Tolkien‘ın, insanın doğayı katledişini; Ursula K.Leguin‘in, kişinin kendine yabancılaşmasını işlerken kullandığı imgeler, Türk okuruna ne kadar yakınsa, bir Amerikalı ya da Çinliye de aynı derecede yakındır ve bu yüzden güzeldir
Hayaletler, büyüler, hayal gücümüzü zorlayan yaratıklar, tanrısal varlıklar ama her şeye rağmen, hırs, kıskançlık, fedakârlık, dostluk gibi olabildiğine insani durumlar. Fantastik edebiyatı tanımlamak, yazının bu en yaratıcı, ele avuca sığmaz türünü bir kalıba sığdırmak kolay değil. Bu konu ne zaman açılsa, Todorov’un ünlü çalışmasına atıfta bulunulur, ama onun güçlü teorisi bile, “okur olayların gerçekliği konusunda sürüncemede kalmalıdır” gibi önermeleriyle fantezinin birçok başyapıtını dışarıda bırakmakta, ‘tekinsiz roman’ gibi pek kullanışlı olmayan tanımlar içermekte. Belki fantastiğin sözlük anlamıyla yetinmeli, gerçek hayatta olamayacak olaylar içeren edebi eserlerin hepsini bu kapsamda değerlendirmeliyiz. Bu olaylar öyküde ne kadar yer tutuyorsa, kitap o kadar fantastiktir diyebiliriz mesela. (Siyah ya da beyaz demek şart mı!) Bu sayede Sheakespeare’in Fırtına ve Bir Yaz Gecesi Rüyası gibi eserlerini de, olmaları gerektiği gibi, fantastiğin içine alabilirken, Bram Stoker’in Dracula’sını da görmezden gelmiş olmayız.
Son dönemde ise fantastik edebiyat, ağırlıklı olarak Tolkien’ın öncülüğünü yaptığı fantastik kurgu romanlarıyla gündeme geliyor. Bu türün en önemli ayırt edici özelliğini, gerçek dünyaya fantastik unsurlar katmak yerine, tamamen fantastik bir dünya kurgulayıp orada geçen öyküler anlatmak şeklinde açıklayabiliriz. Bu tarz romanlar bazen dünyanın rutinliğinden ve acı veren gerçeklerinden kaçış amaçlı da kullanılabilir, birçok aşk, macera, entrika romanı gibi, (evet, gerçeklerden kaçmak isteyen sadece fantezi okumaz!) ama bazen de, gerçeğin farklı imgelerle yeniden kurgulanması, kültürden ve zamandan bağımsız olarak, tüm milletlere eşit mesafede duran bir söyleme çevrilmesidir. Tolkien’ın iktidar hırsını ve insanın kendi çıkarına doğayı katledişini, Ursula K.Leguin’in kişinin kendine yabancılaşmasını işlerken kullandığı imgeler, Türk okuruna ne kadar yakınsa, bir Arap, Amerikalı ya da Çinliye de aynı derecede yakındır ve bu yüzden güzeldir.
Fantastik kurgunun klasiklerini, zamanla modası geçmeyen, her dönem okunan ve peşlerinden gelen yazarları etkileyen romanlarını düşündüğümüzde, Yüzüklerin Efendisi’ni ve başlangıç kitabı Hobbit’i ilk sıraya koymak kaçınılmaz. Her ne kadar ondan çok daha önce Robert E.Howard (Conan öyküleri) gibi birçok yazar fantastik metinler kaleme almış olsalar bile, onların popülerlik kazanması da Tolkien’dan sonra mümkün oldu.
J.R.R.Tolkien, Birinci Dünya Savaşı sırasında orduda yer aldı ve savaşı tam göbeğinde yaşadı. Birçok yakın arkadaşını bu savaşta kaybeden Tolkien, geçirdiği bunalımdan ötürü ordudan ayrıldıktan sonra, kendini akademik çalışmalara ve kitaplara adadı. Bu yıllarda yazmaya başladığı Kayıp Öyküler Kitabı, (Silmarillion) mitolojik ve efsanevi bir devreyi anlatıyordu ve ileride doğacak büyük bir destanın da altyapısını oluşturuyordu. 1920’de Leeds Üniversitesi’nde İngiliz Dili okutmanlığına başlayan Tolkien, dünya dilleri üzerine uzmanlaştı ve hatta kendi dillerini yaratarak, çok ünlü bir filoloji uzmanı oldu.
ELLİ MİLYONUN ÜZERİNDE SATIŞ YAPTI
Dört çocuğu olan ve onlara kendi uydurduğu masalları anlatmayı seven Profesör Tolkien, Oxford’da sınav kâğıtlarını kontrol ederken boş bir kâğıda “Toprağın altında bir delikte, bir hobbit yaşardı.” cümlesini yazarken, edebiyat dünyasında bir fırtına yaratacağını henüz bilmiyordu. Kitabın basımının üzerinden daha bir yıl geçmemişti ki Hobbit çocuk edebiyatı dalında New York Herald Tribune ödülünü kazandı ve çok satanlar arasına girdi. Kitabın yayımcısı Tolkien’dan Hobbit’in devamını yazmasını istediğinde o Yüzüklerin Efendisi’ni yazmaya başlamıştı bile. On iki yılda tamamlanan bu destansı öykünün ilk iki cildi, Tolkien emekliye ayrılmadan önce yayımlandığında tarih 1954’ü gösteriyordu. Bir yıl sonra da üçüncü bölüm İngiltere’de yayımlandı ve büyük bir coşkuyla karşılandı. 2000’li yıllarda elli milyonun üzerinde satış yapmış, yüz milyonlarca insan tarafından okunmuştu.
Tolkien’ın yakın arkadaşlarından, yazar ve eleştirmen C. S.Lewis, aynı yıllarda Narnia Günlükleri’ni çıkartarak fantastik kurgunun bir türe dönüşmesinde ikinci önemli adımı attı. Zaten her iki yazarın eserleri de, ortak sohbetlerinden bolca ilham almış, iki yaratıcı yazar birbirlerinin hayal güçlerini ateşlemişlerdi. Narnia Günlükleri, Yüzüklerin Efendisi gibi kendine özgü bir diyarda geçse de, kahramanların çocuk olması, o diyara bildiğimiz dünyadan gitmeleri ve kahraman aslan-kötü cadı karakterleriyle (Oz Büyücüsü’nü de anımsatan) masalsı bir havaya sahipti. Edebi yönden Tolkien’ın eserleriyle kıyaslanamayacak olmalarına rağmen, bu kitaplar da içerdikleri engin hayal gücü ve ilklerden olmalarıyla klasikleşti.
1960’ların sonlarında Ursula K. Le Guin, Yerdeniz Büyücüsü ile bir üçleme olarak başladığı ama altıncı kitaba kadar devam ettiği çarpıcı serisiyle, fantastik kurgunun ciddi olgulara değinemeyeceğini iddia edenlere bunun kaçınılmaz bir durum olmadığını, istendiği takdirde fantazyanın kalıplarıyla her türlü insani durumun işlenebileceğini gösterdi. Dili kullanma becerisiyle de edebiyat çevrelerinde türün saygınlığını hiç olmadığı kadar artırdı.
KOMİK VE SAKAR
Anne McCaffrey Pern serisinin ilk kitabı Ejder Uçuşu ile Hugo (1968) ve Nebula (1969) ödüllerini alarak, türün gidişatını belirleyen yazarlar arasına katıldı. Terry Prachett ise 80’lerde son derece eğlenceli kitaplara imza attı, serinkanlı kahramanlara alışkın fantastik kurgu okurunu komik ve sakar büyücüsüyle şaşırtarak, Disk Dünya kitaplarıyla yeni bir yol çizdi.
Bir kitabın edebi yönden çok parlak olmaması, klasik olmasına engel değil elbette. Ejderha Mızrağı ve Kara Elf serilerinin de, kendilerinden sonrakileri derinden etkiledikleri ve popülerliklerini hep korudukları bir gerçek. Ejderha Mızrağı’nın yazarları Margaret Weis ve Tracy Hickman, bizleri Tanis Yarımelf isimli yarı insan yarı elf kahramanla ve zamanla ondan daha popüler olan, kötülük timsali büyücü Raistlin’le tanıştırdılar. R.A. Salvatore’un imza attığı Kara Elf üçlemesi, her koşulda iyi yürekli elfler efsanesini yerle bir ederken, anaerkil bir dünya yaratarak kahramanlık öykülerinin güçlü erkek-muhtaç kadın klişesini de bu yıkıma kattı. Diyalogların inandırıcılığı, tasvir ya da üslup gibi konularda orta karar olan bu kitaplar, asıl güçlerini çarpıcı karakterleri, sürükleyici öyküleri ve okura yaşattıkları sürprizlerden alıyordu. Zaman içinde (bazıları farklı yazarlar tarafından)aynı kaliteye ulaşmayan sayısız devam romanlarının yazılması bu iki serinin değerini düşürse de, başlangıç kitapları fanteziseverlerin başucunda her daim duracak.
Her ne kadar tamamlanmasının üzerinden çok geçmese de, Stephen King’in kendine özgü fantastik kurgu serisi Kara Kule, okur ve eleştirmelerin coşkulu tepkilerine bakılırsa, ileride klasikleşecek kitaplar arasında başı çekiyor. Keza Robert Jordan da öyle. Şimdiye kadar yazılan en uzun fantastik kurgu serilerinden biri olan Zaman Çarkı’yla görkemli bir dünya yaratan Jordan, kitaplarına dünyanın hemen her yerinde tutkulu okurlar bulmayı başardı. Teknolojideki gelişmelerin hızının, bilimkurgu edebiyatını yaya bıraktığı günümüzde, hayal kurmayı ve kurdurmayı sevenlerin fantastiğe yönelmeleri doğal. Sinemacıların her geçen yıl artan ilgisi de, türün popülerliğini artırıyor. Her edebi türde olduğu gibi, bu alanda da vasat kitaplar sayıca iyilerden fazla, ama eleştirmenlerin en objektifi olan zaman bu vasatları eledikçe, hem edebiyatın hem de hayal gücünün hakkını verebilen fantastik kurgu eserleri arasından yıllara dayanarak klasikleşecek yeni romanların çıkacağı kuşkusuz.
Barış Müstecaplıoğlu
Kaynak: fantastikedebiyat.com (29 Mayıs 2012)