Bana kalsa Saliha teyzenin oğlu öldürmeliydi O ADAM’ı. Annem öldükten sonra evlendiği karısının oğlu Ahmet. Aynı evde büyümemize rağmen bize hiç benzemeyen bu huysuz, çelimsiz çocuk tıpkı bizim onun yaşlarındayken O ADAM’a karşı doldurduğumuz öfkesini bir silah gibi kusmalıydı. Ona, “On sene sonra bu çocuk senin felaketin olacak,” dediğimde susturmak istedi beni ama pes etmedim. Yıldırım ordularıyla saldırarak gerçekleri haykırdım yüzüne. “Bir ergen ateşine denk gelip önce dükkânını sonra seni yakacak. Şu çocuğu rahat bırak!” dedim. Kartalın avını yakaladığı gibi pençelerinden zor kurtardım Ahmet’i. O günden sonra kendini tamamen teslim aldığı kunt bir sessizliğe bıraktı. Zaman geçti o sessizlik hiç bozulmadı. Ertesi gün apar topar yurtta aldım soluğu. Çocuk yurdunun soluk, isli duvarlarına, “Zalim zulmeder, Tanrı adalet eder,” bed(dua)larımı kazıdım.
Adalet gecikmeli de olsa tecelli etti. Kaderin son satırını yazsın diye beklenilen hazin sonu tuhaftı. O ADAM’ın. Ölmüştü. Ama onun ölümü; ne Ahmet’in elinden, ne kotarılmış ağrılarından ne de atalarından taşıdığı sinsi kanser hücrelerinden gelmişti. Herkes gibi kendi ölümüyle ölecekti o da. Kahırla sabır arasında arafta kalan küllü yüzümü gören Tanrı, gayretine dokunduğu bir sırada teslim almıştı onun canını.
Saliha teyze, bunca yediği dayaklar, işittiği küfürlerden sonra eninde sonunda elinden bir kaza çıkaracaktı. Bir insan nasıl son hadde getirilir? Sorusunun kanlı canlı örneği olacaktı üçüncü sayfa haberlerinde. O vahşet günü Saliha teyze yediği lokmaları sayan O ADAM’ a kaptığı gibi bir makası, ucu küt bıçağı saplamış gözü hiçbir şey görmeyerek. Hem de tam olması gereken yerine. Üç kez ameliyat olduğu dalağına, böbreğine kusmuş öfkesini, kinini.
Saliha teyzeyle dertleştiğimiz zamanlarda bana sarılarak, “Ananın yazgısı yazılmış bana,” derdi kalbi kuş gibi çarparak. “Yastığı değişmiş bu evin yazısı değişmemiş,” diye ağlardı sürekli. O ADAM, annem öldükten sonra beni boğaz ağırı olarak görür, “Bu kızla nasıl baş ederim? Yarın okulu var. Okumazsa çeyizi var. Var da var,” diye söylenirdi. Saliha teyzenin öz, onun üvey olduğunu düşünürdüm.
O ADAM’ın kafasında kurduğu bir planı olurdu hep. Canilerin çuvala katıp şehrin dışına attıkları kedi yavruları gibi yurda bırakıldığım gün anladım, onun planlarının içinde olduğumu. Yurda gönderileceğim zaman nasıl da içi sızladı Saliha teyzenin. O, paylaşmaktan vazgeçmezdi çünkü. Beni severdi. Öyle ki evini sever, doğayı sever, insanı severdi. “Kızın giderse ben de kalmam bu evde,” dedi. O ADAM’ a gücü yetmedi ama.
***
Annem de kaç yıl katlanmıştı babama. Yıllarca annemin ellerinden beğenerek yediği lezzetli yemeğine, su böreğine, bamya çorbasına eline sağlık bile demezdi. Öpmezdi parmak uçlarından. Şefkatle dokunmazdı saçlarına. Babam sosyal medyada gezinir, televizyon karşısında göbeğini kaşıya kaşıya geçirirdi vaktini. İlgi göstermezdi anneme. Öfkeyle kahkahası anlık değişirdi babamın. Bazen de kendi hanesine ödül verilmiş sahipliğiyle paylaşırdı okuduğu haberleri. Annem onu dinlemez. İnstagram’da magazin sayfalarındaki güzel kadınlara kesilirdi. Pürdikkat. Kendisine benzemeyen bu kadınlar dudakları boyalı, uzun bacaklı. Bakımlı. Elleri ipekti. Alnı kırışıksız. Yanakları düzgün kadınlardı. Onları seyredip bir de aynada dönüp kendine bakardı. Yer çekimi kuvvetine yenik düşmüş gıdısını, doğumdan sonra sarkmış göbeğini içine çekip. Kendince. Hasta olduğunda bile teselli sözcükleri kullanmadı anneme. Saygısını, maharetini, kıymetini hiçbir zaman anmadı babam.
***
O ADAM sarhoşken jüt olup eşekle gider gibi sallana sallana üstüne yürümüş Saliha teyzenin. Bağırışlarına kulak tıkamış konu komşu. Kapı önünde birlikte oya örüp dertleştiği ahbapları güya. Hatta her defasında O ADAM’a, “mendebur herif” diyen Ayşe teyze bile feryat figan seslerini duymadım, demek için televizyonun, radyonun sesini sonuna kadar açmıştı. Evimizden gelen kavga gürültülere ses çıkarmaması O ADAM’dan korktukları içindi. Bana sarıldıklarında da yalancıktan ağladılar.
Gözlerim neon ışınları gibi saçılıyordu Ahmet’e bakarken. Zeytin çekirdeği gibi ağzında dolaştırdığı sessizliğini bozmadı yine. O ADAM’ın Ahmet’in gözlerinin önünde öldürülmesibile tek kelime düşürmedi payına. Çam yarması gibi yerde serilip kalabalıktan sadece kafası görünen O ADAM’ın açık kalmış gözlerine dimdik bakıyordu. Kıpırtısız. Ben de baktım suretine. Uzun uzun baktım. O ADAM babam değildi. En ufak bir acı ifadesi yoktu yüzünde. Değirmen taşı gibi parmaklarıyla un ufak edip Saliha teyzeyi marizleyememesinin pişmanlığı vardı. Kendi akıbetinden habersiz. Yıllar önce O ADAM’dandayak yiyen rahmetli annem gelip gidiyordu gözümün önüne. Annem, “Allah belanı verir de altına kaçıran bir bitkiye dönesin gavur herif!” diye söylendiğinde, “İğrenç bir baba” profili yapıştırmıştı zihnime. Belki ondan. Zehirli sarmaşıklar bırakmıyordu; yüreğimi, kederlerimi, umutlarımı. Ve bunca yıl biriktirdiğim yetim kalan hayallerimi.
Saliha teyze, O ADAM’a kalbinde ağırlığını hesap edemediği bir taşla vurmuştu. Kimse ona katil damgasını konduramadı. Cinayet haberi her yere yayıldı. O ADAM’ın cenazesini apar topar kaldırdı amcam. Köyde çiftçilik yapan bunca yıl görmediğimiz, amcam başını kaldırıp benim yüzümüze bile bakmadı. Kendisine ayak bağı olmamızı istemiyor, diye düşündüm. Haklıydı. Beyaz kartal arabasına binip çekti, gitti. Amcamın da O ADAM’laarası iyi değildi. Çünkü dedemden kalan ne kadar tarla varsa çaparize getirip çarpmış amcamı da. Annemden duyardım.
Herkesin gözünde masum Saliha teyze; sırtında geçen bayramdan kalan elbisesi, ayağında apartman terlikleriyle polisin kollarında giderken, “Kardeşin Ahmet sana emanet,” dedi sesi titreyerek. Yüzünde doğum lekesi gibi bir hüzünle bakan çocuğun kendisini bulmanın yolunu emanet etmişti aslında bana. Yurt penceresinde seyrettiğim çocukların gökyüzüne uçurdukları uçurtma umuduyla aldım Saliha teyzenin emanetini. Ahmet’le onun ardından bakarken haritadaki yerini tespit edemediğimiz yapay sulara daldık boca edilen ömrümüze bir kara gün daha eklenerek. Zamanın asılı kaldığı bu küçük evde sararmış dantellerin, çıtırdayan mobilyaların sararmış gazetelerin, boyası dökülmüş bibloların naftalin kokan halıların içinde tükenecekti ömrümüz.
edebiyathaber.net (2 Kasım 2023)