Bugün, Türkiye kamuoyunun geniş bir kesimince kabul gören ve hiçbir şekilde sorgulanmayan zorunlu askerlik kavramı, aslında dünya tarihi içinde oldukça yeni bir oluşumdur.
Dünya tarihinde ulus devlet temelinde kurulan ilk ordunun, 1789 Fransız İhtilali’nin ertesinde Napolyon’un kurduğu ordu olduğu kabul edilir. Napolyon’un kurduğu ordunun büyük başarılara imza atmasıyla, zorunlu askerlik temeline dayanan ulusal ordular tüm Dünya devletlerince benimsenmeye ve oluşturulmaya başlanır.
Osmanlı İmparatorluğu ise, zorunluluk temelinde bir ordu kurma çalışmalarını 1847 yılında “Kur’a Nizamnamesi” ile başlatır.
Fransız asker alma sisteminden kopya edilerek oluşturulan bu sistem 1877-1878 Rus Savaşı yenilgisine kadar uygulanır. Bu tarihten itibaren de Osmanlı’da, Alman General Köhler’in öncülüğünde, Alman Ekolü prensipleri doğrultusunda bir ordu kurulmaya başlanır.
Bu uygulama 1908’de kurulan II. Meşrutiyet’ten sonra kalıcı olur ve Osmanlı’nın devamı olarak nitelenen Türkiye’de de uygulanmaya devam edilir.
Bugün, uygulamakta olduğumuz 1982 Anayasası’nın 66. Maddesi, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” der ve devamında 72. Maddede, “Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.” diyerek, zorunlu askerliğin yasal zeminini oluşturur.
Zorunlu askerlik uygulaması 1989 yılına kadar Türkiye’de herhangi bir geniş katılımlı tepkiyle karşılaşmadı. 1989 yılının Aralık ayında vicdani retlerini açıklayan Tayfun Gönül ve Vedat Zincir, toplumu vicdani ret kavramıyla tanıştırdılar ve bu tarihten itibaren Türkiye’de vicdani ret ve zorunlu askerlik kavramları sorgulanır oldu.
Ancak bu sorgulamalar sonucunda ortaya, askerlikle ilgili “kurmaca” ya da “kurmaca dışı” kategorilerde doyurucu metinler çıktığını söyleyemeyiz.
Bu kapsamda aklımıza ilk elden Nadire Mater’in, Mehmedin Kitabı (Metis Yayınları); Pınar Selek’in, Sürüne Sürüne Erkek Olmak (İletişim Yayınları) ve Ö. H. Çınar ve C. Üsterci’nin yayına hazırladıkları Çarklardaki Kum: Vicdani Red (İletişim Yayınları) isimli kitaplar gelmektedir.
Bu kitaplara ek olarak da 2010 yılından beri faaliyette olan http://askerleranlatiyor.blogspot.com/ isimli web sitesini sayabiliriz.
Belirtilen kaynakların dışında Türkiye’de zorunlu askerliğe dair cümleler, sözlü bir biçimde ve “askerlik hatıraları” başlığı altında anlatılagelmektedir. Bu başlık altındaki anlatıların ise, “Bizim bir çavuş vardı” kalıp cümlesiyle başlayan ve ergen eblehliğiyle sunulan hatıralar olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun dışındaki yaşantılar ise çoğunlukla, bir suskunluk perdesinin arkasında bırakılmaktadır.
İşte, geçtiğimiz günlerde, varlığına yukarıda kısaca değindiğim suskunluk perdesini yırtmaya aday bir kitap yayınlandı.
Söz konusu kitabı, Altıkırkbeş Yayınları’nın editörlerinden Şenol Erdoğan hazırlamış.
Erdoğan, Ölü Şehrin Radyosu, bir kuzey ırak pornosu, adını verdiği kitabının basın bülteninde:
“Bu kitabın yazarı, bahsettiği dönemi yaşarken İsevi takvim 1997 tarihini gösteriyordu. Bazen çok soğuk oluyordu hava -şubat gibi, bazense çok sıcak –şubat gibi.
Bu kitabın yazarı, 15 yıldır tarif edemediği hislerle yaşıyor ve bunlar en nihayetinde –ne kadar ötelemeye çabalarsa çabalasın- harflere evrilip cümlelere dönüştü.” demektedir.
Bu cümlelerden ve kitabın genelindeki havadan Erdoğan’ın, kitabını, üstündeki ağırlıktan kurtulma çabasıyla yazdığını söyleyebiliriz. Bu ağırlık, Erdoğan’ın üstüne öyle bir şekilde binmiştir ki anlatıp rahatlamak belki de en doğru yoldur.
Ölü Şehrin Radyosu’nda Şenol Erdoğan, anlatısını, savaş kavramıyla ilk tanıştığı andan itibaren anlatmaya başlamış ve askerlik dönüşündeki ilk günlerine kadar sürdürmüş. Bu anlatıya ek olarak da yazılanları güçlendirmek adına, ara başlıklar halinde Kuran’dan, Susan Sontag’dan ve Vikipedi’den alıntılar yapmış. Bu alıntılar sayesinde de anlatısının vuruculuğunu pekiştirmiş.
Ölü Şehrin Radyosu’nu klasik bir askerlik hatırası metni olarak görmemek lazım. Bu çerçevede, Ölü Şehrin Radyosu, üzerinden on beş yıl geçtikten sonra Erdoğan’ın zihninde yer eden izlenimlerin sunumu olarak okunabilir.
Şenol Erdoğan’ın kitabı, üslup bakımından, Ferit Edgü’nün Hakkâri’de Bir Mevsim, isimli romanına benzetilebilir. Okuyanlar hatırlayacaktır Edgü, kitabında batılı bir aydının, asker öğretmen olarak, Hakkâri’de geçirdiği bir kışı anlatır. Bu anlatım sırasında da oldukça kapalı bir dil kullanır. Hatta kitap birçok yerde sessizliğin sesi olarak bile okunabilir.
Bu özelliklerine bakarak ben, Ölü Şehrin Radyosu’nu, askerliğe dair sorgulayıcı metinlerin yazılmaya başlanacağı bir dönemin başlangıcı olarak kabul etmek istiyorum.
Belki de önümüzdeki ilk celp dönemi olan Ağustos ayında askere gidecek olanlardan bu kitabı alıp okuyanlar çıkacaktır ve geri döndüklerinde onlar da kendi hikâyelerini anlatacaklardır.
NOT: Bu yazıda, Suavi AYDIN’ın “Çarklardaki Kum: Vicdani Red” (İletişim Yayınları, 2008) isimli kitapta yer alan, “Toplumun Militarizasyonu: Zorunlu Askerlik Sisteminin ve Ulusal Orduların Yurttaş Yaratma Sürecindeki Rolü” isimli yazısından yararlanılmıştır.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (8 Mayıs 2012)