Masumiyet Müzesi’nin gizli belgeseli

Nisan 30, 2012

Masumiyet Müzesi’nin gizli belgeseli

Sizinle çok gizli, çok önemli bir şey görüşmek istiyorum.” Size telefonda biri böyle bir şey söylese heyecanlanmaz mısınız? Peki ya bunu söyleyen ses bir de Orhan Pamuk’a aitse? 

Tabii ki Demet Haselçin de heyecanlanmış. Üstelik bu heyecan öyle çabucak gelip geçecek türden de değil. Bugünlerde biraz boyut değiştirmiş olarak da olsa yaklaşık 13 yıldır sürüyor.

Orhan Pamuk o telefondan sonra yaptıkları görüşmede Haselçin’den bir belgesel çekmesini istiyor. “Masumiyet Müzesi” adlı romanının kahramanlarından Kemal’in, büyük aşkı Füsun’un özel eşyalarından oluşturduğu koleksiyonunu sergileyeceği müzenin belgeselini… O zamanlar kimselerin duymasını istemediği bu çalışmayı daha önce “Benim Adım Kırmızı”dan yola çıkarak hazırladığı belgeselin yapımcı-yönetmeni olan Haselçin’e emanet ediyor. Brukner Apartmanı’nın “Masumiyet Müzesi”ne dönüşme öyküsüne adım adım tanıklık ediyor Haselçin. Yazarın güvenini boşa çıkarmıyor ve kimselere bahsetmiyor bu projeden. Bir iş ilişkisinden öte bir çeşit sırdaşlık gelişiyor aralarında. Romanla aynı zamanda açılması planlanan müzenin bitmesi yıllar alıyor. Kitap 2008’de yayımlanmasına rağmen içinde birbirinden ilginç objeler bulunduran müze dün açıldı. Haselçin’le açılışından bir gün önce müzede bir araya gelip kendisi de başlı başına bir belgesel konusu olan müzenin belgeselinin çekilme hikayesini dinledik. Haselçin: “Belgeseli 10 Mayıs’ta, 21.45’te TRTTürk’te izleyebileceksiniz. Öncesinde canlı yayınlanacak bir tanıtım kokteyli olacak. Orhan bey de gelip burada bir konuşma yapacak. TRT Türk’ün kuruluşunun üçüncü yılını bu belgeselle kutlamış olacağız.”

* Orhan beyle nasıl tanıştınız?

“Benim Adım Kırmızı” adlı romanını okudum ve Orhan beye telefon açtım: “Minyatürlere hiç ilgisi olmayan birinde bile şiddetle onları görme isteği uyanıyor romanı okurken. Ben bunları göstererek, romanı da işin içine katarak bir belgesel çekmek istiyorum” dedim. “Hemen gelin görüşelim” dedi.

* O belgesel çok daha kısa sürede çekildi değil mi?

İki-üç ayda tamamladık onu. Adı da “Aklı Gözü Gözün Şenliği” oldu, “Bir romanın odağında Osmanlı resmi” diye bir alt başlık koyduk.

* Sonra görüşmeye devam ettiniz mi?

Belgesel yayımlandıktan sonra teşekkür etti. Sonra birkaç toplantıda karşılaştık, bir program için de küçük bir çekim yaptık.

* Ve sonra bir gün bir telefon geldi…

1999’da, günün birinde bir telefon geldi: “Demet hanım, Orhan Pamuk ben”. Zaten sesinden hemen tanıdım. “Sizinle çok gizli, çok önemli bir şey görüşmek istiyorum” dedi. Ne olduğunu söylemedi. Cihangir’de daha önceki belgeseli çekerken günlerce çalıştığımız evine gittim. Muhteşem bir manzarası olan bir yazıhane burası… Havadan sudan sohbet ettik önce. Mutfağa girdi, kahve yaptı, ben de ona yardım ettim. Sonra karşılıklı oturduk. Kırmızı berjer koltuk vardı, hiç unutmuyorum. “Böyle böyle bir roman tasarlıyorum” diye anlattı. Aşk romanı olduğunu duyunca bayıldım tabii. Ucuz romanlarını sevmem ama iyi bir edebiyatçının elinden çıkan iyi bir aşk romanının tadına da doyulmaz. Romanı anlattı ve “Bir bina satın aldım, onu da romanla paralel, eşi benzeri olmayan bir şey yapmak istiyorum, müze bile değil belki,..” dedi. Benden de bunun belgeselini çekmemi istedi. “Lütfen bunu kimseye anlatmayın, size çok güveniyorum. Medyadan başkalarına anlatırsam anında ortaya çıkar halbuki bu çok uzun vadeli bir proje” dedi. Ben de ona o sözü verdim.

* Hiçkimseye anlatmadınız mı?

En yakınlarıma bile anlatmadım. Çok büyük saygı duyuyordum onun yaptığı her şeye. Bunu gizlemek istemesinin de çok mantıklı nedenleri vardı.

* Müzenin size ilk anlattığı haliyle şimdi ortaya çıkan hali arasında çok fark var mı?

Orhan bey en başından beri ne istediğini biliyordu. Mimar olduğu için de yapıyı nasıl kuracağını çok iyi biliyordu. Hayalinde her şeyi canlandırmıştı ama küçük, teknik çözümler gerekiyordu.

* Ne sıklıkla yaptınız çekimleri?

En önemli kısmı binanın eski halini tespitiydi. Çünkü onun geri dönüşü yok. Binanın içi tamamen boşaltılıyor, iç cephesi değişiyor, boyanıyor. Bir kere çekilecek bir şey. İnşaatın her aşamasını iki-üç haftada bir giderek kaydediyordum. İnşaatta çalışanlar “Abla inşaat işte, neyini çekiyorsun?” diyorlardı. Bu çekimlerin birçoğunda Orhan bey olmuyordu ama o da büyük bir hevesle inşaatla ilgileniyordu bu sırada. Gelip gidip kontrollerini yapıyordu.

* Çekimleri tamamlayamamaktan korktunuz mu?

Evet, işten ayrılabilirim, kaza geçirebilirim, hastalık, ölüm… Her şey olabilir. Binanın ilk halini bir daha çekmenin mümkünatı yok. O yüzden o ilk kayıtları emniyetli bir yerde sakladım. Asistanıma ve Orhan beye haber verdim, “Başıma bir şey gelirse kasetler şurada” dedim.

* Ekibinizdekiler öğrenmesine rağmen basına hiç sızmadı ama…

Hemen haber olup patlayabilirdi ama hiç sızmadı. Herkes aynı özeni gösterdi. Çoğu zaman zaten asistanım bile gelmiyordu, ben tek başıma yapıyordum çekimleri. Ona bile her şeyi tam anlatmıyordum.

* Projenin bir duraklama dönemi var. Ne hissettiniz inşaat ve dolayısıyla çekimler durunca?

İlk mimar İhsan Bilgin’le bir çekim yapmıştık 2002 sonlarında. Sonra birtakım teknik problemler çıktı. Orhan beyin kafasındakine tam uygun olmadı yapılanlar sanırım. İnşaat durunca gerçekten korktum. “Eyvah, bu işi artık ben tamamlayamam” diye düşündüm. O arada ben TRT’de başka görevler üstlendim. Orhan bey de siyasi davalarıyla uğraştı. Sonra Columbia Üniversitesi’nden hocalık teklifi alınca zamanının büyük bir kısmını yurtdışında geçirmeye başladı. Ve sonra Nobel…

* Ve “Masumiyet Müzesi” yayımlandı…

Büyük bir heyecanla hiç uyumadan okudum. Hayal ettiğimden bile güzeldi.

* Siz kitaptaki hikayenin anlatıldığı yıllarda nerede, ne yapıyordunuz?

Muğla’da ortaokulda falandım. Füsunlarınkine benzer bir ev ve aile yapımız vardı. Türkiye’de o dönemde orta sınıf ve orta sınıf altı bütün ailelerin evdelerinde aynı eşyalar vardı. Benzer yaşardık. Giyimimiz kuşamımız, kullandığımız eşyalar… O da benim çok hoşuma gitti. Müthiş tanıdık bir dünya buldum, kendi geçmişime döndüm romanı okurken.

* Kitabı okuduktan sonra tekrar çekimlere başlamak için nasıl bir adım attınız?

Hemen kısacık bir mail yazdım ve elimizdeki çekimleri hatırlattım. Ertesi gün aradı; “Demet, ben Orhan” dedi. Daha o anda devam edeceğimizi anladım. Mail ile kısa bir cevap vereceğini zannediyordum. Çünkü artık çok meşhur, Nobelli bir yazardı, belki bu işi başka meşhur televizyoncularla yapmak isterdi. Ama öyle yapmadı.

* Sonra tekrar başladınız çekimlere…

Önce eski çekimleri oturup izledik birlikte. Çok beğendi. Sonra çekimlere tekrar başladık. Çok sevinerek gördüm ki, o arada hiçbir gelişme olmamış inşaatta. Kaldığımız yerden devam ettik. Bir yandan inşaatı, bir yandan da atölyede objelerin tasarlanmasını kaydettik.

* Elinizde çok malzeme birikmiştir…

Yüzlerce bant söz konusu. Onların deşifresi, montaj sistemine aktarılması gerekiyordu. O dönemde yönetmen arkadaşımız Pınar Yakışıklı devreye girdi. Birlikte kurguyu oluşturduk. Belgeselde müzenin nasıl oluştuğunu bizzat Kemal’in ağzından dinliyoruz. Hakan Gerçek yaptı seslendirmeleri. Orhan Pamuk’la bütün aşamaları anlatan çok sayıda röportaj vardı elimizde. Belgeselde Orhan Pamuk’un yanı sıra mimarların ve ekibin de röportajları yer alıyor. Ayrıca yine Kemal’in ağzından kendi hikayeleri var. Kitaptakine benzer bir kurgu uyguladık.

* Kıyamadığınız ama atmak zorunda kaldığınız yerler oldu mu?

Orhan Pamuk’un altı-yedi saatlik edebiyata, sanata, romana, müzeye ilişkin, birçok anekdotla süslediği, her şeyin hikayesini anlattığı konuşmaları elimizde mevcut. Bunlara tabii hiç kıyamıyorum esasında. Üzülerek kısaltmak zorunda kaldık. Elimizde kullanılabilecek en az 20 saatlik bir çekim var. Bu kayıtlarla belgeselin birçok farklı versiyonu yapılabilir.
“Kafasındakinden bir milim şaşılmasını istemiyordu”

* Orhan bey müzedeki gelişmeleri nasıl izliyordu?

Kimi gün çok heyecanlı, kimi gün çok üzgün, kimi gün çok sinirli, “Ne diye bu işe girdim, kahretsin” der gibi farklı duygu hallerinde oluyordu. Orhan bey kameraları çok sevmiyor, sıkılıyordu. Olabildiğince çabuk olmaya çalışıyorduk ama o süre bile ona çok geliyordu. Bir an önce bitirelim ki
o da kendi işine dönsün istiyordu. Ondan çalınmış vakitler gibi geliyordu ona. Daha önceki belgesele göre kamera önüne alışmıştı ama yine de rahat bir konuşması olduğunu söyleyemem.

* Orhan beyin çok titiz olduğu söylenir…

Gerçekten çok titiz. Bir gün tavana spotlar takıldı mesela. Gelip bakıyor, mimar da orada. “Bu olmamış, ben size beyaz demiştim” diyor. Mimar Cem Yücel de “Tabii, siz beyaz dediniz, bu da beyaz işte” diyor. “Hayır ama bu beyazı dememiştim” diye itiraz ediyor. Beyazın farklı bir tonu olduğunu fark edip tavandaki bütün spotları ve bitmiş elektrik sistemini söktürüp yeniden yaptırdı. Burada inşaat işlerinin çok zor olduğunu, hiçbir şeyin tam istediği gibi olmadığını söylüyordu. Kafasındaki şeyden de bir milim şaşılmasını istemiyordu. Birçok iş defalarca yeniden yapılmasına rağmen herkes çok sabırlıydı. O kızsa da, bağırsa da, çağırsa da kimse sesini çıkarmıyordu.

* Sizin işinize müdahale etti mi?

Hiçbir şekilde müdahale etmedi. Son halini izletmedim, o da heyecan duysun istiyorum. Yayınından önce izletirim sanırım.

Söyleşiyi Gerçekleştiren: Güliz Arslan – milliyet.com.tr (30 Nisan 2012)

Yorum yapın