Dostoyevski’nin babası dindar doktor olup, ailesinde dini kuralların uygulanmasına önem göstermiştir. Biçimsel olsa da, Dostoyevski’nin dini temelleri ailesinde atılmıştır. Sibirya’da mahkumiyet yılları sırasında farklı din ve milletlerden mahkumlarla arkadaşlık kurmuştur. Burada okumasına izin verilen tek kitap İncil’di. Bu sürgün yıllarında kardeşinden Kuran, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi ve Hegel’in Felsefe kitaplarını temin etmesini istemiş, ancak bu kitapların kendisine ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir.
Dostoyevski’nin bir Tanrı’ya ihtiyacı vardır, ancak onu bulamaz. Tanrı ihtiyacını şu sözleriyle, kuvvetli bir şekilde ifade eder; “Tanrı benim için şu yüzden gereklidir, çünkü o insanın her zaman sevebileceği tek varlıktır.” Altmış yıl Tanrı eziyeti çekmiş olmasına rağmen gene de acılarını sevdiği gibi sevmiştir Tanrı’yı. Dostoyevski’nin Tanrı’sı, ebediyyen parçalanmış bir birliğe kavuşmak, ebediyyen kovulmuşa, tutkunun bütün akıntılarıyla sel gibi akana bir çıkıştır, bir huzurdur, bir deniz gibidir. Onun Tanrı’sı sadece ruhta yaşar. Sanatı da insanın Tanrı’ya ulaşmasının bir aracı olarak görür. Ona göre, her milletin kendisine has bir dini, inancı vardır. Eserlerinde bitmek bilmez dini meclislerinde kendisi de karara varamaz, hem inanların, hem de inkârcıların yanındadır. İnancı evetle hayır arasında gidip gelen yakıcı bir akımdır. Sibirya’dan yazdığı bir mektupta şöyle diyor; “Size kendim hakkında şunu söylemek istiyorum ki, ben bu zamanın çocuğu değilim, inançlılığın ve şüphenin çocuğuyum ben ve muhtemelen, hatta bundan eminim, hayatımın sonuna kadar böyle kalacağım, inanca olan özlemim bana ne kadar ızdırap verdi ve hâlâ vermekte, ben inancın aleyhine ne kadar çok kanıt bulursam özlemimde o oranda artıyor.” “Tanrı varsa niçin çocuklar ölüyor?” diye sorar ama diğer yandan da, “Tanrı olmasa onu uydurmak zorunda kalırdık”der. İnançsızlık içerisinde inancın acısını çeken Dostoyevski kendi inanmadığı Tanrı’ya inanmaları için vaaz veriyor, insanlardan papazlığa itaat etmelerini ve Tanrı mutluluğuna erişmiş insanlık istiyordu. Onun düşünce dünyasında Tanrı Baba, İsa Tanrı’nın göndericisidir. Dostoyevski’yi ateist ve nihilist olan Nietzsche’den ayıran özellik, onun Ortodoks inancının temsilcilerinden biri olmasıdır. İkisinin de insana ve çelişkilerine bakış açısı benzer olduğundan, inanç bakımından birbirlerine zıt da olsalar, her ikisi de varoloşçu felsefenin köklerinden beslenmektedir.
Dostoyevski’nin hapisteyken kardeşinden Kuran’ı istediğinden yukarıda bahsetmiştim. Hz. Muhammed’in de kendisi gibi kendisi gibi sara hastası olduğunu düşünür; “Siz sağlıklı insanlar, siz, krizden hemen önceki anda saralının içine nasıl bir sonsuz haz duygusu dolduğunu asla bilemeyeceksiniz. Muhammed Kuran’da kısa süreler için cennette olduğunu anlatır, testisi devrilip de içindeki su boşalmaya başladığında; ve bütün aklı başında deliler onun bir yalancı ve sahtekâr olduğunu ileri sürerler. Ama bu doğru değil, o yalan söylemiyor. Tıpkı benim gibi onun da çektiği bir hastalık olan sara krizleri sırasında kesinlikle cennet oluyordu. Bu sonsuz haz halinin saatlerce sürüp sürmediğini hiçbir zaman bilemiyorum, ama inanın bana, bunu hayatın bütün mutluluklarına değişmezdim.”
Sibirya hapishanesindeki Müslüman arkadaşları Nurra ve Ali, onda olumlu bir etki bırakmıştır. Nurra’nın aşırı dindar, ibadetini hiç aksatmadığını, ramazanda oruç tuttuğunu, tam bir sofu olarak geceleri sabaha kadar dua ettiğini, onu herkesin sevdiğini ve kimsenin dürüstlüğünden şüphe etmediğini söyler. Ali’nin çok zeki, alçak gönüllü, düşünceleri güzel biçimde anlatabilen biri olduğunu, bayram günlerinde onun da öbür Müslüman arkadaşları gibi çalışmadığını ve Ali’ye hiçbir zaman sıradan insan gözüyle bakmadığını, onunla karşılaşmalarının hayatının en iyi rastlantılarından biri olduğunu söyler. Ali’ye Rusça dersleri verdiğinden bahseder. Yanında bulunan İncil’in Rusça çevirisinden, alfabeye gerek kalmaksızın sırf bu kitapla birkaç haftada okumayı mükemmel öğrendiğini, üç ay sonra okuduğunu tamamıyla anladığını söyler. Bir gün birlikte İsa’nın vaazını okumuşlar. Ali, ona bakıp kızararak, “Ah, evet, dedi. Gerçekten, İsa da Allah’ın peygamberiymiş; o da, Allah’ın kelamını tekrarlıyormuş. Ne kadar da güzel sözleri!” Ali’nin en çok hoşuna giden yer; bağışla, sev, fenalık yapma, düşmanlarını da sev dediği yerler…
Dostoyevski roman kahramanlarına sordurduğu “Tanrı’ya inanıyor musun?” sorunusun cevabı; “Ben Rusya’ya inanıyorum” olur. “Ve sadece Rusya uğruna Tanrı’nın varlığını kabul eder”diyen Stefan Zweig şöyle der;
-Tanrı Dostoyevski’nin bütün eserlerinde bulunan bir sorundur, içimizdeki Tanrı, dışımızdaki Tanrı ve onun yeniden dirilişi. Gerçek bir Rus olarak, bu milyonlarca insanın yarattığı en büyük ve en önemli Rus olarak kendi tanımıyla bu Tanrı ve ölümsüzlük sorunu “hayatının en önemli” sorunudur.
Kaynak:
- Stefan Zweig, Üç Büyük Usta, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
- Dostoyevski’nin Eserlerinde Peygamber Algısı, Yakup Akyüz (Makale)
- Dotoyevski’de Tanrı ve Din, Duygu Şahin (Yükek Lisans Tezi)
- Dostoyevski, Ölü Evinden Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
edebiyathaber.net (16 Aralık 2023)
“<strong>Dostoyevski</strong>, Din ve Tanrı | Nilüfer Kuzu” üzerine bir yorum