Zeki Demirkubuz, Hayat filmini, adeta Godard’ın şu sözüne sadık kalarak çekmiş sanki:
“Film yapmak için ihtiyacınız olan tek şey: bir silah ve bir kız.”
Filmin akışı o imge ve gerçeklikle biçim alır. Hikâyenin örüntüsündeki yan öyküler, kişiler asıl anlatılanın bir bakıma ivmesi, taşıyıcısıdırlar.
Demirkubuz, hikâyesini Hicran üzerine kurarken, meselesini de onun ekseninde yansıtır. Geleneksel bir aile yapısı, hayatın sıradan akışkanlığı, aşk, evlilik, sevgi, sevgisizlik, aidiyet, bağlılık, kimliksizleşme, arayış, sıkışıp kalmışlık, kaçış, yaban öfke, şiddet, ruh erimesi, yoksunluk, bağlanma… Tüm bu izlekler kurulan hikâyenin, yansıtılan gerçeklerin rengi soluğu olarak filmde yer alır.
“Hayat böyle bir şeydir,” dercesine filmi izlersiniz. Sıradanlığın öldürücülüğü, adım adım o eriyip tükenen hayatlardaki gerçekliği öne çıkarken; savrulan “küçük insan”ların kentte/taşrada nasıl debelendikleri de anlatılır.
Demirkubuz, hikâyenin odağında tuttuğu Hicran’ın savrulup sığınışlarını anlatırken; onun o düşüş öyküsüne “umut ışığı” olarak kapı aralayarak hayatın bir başka yüzünü Orhan’ın tekdüze, sıkışıp kalmış yavan yaşantısı üzerinden göstermeye çalışır.
“Evlilik” ne bir çaredir, ne de umut; eğer sevgi yoksa.
Kötülük ve sevgi/sizlik üzerine bir film olarak da okuyabiliriz “Hayat”ı.
Gene de çizilen karakter gerçekliklerine baktığımızda; Hicran’ın boyun eğmesi, itirazları, kabullenişi arasında gidip gelmesi ile bütün bunlara neden olan Rıza’nın “razı” olduğu nişan, tanımadığı biriyle evlendirilmek istemenin yarattığı o geleneksel baskıya Hicran’ın itiraz edip evden kaçması…
Toplumsal baskının getirdiği şiddet kadar sinikliğin de ne denli öldürücü/yaralayıcı olduğunu anlatır Demirkubuz.
Kent hayatının girdabına katılan genç insanların neleri/nasıl yaşadığını bize anlatan sahnelerde dillendirilenler ise toplumsal çözülmenin, yozlaşma ve hatta çürümenin asıl nerede başladığını göstermesi açısından etkileyicidir.
Seyirci bir toplum,
Ruh kamaşmasının getirdiği körlük.
Her gün yinelenen, insan ruhunu sıradanlaştıran hayatın solgun yüzü… Yakınan, ama bir türlü o sığlığı aşmak için kıpırdayamayan insanın endişeleri, kaygıları, korkuları…
Kaçışın çözüm olmadığı, çözümün ise ne olabileceğini bilememe çocuksuluğu; hatta büyüyemeyen, olgunlaşamayan bir toplumun genleşmesi. Yani sözde yaşanan “modernite sıkıntısı” aslında ötelenen hayatları nasıl ufaladığının anlatımı…
Zeki Demirkubuz sinemasında başından beri gösterilen/anlatılanların burada bir “manifesto”ya dönüşmesi olarak da okuyabiliriz “Hayat”ı.
Öyle ki; onun sinematografisinin bir özetidir adeta karşımıza çıkan film.
İnsanın insana yaptığı, yaşattığı cenderenin ne olduğunu hikâyenin akışının her aşamasında bize gösterirken; sorgulayıcılığı da elden bırakmaz Demirkbuz. Görünür kıldığı her çatışma durumu insan psikolojisinin derinlikli yanlarını anlatır. Burada filmin akışındaki ritmi artıran Orhan’ın varlığı, onun kendini ifade ederken ki hali; Hicran’ın durgunluğu filmin psikolojik gerçekliğini anlatması bakımından önemlidir.
Demirkubuz, gösterirken hissettirir. Bunu yalnızca davranışlara bırakmaz; diyaloglara yansıyan “durum gerçekliği”, mekânın görüntüye yansıyan imgesiyle bütüncül bir bakış olarak karşımıza çıkar. İşte oradaki Orhan’ın kendini ifade ettiği ortam, Rıza’nın ev-fırın arasındaki döngüsü, Hicran’ın arayışını/kaçışını/sığınışını anlatan mekanlardaki duruşu… En sonunda artık özgürleşme adımını atarken ki ağlayışına tanık olan doğa ve gökyüzü…
Her biri o ruhsal kaçış/arınma durumlarının birer göstergesi olarak filmde yer alır.
Filmde çizilen karakterler, onlar üzerinden yansıtılan yaşamsal gerçekler, mekân/duygu eksenindeki devinimleri, hayatlarını dolduran nesneler yaşanan hikâyenin arka planlarını göstermesi açısından önemlidir. Demirkubuz, burada devinimi sever. Tekdüzeliğe düşmeden kamerayı/görüntüyü hareketli kılar. Hızlı geçişler yerine, ağır bir akışkanlığı öne alarak kişilerin mekân içindeki durumlarına odaklanır. Bunu da, onların her hareketiyle bize anlatır.
Sinik anne, öfkeli baba, hayalleri süren genç kız… Sevgisinin peşinden giden genç adam, şefkat arayan emekli öğretmen… Hiçliğe bırakılan gençler…
Bunların her biri Zeki Demirkubuz’un Türkiye’den insan manzaralarının öyküsünü anlatıyor bize. Sürüklenen “hayat”ların öyküsünü…
(*) “Hayat” Üzerine ilk yazı: “Hikâyesini Dağıtan Anlatıcı”, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlandı: 02 Ocak 2024
edebiyathaber.net (2 Ocak 2023)