ses çıkarmazlar çünkü konuştukları başka bir dil vardır. Yıldızlar kadar eski bir dil. Kokularla, titreşimlerle, düşünceleri ve duyguları etkileme becerisiyle örülü. Ama burada aramızdaki bağı ya da kopukluğu açıklayan şey zamandır, dil değil. Biz ağaçlarla aynı zamanı yaşamayız. Ağaçların başka zamanları vardır.”
Romanın ana hikâyesi ergenlikten yetişkin bir kadın olma yolunda birlikte yürüyen Füsun ve Nihan’ın arkadaşlığı. Mekan; Oylum Yılmaz’ın “Hayatta kendimi ait hissettiğim tek yer,”* dediği Büyükada, Büyükada’nın sokakları, çam ormanları, kıyıları, limanı. Hikâye Füsun’un ağzından sen ve ben anlatıcının arasında gidip geliyor. Füsun’un Nihan’a anlattığı bir hikâye bu. Füsun’un “Çünkü arkadaşlığı aşktan ayıran incecik bir çizgi vardı.” diyerek tanımladığı dostluk hikâyesinin çatısı altında çok sayıda yan hikâyeyle çok zengin ve yoğun bir kurguyla buluşturuyor Oylum Yılmaz bizi.
“İnsanlar en çok arkadaş olduklarında ağaçlara benzerlermiş çünkü Nihan. Hem her şeyiyle biricik, bir başına kendisi hem de aynı anda tıpkı diğeri gibi.”
Füsun ve Nihan’ın dostluk hikâyesi, sayfalar ilerledikçe dallanıp budaklanmaya, bambaşka kahramanların bambaşka hikâyelerine dönüşüyor. 1964 yılında bir genelgeyle bir günde boşaltılan Büyükada Rum Yetimhanesi. Yetimhanede büyüyen Elza ve Destina. İnsanın doğaya verdiği zararlar. Kabukları soyulan ve öldürülen ağaçlar. Hayvan deneyleri. Hayvanlara yapılan zulümler. Kadın hakları. Aile sorunsalı. Birey ve toplum eleştirisi. Oylum Yılmaz tüm bunları, olağanüstü kurgusuyla romanın katmanları arasına yerleştiriyor; toplumsal ve ekolojik meseleleri masaya yatırırken romanın ana izleğinden uzaklaşmıyoruz, bu meseleler son derece doğal biçimde kurgunun bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Tıpkı bugün hepimizin bizzat içinde yer aldığımız hayat gibi…
“Olduğumuz şey miyizdir yoksa birilerinin bize olduğumuzu söylediği şey mi Nihan? Derler ki ağaçlar oldukları şeydirler sadece, ağaç ağaçtan başka bir şey değildir olamaz.”
“Derler ki, insanlar ağaçlara benzemezler, kendilerine değil, başkalarına göredirler.”
Kitabı henüz okumayanlar için hikâyelerin detaylarına dair bir şey söylemek istemiyorum. O kadar büyülü bir roman ki sayfalar ilerlerken karşımıza çıkan her şey bu büyünün bir parçası çünkü. Bu kadar büyülü bir şeyi o büyüyü bozmadan anlatmak benim için çok zor. Ancak şunu söylemeliyim; romanın, hayvanlara ve doğaya yapılanlarla, çocuklara ve kadınlara yapılanlar arasında bir fark olmadığını, doğadan uzaklaşmanın, insan merkezli bir yaşam biçiminin bize nelere mal olduğunu anlatan bölümleri benim en çok etkilendiğim, zaman zaman gözyaşlarımı tutamadığım bölümler oldu. Bu bölümlerde ağaçların doğayla ve kendileriyle olan mükemmel uyumuna dair anlatılanlardan büyülendim. Bu romanı okuyup da ağaçlara hayran olmamak mümkün değil. Bize kıyasla o kadar yüce, o kadar bilgeler ki… Oylum Yılmaz bir söyleşisinde insana dair diyor ki: “Biz buyuz bence. Bizi doğadan sonsuza dek ayıran şey yaşamak arzusu değil, hayatı aşmak arzusu içinde olmamız.”*
“Yaşatamadığı evlatların tutulan yasıdır doğa ve insan o yasın çocuğudur.”
Romanın ismi konusunda Oylum Yılmaz şöyle diyor: “Anlatıcımız Füsun aslında ama ben bu hikâyeyi ağaçların anlattığını hayal ederek yazdım. Ağaçlar da bana kalırsa ancak rüyalarda konuşur. Oradan geliyor.”**
Roman, bölümler halinde ilerliyor. Her bölümün, içinde anlatılan hikâyeye özgü bir başlığı var. Ayrıca her bölümün başında şair ve yazarlara ait epigraflar yer alıyor. Kitabın masalsı ve büyülü dilini destekleyen bu alıntıların çoğunluğu Neslihan Altun’un Anmadan Olmaz Düğün Çiçeklerini isimli şiir kitabından alınmış. Bir anlamda romana Anmadan Olmaz Düğün Çiçeklerini eşlik ediyor. “periler, ölürken” başlıklı bölümün alıntısı çok sevdiğim, bende çok özel yeri olan küçük İskender’in Periler Ölürken Özür Diler kitabından. Zaten bu bölüme kadar bir masalın, bir rüyanın, bir büyünün içindeymiş hissi ile okuduğum kitapta bu başlığa geldiğimde neler hissettiğimi varın siz tahmin edin. Bu bölümü, küçük İskender’e bir saygı duruşu, bir selam gibi, şu cümleyle bitirmiş Oylum Yılmaz: “İçimdeki bütün periler, tıpkı senin gibi, ölürken özür diledi.”
Oylum Yılmaz, satır aralarında, romanın geveze kahramanı Ayhan’ın ağzından, edebiyatın bilme değil sezme üzerine kurulduğunu, sezemeyen bir edebiyatın edebiyat olamayacağını ifade ediyor ve Ayhan şöyle devam ediyor: “Yazmaya heves ediyorsanız aklınızda olsun, doğa insan kalbinde tezahür eder ve insan kalbini en güzel biçimde edebiyat sezer. Sezer ve anlatır!” Yılmaz kitaba dair başka bir söyleşide ise şunları söylüyor: “İnsanın aslında bir hastalık olduğunu düşünüyorum. Edebiyatın da bu hastalığın hikâyesi olduğunu düşünüyorum.”***
Oylum Yılmaz’ın “Ağaçların Rüyası’nı yüreğimi ortaya koyarak yazdım…. Umarım onu okuyanlar yüreğimi de görürler.”** sözünden yola çıkarak, bu kitabı okuyanların bu kadar çok sevmesinin nedeninin bu olduğunu düşünüyorum; ağaçların bilgeliğini sözcükleriyle buluşturmuş bir yazarın yüreğini görmemek mümkün mü…
“Derler ki, ağaçlar insanları duyamazlarmış ama kendilerine göre zamana, hayata ve hikâyelere dokunurlarmış.”
Ağaçların Rüyası’nın ağaçları, edebiyat aracılığıyla dokunuyor hayatlarımıza. Hiç bitmesini istemediğim romanlardan biri oldu. Ağaçların, hayvanların, doğanın özgür ve mutlu olduğu bir dünya diliyorum. Dilerim insanlar kendilerinin ancak böyle bir dünyada özgür ve mutlu olabileceklerini anlarlar bir gün…
“Ağaçlar, hiçbir aşk başladığı anda ve yerde kalmaz dermiş.”
* https://www.birgun.net/makale/yuzlesme-kelimesinin-hakkini-hic-veremedik-469156
*** https://youtu.be/d29yiduUiiA?feature=shared
edebiyathaber.net (9 Ekim 2023)