Şükran Yiğit’in okuduğum ilk kitabı Bir Kış Yolculuğu’ydu. O kitap için şunu söylemiştim: Fazladan yazılmış tek bir kelimesi bile yok. Sonrasında, açıkçası, çekindim biraz diğer kitaplarını okumaktan. Çünkü bana çok olmuştur aynı kalemden çıkmasına rağmen aynı lezzeti yakalayamama durumu. Ama bu sefer öyle olmadı. İlk bakısı 2008 yılında İletişim Yayınları etiketiyle okurla buluşan Çatıkatı Âşıkları yazarın, o sevdiğim tarzını okura en cömert haliyle sunduğu kitabı olmuş.
Süreyya, orta yaşlarını birçok anıyla beraber çoktan geride bırakmış, minik bir kırtasiye dükkânına sahip, kendi hayatının rutininden memnun bir kadındır. Çatı katındaki boş iki dairesi için pencereye astığı ilanla başlar kitap. Güneyli bir “kadını” ve “niteliksiz” bir adamı gözü tutunca şüphe etmeden teslim eder anahtarları. Böylece Kıbrıslı Laden ve kendi yalnızlığını kimseyle paylaşmaya değer bulmayan Mercan’la bir bağın ilk düğümünü de atmış olur.
Üç farklı geçmiş, üç farklı ruh dünyası Süreyya’nın müşterisi olan –aslında daha fazlası– Berrin’den aldığı mektup sonrası değişir. Mektup Süreyya’ya özel ve oldukça mahremdir. Zamanında zoraki varlığıyla onu yoran Berrin için bir şeyler yapmak zorunda hisseder ama tek başınalık için artık çok güçlü değildir.
Olayların gelişme kısmında, ara ara, okuru bir dedektif romanının içindeymiş gibi hissettiriyor Şükran Yiğit. Oysa anlatıcısı Süreyya için oldukça basit Agatha Christie kurguları. Ama yazar için okuyucusun aklına düşürdüğü fikirler o kadar nahif ki bir sonraki sayfayı bir an önce çevirmek için kendinizde karşı konulamaz bir istek duyuyorsunuz.
“Ben” dili kullanılan kitaplarla aram çok iyidir. İlahi bakış açısından daha zor yazılmış gibi geliyor belki de, bilmiyorum. Böylece diğer karakterlerin kafasındaki düşünceyi okuyamazsınız, anlatıcının gördüğü kadarıyla tatmin olmak zorunda kalırsınız. Şükran Yiğit kitap kahramanlarına öyle cümleler kurduruyor ki onların aklından geçenlere ihtiyaç bile duymuyorsunuz.
Kitabın tamamına yayılan bir muğlaklık var ve bu gerçekten okuma zevkini artırmış. Geçmişe dair bilinmeyenler var, yanlış bilinen hikâyeler var; geleceğin zaten her zamanki gibi bir garantisi yok. Az çok kestirebiliyorsunuz elbette Günlerin Köpüğü’nü en sevdiği kitap seçen Mercan’ın öyküsünü, ama emin olamıyorsunuz işte. Zihninden geçenler onda saklı çünkü. Ama merak etmeyin, herkes tek tek döküyor eteğindeki taşları. Birbirlerini buldukları karanlıktan, yine birbirlerine tutunarak çıkmaya gayret ediyorlar.
Geçmişin kırık dökük hikâyeleri arada bir elinize batıyor elbette. İncecik hüzünler karşılıyor bazı bölümlerde sizi. Bu melankoli bir şekilde hoşunuza gidiyor. Biraz üzgün hissediyorsunuz bence kitabı bitirince, hangi yaşanmışlığa üzüldüğünüzü bilmeden.
Dört başı mamur, derli toplu, hem okuma zevki hem de akıcılığıyla kaleme aldığı kitaplarla edebiyat tarihine adını çoktan yazdırdı bence Şükran Yiğit. Ona sormadan edemeyeceğim tek bir soru var: Mercan Günlerin Köpüğü’nün son cümlesinin altına ne yazdı?
edebiyathaber.net (4 Aralık 2023)