Tersine giden bir gemi, karanlığa doğru eğilen ayçiçeği, su taşıyan karıncanın yüzleşmesi, pusulası bozuk yaban kazları, evine ekmek götüremeyen adam… Elinde ekmeği; götürecek bir evi olmayan beden işçileri, kalbi ezelden kırık filozof, eskiyen annenin dramı ve bir kazığın talihsizliğini yaşayan, olduğu yerde hiç kök salmadığı halde orada çakılı kalan yazarımız Mehmet Mahsum Oral.
Ev Düşkünü Bazı Rüzgarlar anlatısında limana geri dönen bir gemi; gemi su aldığı için değil elbet, bu dönüşün sebebi hesaplaşma.
Bolca yeşil zeytin, peynir, iki yumurta, belki ekşimiş yoğurt. Saçları üç numaraya vurdurulmuş üç çocuk sofranın kenarında. Aceleyle ağızdan çıkarılmış zeytin çekirdekleri tık tık ses çıkartır, çay tabaklarına bırakılırken bardağa vurulan çay kaşığının sesi çın çın.
Buz gibi suyla yıkanmasına rağmen yüzlerinde hala sabah mahmurluğu… Ağızda yuvarlanan çay ile yumuşatılmaya çalışılan bayat ekmek… Sofranın ucundaki peynire uzanırken pantolonundan taşan pijamalar. Çatalı peynire isabet ettiği anda, belki de peynir ağzıyla buluştuğu anda ya da annesinin o anda içinden geldiği için alnıdan öptüğü sırada…
“Bir evde üç çocuğunu aynı anda doyurmak isteyen bir kadın, sabah kahvaltısında çayın demini ve suyunu sırayla değil aynı anda bardaklara boşaltıyor. Biraz sonra herkesi aynı anda vuran bir top mermisi düşüyor sofraya…”
Karanlığa doğru dönmeden önce ayçiçeği; ince uzun boyu, kısa sarı saçları, kara elmas gözleriyle arıların mabedidir, verimlidir de. İşte bu yüzden mahcuptur, naiftir, başı eğiktir.
Mehmet Mahsum’un alıntısında: “Gazı bitmeden son kez yanan bir fenerdir yaşlı kadının bakışı.” Alıntının öncesi ise buruk bir anlatıdır.
Yaşlı kadının, fotoğraftaki çocukla yüzleşmesiyle karanlığa doğru eğilir ayçiçeği.
Karınca çalışkandır, belki dünyanın en güçlü canlısıdır aynı zamanda.
Anlatıda İbrahim’e seslenir: “İbrahim! Ey İbrahim! Ya İbrahim! Neden taşıdığım o bir damla suyla anıldım durdum ki? Çok ter dökmüştüm oysaki düştüğün ateşi söndürmeye koşarken… Neden bir şeyden saymazlar teri? ”
Koca yürekli küçük karıncanın sözleri manidar. Yüzyıllardır sorulmamış bir soru. Bu soruyu ne köle sahibine ne evlat babasına ne anne çocuğuna ne işçi patronuna ne de halk iktidara sorabildi.
“Sokaklarda vurulup öldürülmüş sivil insanlar üzerleri örtük, ceset torbalarına konmuş bedenler sıra sıra duruyor, kazılan toplu mezarlarda çalışan iş makinelerinin sesleri var, ajanslar devam eden savaşın fotoğraflarını dünyaya servis ederken ölü insanların görüntülerini buzlanmış ve sansürlemiş olarak veriyor.”
Az ötede yarı opak torbanın içinde beş tane ekmek, ekmeklerin köşeleri torbanın dışına çıkmış, ekmeğin birinin ucu kopartılmıştı. Sıcak ekmeğin kokusuna dayanamamış, parayı uzatırken diğer eliyle ekmeğin ucunu kopartıp yemişti afiyetle. Torbadaki adam kendini kurtaramamış ama ekmeklerini kurtarmıştı. Zaten ekmeğiydi bütün kavgası.
“… Bir kapı yapar senin için. Kilidin yuvasına girdiği halde kapıyı açamayan anahtarlar olur bir de çevirir durursun. Anahtar dönüp durur kilidin içinde. Hiç dönmese en azından açılacağı umudunu taşımazsın. Bir evin kapısında durduğunu görenler bir yuvanın olduğunu sanırlar. Görürler ve çabucak giderler. Sen dışarıda kalırsın…”
Elinde ekmeği, beden işçisi ha babam çevirir anahtarı. Yardıma koşar yıllar önce evini terk edip gelen pişman baba; Kurabiye çaldığı için cezasını çekmiş yeşil gözlü çocuk, düğününde halay çekerken, alnındaki terleri silmeye fırsatı olmadan sokağından yorgun mermi ile vurulan güzel gelin, hepsi koştular. Yüklendiler kapıya, defalarca geri çekilip tüm güçleriyle omuzladılar kapıyı. Nafile açılmaz o kapı.
“Çeyiz sandığındaki bebek patikleri hiç giyilmediği için bir anneyi eskitiyor.”
Hemingway’in “ Satılık: Bebek patikleri. Hiç giyilmedi.” kısa romanın devamı niteliğinde, başka bir boyut katıyor adeta. Ölü bebeğin romanı değil, eskiyen bir annenin romanı oluyor.
Ev Düşkünü Bazı Rüzgarlar anlatısında Mehmet Mahsum; kapısı, penceresi sıkı sıkıya kapatılmış bir coğrafyada çakılı kalmış bir rüzgar, pusulası bozuk bir yaban kazı, yıkık evlerin arasında dolu dizgin koşan bir yılkı atı.
Duvardaki delikten ustalıkla atlayan.
Işıksız köylerde, televizyon ekranında, alanlarda, çöllerde; soluksuz koşan, çıkış arayan bir filozof.
Milyonlarca yıllık bir koşu bu. Etiyopya’nın gizli hazinesi Lucy ile başlayan, günümüze kadar süren bir yolculuk. Mağaralarda başlayıp gettolarda, gecekondularda, doksan metrekarelik evlerde hala devam eden.
edebiyathaber.net (30 Ekim 2023)