“Bizde eleştiri yok!” şair ve yazarlarımızdan en çok duyacağınız cümledir. Bu fikre yürekten inanırlar. Paradoks, isimler saymaya gelince yaşanır. Eleştiri yoktur ama eleştirmen vardır. “Bir eleştirmen adı söyler misiniz?” denilince akla gelen ilk ad “Ataç”tır. Nurullah Ataç olmayan eleştirimizin en önemli adı, kurucu babasıdır. Belki de eleştirinin olmamasının başlıca nedenidir.
9 Ağustos 1898’de doğmuş Mehmet Ali Nurullah Ataç. Galatasaray Lisesinde öğrenim görürken okuldan ayrılmış, öğrenimini sürdürmek amacıyla Cenevre’ye gitmiş ama orada bir okula kaydolmamış. Babasının ölümü üzerine Türkiye’ye dönmek zorunda kalmış.
Okula da eğitime de inanmadığı anlaşılıyor. İlkokul dışında hiçbir okul bitirmemiş ama kendi kendini yetiştirmiş, iyi Fransızca öğrenmiş. Fransızca öğretmeni olmuş. Uzun yıllar öğretmenlik yapmış. 1940 yılında Hasan Âli Yücel’in Maarif Bakanlığı döneminde kurulan Tercüme Heyeti’nin ilk başkanı olmuş. Fransızca’dan birçok eseri Türkçeye çevirmiş. Cumhurbaşkanlığı çevirmenliği görevine atanmış.
Çocukluğundan beri iyi bir okur olan Ataç edebiyatla lise yıllarında ilgilenmeye başlamış. Dedesi, babası, ağabeyi yazar olan Ataç yazmaya şiirle başlamış, tiyatro yazarı olmak istemiş. Derin bir şiir bilgisi olduğu anlaşılan Ataç şiirlerini yayınlatsa da sonradan şiirden vazgeçmiş, hiçbir tiyatro eserini de bitirememiş. Sonra denemeye, eleştiriye yönelmiş. Yahya Kemal’e de Ahmet Haşim’e de yakın olmuş. İlk eleştiri yazısı, Ahmet Haşim’in Göl Saatleri adlı kitabı hakkındaymış.
Deneme ve eleştiride yoğunlaşmış. Yazılarında alay, ironi ve öfke ağırlıklı olarak ön plana çıkar, düşüncenin yanı sıra duygularına ve giderek kişilik özelliklerinin kimi yansımalarına ısrarla yer verir, diye tanıtılıyor. Başka yazarların anı kitaplarından kavgaları, küslükleri ile meşhur olduğunu biliyoruz. Emin Karaca da “Türk Edebiyatında Kavga”da (Nisan 2017, Kibele yay.) Ataç’ın kavgalarına geniş yer verir. Kavgaları sadece sözle gelişmemiş, yumruklaşmalarına varanlar olduğu gibi dayak da yemiş. Üçü de yakın dostu olan Oktay Rifat’a bastonla, Orhan Veli’ye şemsiye ile saldırdığı, Melih Cevet’ten ise dayak yediği biliniyor.
Türkiye’de biyografi denilince ilk akla gelen ad olan Beşir Ayvazoğlu, yeni çalışması “Ataç”da Türk edebiyatının en renkli kişiliklerinden Nurullah Ataç’ı konu ediyor. Ataç hem kişiliği hem de yazdıkları ve yaptıkları ile çok renkli biri. Beşir Ayvazoğlu onu üç dönemde ele almış, “Nurulah Ata”, “Nurullah Ataç” ve “Ataç”. Bölümlere verilen bu adlar onun hayatının gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerini yansıtırken ve kişiliğinin değişimini de simgeliyor.
Nurullah Ataç’ın “renkli, gelgitlerle ve kavgalarla dolu hayatı…” olmuş. Beşir Ayvazoğlu’nun akıcı anlatımıyla bu yaşam öyküsünü okurken aslında siyasi tarihteki gelişmelerin, Cumhuriyet’in kuruluşu ve gelişiminin başta edebiyat olmak üzere sanat ve düşünce dünyamıza nasıl yansıdığını da görüyoruz.
Hem dostu olmuş hem de eleştirilerinin konusu, hedefi olmuş şair ve yazarlara baktığınızda ortaya edebiyat tarihimiz çıkıyor. Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Mehmet Akif, Peyami Safa, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli, Oktay Rifat, Sait Faik… Liste uzayıp gidiyor. Yaşadığı dönemde tanımadığı, görüşmediği, tartışıp kavga etmediği şair ve yazar kalmamış. 1898’de doğup 1957’de öldüğünü düşünürseniz Nurullah Ataç’ın yaşamının ve tartışmalarının nasıl bir döneme denk geldiğini de anlarsınız.
Bir yazı makinesi gibi hemen her gün yazmış, yazıları gazete ve dergilerde yayınlanmış ve sürekli tartışmalar çıkarmış, tartışmalarda taraf olmuş. Hızlı fikir değiştirmesiyle, bugün ak dediğine yarın kara demesiyle ünlü. Kişisel öfkelerini ve kızgınlıklarının görüşlerini belirlediğini yani öznel davrandığını da açıkça belirtmekten çekinmiyor. Sürekli fikir değiştirmekle de övünüyor. Bugün beğenip göklere çıkardığı şair ya da yazar yarın kötü olabiliyor. Bu tavrını da savunuyor.
Nurullah Ataç’ın dil kavgaları, onun “öztürkçe”yi nasıl hararetle savunduğu, sözcük uydurmakta nasıl öncülük ettiği bilinir ama bu düşüncelerinden nasıl vazgeçtiği bilinmez. Kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi “öncelikle dilimizi antik Yunanca ve Latinceye açmadan Batı’yı Batı yapan hümanist kültürü benimsemenin imkânsız olduğuna inanıyordu. Asıl arzusu bütün temel kavramları bu iki ölü dilden almaktı. Ancak bunun pratikte mümkün olmadığını fark edince Türkçeyi başta Arapça ve Farsça olmak üzere tarih boyunca sözlüğüne kattığı bütün yabancı kelimelerden arındırarak Yunanca ve Latinceleştirme görüşünü savunmaya başladı. Öztürkçeciliğinin milliyetçilikle hiçbir alâkasının bulunmadığını çok açık bir şekilde ifade etmişti. “Devrik tümce” ısrarı ise Türkçenin sentaksını Batılı gibi düşünmenin önünde büyük bir engel olarak gördüğü içindi.”
Beşir Ayvazoğlu, her zamanki hak bilir, objektif bakış açısıyla Ataç’ın yaşamını ele alıyor, onu tanıyıp anlamamızı sağlıyor ama Ataç’ın yaşamını sadece onun tarafından, onun bakışı ve anlatımıyla kaleme almıyor. Hedefinde olan isimlerin nasıl karşılıklar verdiğini, ilişkilerin nasıl kurulup geliştiğini de yansıtıyor. Böylelikle edebiyat tarihimizin birçok önemli tartışmasını tüm tarafların görüşlerinin ışığında öğrenip değerlendirebiliyorsunuz.
Ayvazoğlu’nun eserini okuyunca Nurullah Ataç’ın çok ortada, çok bilinen biri gibi görünse de yaşam öyküsünün de eserlerini de gereğince bilinip değerlendirilmediği anlaşılıyor. Ataç’ın yaşarken sadece beş kitabı yayınlanmış. Ölümünün ardından derlemeler yapılsa da binlerce yazısı gazete sayfalarında kalmış. Ataç hakkında yapılan çalışmalar da sanıldığı kadar çok değil. Bazı anı ve biyografi kitaplarında Ataç adına rastlasanız da kızı Meral Ataç Tolluoğlu’nun “Babam Nurullah Ataç” adlı kitabı en önemli kaynak olarak görünüyor. Beşir Ayvazoğlu çalışmasında başta Meral Ataç Tolluoğlu’nunki olmak üzere Ataç hakkında yazılan, atıfta bulunulan tüm kaynakları kullanmış. Ama bununla yetinmemiş Ataç’ın kendi yaşamından, günlük yaşamdan, beğenilerinden, zevklerinden söz ettiği gazete yazılarına da ulaşmış. “Hayata Dair” başlıklı bu yazıların ve diğerlerinin üç yüz civarında olduğunu ve henüz kitaplaşmadıklarını belirtiyor Ayvazoğlu. Sonuç olarak ortaya 648 sayfalık ve büyük bir emek ürünü bir biyografi çıkmış.
Beşir Ayvazoğlu Ataç kitabını “Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına armağan” etmiş ki bence bu çok anlamlı ve yerinde bir tavır. Çünkü bu kitapta Nurullah Ataç’ın yaşam öyküsünü okurken oluşan “ekosistem”le birlikte Türkiye’nin kültür ve sanat politikalarının, dolayısıyla kültür tarihinin nasıl oluştuğunun öyküsü de ortaya çıkıyor.
- Ataç, Beşir Ayvazoğlu, Everest yay. 2023.