Bu yazıda sınıf çatışması ve burjuva ile özdeşleşme miti problematiği üzerine kurgulanan fakat altmetinlerde eşcinsel krizinin psikopatolojisine odaklanan The Talented Mr. Ripley (Yetenekli Bay Ripley) adlı anlatıyı okumaya çalışacağım.
Beyaz perdede burjuva-proleter çatışması Capracorn (1) masallardaki gibi iki sınıfı uzlaştırarak da, proleterlerin bir burjuva ailelesini katlederek nefretini kusuşunu göstererek de (2) yansıtılageldi. Birazdan inceleyeceğim The Talented Mr. Ripley, ikinci kalkış noktası ile doğrudan bir ilişki içerisindedir; fakat filmin asal derdi sınıf çelişkisini izlemek değil sınıflararası kin ve uçurumu tasvir ederken “bastırılmış” bir geyin, Tom Ripley’in (Matt Damon) “gizlenmiş” eşcinsel kimliğini araştırmaktır.
Öykü, genel düzlemde proleter Tom Ripley ile burjuva Dickie Greenleaf (Jude Law) arasındaki yıkıma mahkûm ve belirsiz ilişkinin doğasına ek olarak özelde de Tom Ripley’in İtalya’daki kimlik serüvenini takip ederek ‘öteki’nin kendisine âşık olduğu yanılgısına saplanan bir erotoman’ı anlatır. Fakat buradaki ayrım; sözümona âşık olunduğu düşünülen kişinin kadın değil erkek olmasıdır. Erotomanie homosexuelle(homoseksüel erotoman) olgusu sinemada pek sık rastlamadığımız bir konuya işaret etmekle birlikte eşcinsel öznenin ruhsallığına koşut olarak da pek betimlenmemiştir. Anthony Minghella’nın The Talented Mr. Ripley adlı yapıtı bu bağlamda yakın dönem sinemasal örnekler içinde parlak bir film olarak karşımızda durmaktadır. Tom Ripley’in burjuvazinin şımarık, hedonist ve maymun iştahlı üyesi Dickie Greenleaf ile sallantılı ilişkisi burjuva-proleter ilişkisi/çatışması iken; kıskançlık ve özenti boyutlarını da aşacaktır. Şöyle ki; sınıflararası çatışma, yerini giderek karşılığı bulunamamış bir platonik ilişki boyutuna bırakacaktır. Burada iki öykü birbirine içkinse de başta da vurguladığım gibi anlatının esas ereği süperego’dan (toplumdan) ve kontrol mekanizmalarından (arkadaşlar, polis, komşu, tanıdıklar vd.) gizlenen, bastırılan ve krize dönüşen eşcinsellik araştırmasıdır.
Erotomanie homosexuelle’ler de diğer suçlu/suça eğilimli erotomanlar gibi âşık oldukları birer özne yaratırlar. Tasarlanan özne ya da fantezi öznesi çoğun şöhretli kişiler yahut burjuvazi üyeleridir. Proleter kökenden gelen Tom Ripley’i tetikleyen unsur da Dickie’yi banyo yaparken izlemesi ve dikizleme ediminden sonra erotik fantezisini çoğaltmaya başlamasına karşılık gelmektedir. Elbette bu, erotomanlardaki klasik ve sıkça izlenen birilineksel durumun varlığına işaret eder. Yani özne, muhtelif davranış biçimlerinden kendine pay çıkarır, yapılan bir davranışın orijinini beyninde kendisine yönelik gerçekleştirilmiş olarak şemalandırır. Hemcinsinin (genelde erotomanlarda da karşıcinsin) yaşantı ve edimselliği içindeki kimi öge ve detayları kendisine mâl eder. Tom da giderek Dickie ile gerçekte olmayan ilişkisini (3) zihninde sürekli zenginleştirir. Bütün yanlış kanı ve olaylar zinciri çok geçmeden şiddeti de doğuracaktır. Tom’un; Dickie’nin görünmez jestlerini, ona olan ilgisini ve sıcak tavırlarını kendisine karşı geliştirdiği gizli kapaklı bir cinsel davet biçiminde algılayışını eşcinselliğin bir tabu olduğu, kapalı bir kutu gibi açılmayı beklediği ikiyüzlü toplumsal gerçeğini düşündüğümüzde normal ve genelgeçer bir algılama olarak kabul edilebileceğini öne sürüyorum. Bir eşcinsel ilişkinin; heteroseksüel ilişkilerdeki gibi açık bir jestler bütünü, doğrudan alışverişler biçiminde kurgulanamadığı, bir dilsizliğe işaret ettiği, sözden çok da jest ve bakışa içkin olduğu ve yaşama rahatlıkla geçirilemediği aşikârdır. Tom Ripley içe kapanıklığı yüzünden serbest, özgür, rahat, zorlamasız, kendisini belli eden bir kişilik yapısı geliştirememiştir. Taklit yeteneği onun kişilikleri ve insan ilişkilerini dışarıdan gözlemleyen içe dönük genç bir kimlik olduğunu ortaya koyar. Normal ilişkinin heteroseksüel ilişki biçimi olarak dayatıldığı trajik gerçeği öznenin henüz ailede karşılaştığı baskılayıcı bir toplumsal parametredir. Okulda, arkadaş ilişkilerinde, iş yaşamında, sosyal eğlence mekânlarında mevcut ilişki biçimlerinin renkleri ve düzeyleri dolayımında içselleştirdiği dağınık, kontrol edemediği bir kişilik yapısı kazanmıştır. Cinsel kimliğini rahatlıkla dışavuramadığı için de kendisini gizleme yolunu seçmek zorunda kalmıştır. Ustalıklı taklit yeteneği bu bağlamda özellikle vurgulanmalıdır. Çevresinin ilgisini çekemeyen Tom Ripley ancak taklit yaparak insanları şaşırtabilir. Ekonomik olarak güçlü olmadığı, parlak bir toplumsal statüye sahip bulunmadığı için bir süre sonra mevcut özelliği de etkisini yitirecektir. ‘Öteki’ni taklit etme, gizil bir trajediyi işaret eder: Tom aslında heteroseksüelliği taklit etmektedir. Bunu bazen çok iyi becerdiği kesindir ama sahip olduğu kişilik taklit ettiği kişilikler toplamı değildir. Onun krizi özetle budur. Toplumun (4) ondan olmasını istediği kişilik yapısını içselleştirmek zorunda kalan fakat bunları reddetse de dışa vuramayan özne artık bireysel çaresizliği ve yalnızlığıyla baş başadır. Tom da özel yaşamında sürekli farklı kimlikleri oynamaktadır. Bu, normal yaşamda dışavuramadığı cinsel kimliğiyle ilgili potansiyel bir anksiyeteye işaret eder. Aslında özne; günlük yaşamda, yani eşcinselliğin ötekileştirildiği ikiyüzlü ve baskılanmış bir dünyada kendi kendini oynamaktadır.
Tom Ripley kendisine eşcinsel olup olmadığını soran İtalyan polisine “Hayır.” yanıtını verir; aynı zamanda yanındaki partnerinden “İtalya’da resmî olarak eşcinselliğin bulunmadığı” gerçeğini de öğrenir. Kuşkusuz, önündeki yeni farkettiği bir reel gösterge değildir. Kontrol ajanı olarak polis ‘öteki’ne müdahale edendir. Bürokrasi aygıtının yasal yollarla, süperegonun sözel yollarla dayattığı törel mantalite ve ortajen alışkanlıkların sürdürülmesinden sorumludur. Söz konusu engellenme Tom’un cinsel-psikolojik krizini körükleyen çok daha güçlü bir duvarı gösterir: Eni sonu insan eliyle çıkarılan yasalar yine insanların önüne aşılmaz duvarlar inşa eder. Farklılık, marjinallik, orijinallik baskılanır, ötekileştirilir. Giderek toplumsal bir linç duygusu oluşur. Tom da İtalyan polisinden eşcinsel olduğunu gizler; tıpkı daha önceleri çevresindekilerden gizlediği gibi.
Öte taraftan, gelgit halindeki Tom Ripley’in seksüel eğilimleri komplekstir ve biseksüel açılımlara da hâizdir. Rutin hayat içinde sürekli bastırdığı doğal cinsel güdülerini kimi kez karşı cinse yöneltse de başarısız olmaktadır; üstelik bunun bilincindedir. Geylik heteroseksüel yapı içinde gelişmiş ve bu yapının gizli bir parçası olmuştur. Karşı cinsiyle evlenen hatta çocuk sahibi olan erkekler çoğu kez eşlerine de gey olduklarını söyleyememişlerdir. (5) Freud’un da dediği gibi “Uygarlık baskılanmalar üzerine kurulmuştur.” Baskılanma modern yahut postmodern toplumların başat karakteristiğini oluşturur.
Tom Ripley’in kibarlık, centilmenlik, hoşsohbet olma, sempatiklik gibi kendine özgü dikkat çekici niteliklerinin derininde açığa çıkamayan ya da açığa çıkmayı bekleyen bir saldırganlık ve ahlaksızlık da gizlidir. Geylerin kadınsı psikolojik özelliklerinden ötürü saldırganlık eğilimi içinde oldukları, Freud’un çalışmalarında da işaret ettiği ve öteden beri bilinen bir durumdur ama yine de artık demode bir tanımlamadır. Mevcut görüşün sadece 1960’lara kadar iyi kötü idare ettiğini söylemek olası. Saldırganlığın kökeni yine Freud’a göre cinsel baskılanmışlıkla ilintili psikolojik nevrozların varlığına işaret eder. 1960’lardan sonra eşcinselliğin bir cinsel tercih biçimi olduğu fikri yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Kendisi de eşcinsel olan Alfred Kinsey’in cinsellik üzerine yaptığı çığır açıcı araştırmalar “her insanın biseksüel olduğu” yollu Freudyen tezi doğrular niteliktedir. (6) Sözün özü, eşcinsellik ve yan anlamlarıyla ilgili okumalarda bulunurken doğrucu ve ortajen düalist yaklaşımlardan hareket etmek çoktan rafa kalkmıştır. Çünkü insanlar “koyunlar ve keçiler” gibi iki karşıt kutba bölünerek anlaşılamaz. Bu bağlamda ‘heteroseksüel ve homoseksüel’ gibi düalist ayrımlar, özne-nesne klasik modernist karşıtlığı gibi demode bir tanımlamalardır. Elbette bu düşüncenin bu topraklarda henüz anlaşılamadığı da trajik bir gerçektir. 60. Hükümetin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “Eşcinsellik, hastalıktır.”yollu parlak buluşunu anımsayınız.
Tom Ripley, yanılgısının kurbanı olarak cinayet ritüellerini de zenginleştirir. Saldırganlığını kontrol etmekte zorlansa bile bunu içten gelen öldürme dürtüsüyle ilişkilendirmenin yanlış olacağı inancını taşıyorum. Dickie’yi öldürmesi cinsel jestlerine karşılık bulamayışı ile doğrudan ilgilidir. Geride bıraktığı diğer kurbanlar ise suçunun toplum tarafından bilinmemesi/duyulmaması ile yakından alakalıdır. Tom’un kaçındığı şey salt cinayet işlemiş olması ve cinayet suçlusu olması değil, asıl olarak cinsel kimliğidir. Kriz budur; eşcinsel kimliğinin ortaya çıkmasının korkusu. Mevcut psikolojik manzara Alfred Hitchcock’un Rope (1948, Cinayet Kararı/İp) filmi için de geçerli bir sorunsala işaret eder: Brandon Shaw (John Dall) ile Phillip Morgan (Farley Granger) işledikleri cinayetin ortaya çıkacağı korkusuyla psikolojik bir baskı içindedirler; fakat aynı zamanda ve en önemlisi, eşcinsel olduklarının toplum (süperego) tarafından öğrenilmesinden de korkmaktadırlar. Tom Ripley de bu korkuyu sonuna kadar yaşar.
Son Söz
Eşcinsel romancı Patricia Highsmith’in 1955’te yayımladığı parlak polisiye romanı The Talented Mr. Ripley (7)sinemaya daha önce Fransız yönetmen René Clément tarafından Plein Soleil (1960, Kızgın Güneş) başlığıyla uyarlanmış, Tom Ripley’i ise Alain Delon oynamıştı. Highsmith ise Ripley’in serüvenlerine başka romanlarında devam etti: Ripley Under Ground (1970, Ripley Karanlıkta), Ripley’s Game (1974, Ripley’in Oyunu), Ripley Under Water (1991, Su Altında).
NOTLAR
1) Bu bağlamda bkz. It Happened One Night (1934, Bir Gecede Oldu, Frank Capra). Serüvenci-proleter Peter Warne (Clark Gable) ile şımarık burjuva Ellie (Claudette Colbert) türlü bâdireden sonra bir araya gelmeyi başarırlar. Külkedisi masalında da mevcut bakış açısı söz konusudur. Aslen aristokrasiye mensup fakat sonradan yoksul insanlarla yaşamak zorunda kalan Külkedisi, prensle evlenerek gerçek kimliğine ve sınıfına yeniden kavuşur. Böylelikle sınıf meselesi de çözüme kavuşturulmuş olur; çünkü farklı sınıflardan insanların evlilik yapması masallarda bile söz konusu değildir.
2) Bkz. La Cérémonie (1995, Seremoni, Claude Chabrol). Proleter Sophie (Sandrine Bonnaire) ile arkadaşı Jeanne (Isabelle Huppert) burjuva Lelievre ailesini av tüfekleriyle katlederler.
3) Sıradan gece yaşamı ve günübirlik eğlenceye/serüvene dayalı, son tahlilde de alaşağı olmaya yazgılı yüzeysel bir arkadaşlık ilişkisidir; çünkü farklı sosyo-ekonomik sınıflara ait özneler arasında yaşanır. Dickie mevcut çelişkiyi Tom’un yüzüne vurunca nihaî çatışma patlak verir ve iki sınıf arasındaki eskil uzlaşmazlık kan akıtılarak çözüme kavuşturulur. Geçici bir askıya alma durumu.
4) Örneğin Dickie’nin babası Tom’a sahip çıkan baba figürü kimliğindedir, babanın gölgesidir ve babanın yasasını temsil eder. Tom, Dickie’yi öldürdükten sonra onun yerine ancak geçebilir; fakat bu basit bir yer değiştirme değildir. Çünkü Dickie’nin kimliğini kuşanırken onun heteroseksüel kimliğini de kuşanmak zorundadır. Tom eşcinsel kimliğini açıklamayı ve bununla toplum önünde yüzleşmeyi asla başaramayacaktır. Cinsel tercihler tabu olmaya devam eder.
5) Fransız şair ve romancı Louis Aragon, eşi Elsa öldükten sonra gey olduğunu açıklamıştır. Hollywood’un ünlü oyuncularından Rock Hudson öldükten sonra karısı onun gey olduğunu basına açıklamış ve Hudson’ın James Dean’e de âşık olduğunu beyan etmiştir. James Dean’in gey olduğu ise kimi dedikodulara rağmen ancak yıllar sonra öğrenilebilmiştir. Hudson gibi Dean de genç kadınlarla yaşadığı ilşkilerle basına malzeme olmuşsa da aynı konuya geliyoruz: Gey yaşamı, heteroseksüelliğin içinde yaşamıştır ve halen de büyük oranda bu biçimde yaşanmaktadır. Bu doğrultuda bkz. Far from Heaven (2002, Cennetten Çok Uzakta, Todd Haynes). Frank Whitaker (Dennis Quaid) eşi Cathy Whitaker’dan (Julianne Moore) eşcinsel olduğunu yıllarca gizlemiştir ama sırrını daha fazla saklayamaz. American Beauty’de (1999, Amerikan Güzeli, Sam Mendes) ise Emekli Albay Frank Fitts’in (Chris Cooper) eşcinsel oluşundan karısı Barbara da (Allison Janney) haberdardır; fakat bunu sessizlikle geçiştirirler.
6) “İnsan embriyosu, karşı cinsin cinsel organının öncü dokusuna sahiptir.” Bkz. Eşcinselliğin Doğal Tarihi, Francis Mark Mondimore, Çev. Berna Kılınçer, Sarmal Yayınevi, 1. Basım, 1999, İst.
7) Yetenekli Bay Ripley, Patricia Highsmith, Çev. Armağan İlkin, Can Yayınları, 1. Basım, 2001, İst.
Tom Ripley romanda çok daha sempatik çizilmiştir. Taklit yeteneği değil sadece, aynı zamanda ikili ilişkilerde kullandığı dil ve yaklaşım tarzı onu görece çekici biri haline getirir. Fakat iki sinema uyarlamasında da romandakine göre biraz soğuktur. Clément handiyse buz gibi bir Tom Ripley sunar; Minghella ise onu biraz daha sempatik çizmiştir,ki olması gereken de budur diye düşünüyorum. İki uyarlama arasında seçim yapacak olsam Minghella’nınkini seçerdim. Zaten bu yazı da bu nedenle yazıldı.
Hakan Bilge – Kaosgldergi.com
Bu yazı ilk kez Kaosgl Dergi'nin 124. sayısında yayımlanmıştır.
edebiyathaber.net (18 Mayıs 2012)