Hemen belirteyim. Bu satırları okuyanlar bir roman incelemesi beklerlerse hayâl kırıklığı yaşayabilir. Yazarın hayatına, sanatına, politik kimliğine ilişkin biyografik çalışma da değil. Yazımı ve tefrika olarak yayımlanması üzerinden yetmiş altı yıl, kitap olarak yayımlanması üzerinden de elli altı yıl geçti Fosforlu Cevriye’nin.
İçinden hâlâ dillerden düşmeyen, sayısız sanatçı tarafından yeniden yorumlanmış bir şarkı, aslına sadık kalmış veya yoruma tâbi tutmuş senaryolarla onlarca film çıkarmış bir başyapıttan bahsediyorum. Bu da yetmiyor. 1945’ten günümüze kadar edebiyatçılar, sinemacılar, araştırmacılar tarafından çok yönlü incelemelere, değerlendirmelere, yeri gelmiş kitaplara konu olmuş bir eser. Tüm bunlar bile başlı başına Fosforlu Cevriye’nin bir roman olarak edebi değerinin, her dönem açısından toplumsal bir kabul görüşünün ispatı.
Üzerinde böylesine haklı bir ilgi toplamış ve hak ettiği yere oturtulmuş Fosforlu Cevriye’nin yeniden ele alınması ne kadar gerekli? Bunun biri öznel diğeri nesnel, iki sebebi var. Fosforlu Cevriye’yi okuyan herkes bu büyüleyici roman ve yaratıcısı hakkında dilinin döndüğü, kaleminin yettiğince söz söylemek bir anlamda Fosforlu Cevriye ve yaratıcısı Suat Derviş’i selamlamak ister. Nesnel olarak ise Fosforlu Cevriye her ne kadar bilinse de özellikle Suat Derviş genç kuşaklar tarafından yeterince tanınmıyor. 2013 yılında İthaki Yayınları tarafından tekrar basılmaya başlayan Suat Derviş külliyatı, onun üretkenliğini ve kişiliğini bilenleri dahi bir kez daha şaşkına çevirdi.
Suat Derviş tüm tanınırlığına rağmen politik ve muhalif duruşu, edebiyatçı yanıyla iç içe geçmiş ve büyük başarılara imza attığı gazeteci kimliğiyle ve en önemlisi her alanda öncü kadın misyonuyla kimi dönem görmezden gelinmeye, adı unutturulmaya çalışıldı. Belki örnek yanlış yorumlanabilir ancak anlaşılması açısından göz önüne getirildiğinde en az Nazım Hikmet kadar üretken ve edebi başarıları olan ve çok daha disiplinli bir mücadele içinde kendini var eden Suat Derviş hiçbir zaman Nazım Hikmet kadar popüler olmadı. Böyle bir niyetinin olup olmadığını sorgulamıyorum elbette. Kadın olması buna yol açmış mıdır? Bunlar tartışılabilir. Ancak hiçbir şey şu gerçeği değiştirmez: Suat Derviş tüm tanınırlığına rağmen dün de bugün de haksızlığa uğramış bir kadın, bir aydın, bir yazar ve bir dava insanıdır.
NEDEN BİR KEZ DAHA FOSFORLU CEVRİYE?
İşte onun en yıldızlı, ışıltılı eseri Fosforlu Cevriye’yi bir kez daha değerlendirmek, önceki değerlendirmelerin yetersizliğinden değil. Onun ismini ve eserlerini daha görünür hâle getirmek, bir teşekkür metni oluşturmak ve boyun borcumuzu ödemek içindir.
Bunun yapılacağı en karakteristik alan da onun ölümsüz eseri Fosforlu Cevriye’dir. Zira Fosforlu Cevriye biraz da Suat Derviş’tir. Bu karakter anlamında ve Cevriye’nin ismiyle müsemma (acı, eziyet çekmiş) yaşamıyla değil ama romanın bütünlüğü açısından böyledir ve Fosforlu Cevriye romanının satır araları bize Suat Derviş’in sanatçı ve politik kişiliği hakkında sağlam ipuçları verir. Tam burada bir eleştiri olarak değil ama bir eksiklik olarak Fosforlu Cevriye’ye ilişkin edebiyat ve eleştirmenlerin verdiği pâyeyi bir kez daha sorgulamak gerekiyor.
FOSFORLU CEVRİYE BİR AŞK ROMANI MI?
Fosforlu Cevriye’ye ilişkin hemen hemen bütün inceleme ve değerlendirmelerin birleştiği ortak sonuç; edebiyatımızın en iyi aşk romanı olmasıdır. Evet, roman temsil ettikleri sosyal kimlikler açısından ulaşılmaz ve gerçekleşme biçimi olarak olağan aşk hikâyeleriyle hiçbir benzerliği olmayan, biraz da tek yanlı imkansız bir aşkın etrafında örülmüş. Aşkın tanımı ve gerçekleşme biçimi olarak yepyeni bir düzlem sunmasıyla da Fosforlu Cevriye bir aşk romanı. Ancak sadece bir aşk romanı demek Suat Derviş’in muazzam edebi yeteneğine ve romanı üzerine kurmak istediği temel kurgulara, bizâtihi Fosforlu Cevriye’ye büyük haksızlık olur.
POLİTİK BİR ROMAN
Peki nedir Fosforlu Cevriye? Romanın başkarakterleri analiz edildiğinde, romana sinen ana eksen, örgü ve anlatı silsilesi içerisinde bir silüet olarak değil capcanlı bir gerçek olarak gözümüzün önünde duruyor.
Kimsesiz bir sokak çocuğu olarak büyümüş, bedenini satarak yaşamaya çalışan, bir o kadar da alımlı güzel Cevriye. Toplumun en alttakilerinin kristalize edilmiş özelliklerinin toplamı. Bir geçmişi olmadığı gibi geleceği de yok. Sosyal olarak sadece onun bedenini pazarlayan kadın satıcıları ile bedenini kiralayan erkek dünyası dışında kimsenin ilgi alanına girmiyor. Tüm toplumsal sorunları çözmüş de geriye toplumun ahlâkını koruma güdüsüyle sokak kadınlarını hedef alan kurumsal otoritenin bir de. Bu yönüyle Cevriye her şeyiyle halkı temsil ediyor. Romanda adı hiç geçmeyen ve ‘adam’ olarak kodlanmış, polisten saklanan başkahraman ise hem dönemin komünist muhalefetinin yalnızlığını, toplumdan kopukluğunu, devlet gücü karşısındaki çaresizliğini bir anlamda ütopik bir umudu/umutsuzluğu temsil ediyor. Cevriye’nin kendisine diğer erkekler gibi davranmayan bu adamda gördüğü, anlamlandıramadığı ama yine de bağlandığı mümkün olmayan aşk da bir avuç aydın hareketini geçmeyen dönemin komünist muhalefetiyle toplumun imkansız buluşmasını izah ediyor bence. Fosforlu Cevriye’nin trajik ölümü halkın kaybedişinin, kaybetmeye mahkûm oluşunun aşka bezenerek kaçınılmazlığını anlatıyor.
Romanı yazdığı dönemde kendisi de komünist hareketin bir parçası olan Suat Derviş bir aşk romanı üzerinden belki de çok daha fazla (dönemin ruhu ve gerçeğine uygun) politik bir roman yazıyor.
ÇİFT YÖNLÜ BİR DÖNEM POLİSİYESİ
Fosforlu Cevriye romanı, birinci bölümü olan Karakolda Ayna Var ile daha başından Cevriye’nin karakoldan heyecanlı kaçışıyla başlıyor. Gözaltında yaşananlar, polisin mahkûm veya gözaltındakilere yaklaşımı ve takibatı romanın ilerleyen bölümlerinde ‘adamın’ sırlarla dolu gizemi, saklanmasıyla buluşup final aşamasında polisten kaçırılması ve imha edilmesi gereken nesnelerin denize atılması esnasında bekçiye yakalanmamak için canından olan Cevriye anlatılarıyla bu aşk ve politik romanı üçüncü bir özellik kazanıyor. Başarıyla işlenmiş bir polisiye roman.
BİR İSTANBUL VE FARKLILIKLAR ROMANI
Fosforlu Cevriye ana tema ve yan konulardaki başarılı kurgusunun yanı sıra olayların geçtiği mekânlarla birlikte dönemin İstanbul’unun tarihi mekânlarını, mahalleleri, gecekonduları detaylı anlatımıyla İstanbul’u bir kartpostal gibi gözler önüne seriyor. Mekân tasvirlerine eşlik eden insan anlatımları dönem İstanbul’unun demografik yapısını, serserisinden meyhanecisine kadar İstanbul sakinlerini kendi jargonları ve şiveleriyle romana nakşediyor.
Suat Derviş okurları, onun her romanında aşkın farklı görünümlerle romana yedirildiğini bilir. Bunu bazen üst sınıftan insanların dünyasında (İki Kadın İki Aşk), bazen farklı kültür ve hayatlara ait insanlar arasında, bazen de okurun tahmin edemeyeceği bir muhtevada başarıyla yapar. Abdülhamit dönemini içeren ve cinsel kimliği tahrip edilmiş bir harem ağasının anlatımıyla verilen Bir Harem Ağası’nın Hatıraları romanında saraydaki iktidar kavgası paralelinde de bu başarı görülür. Hadım edilmiş harem ağasının bir cariyeye duyduğu ilginin kahredici ve nemenem bir ilgi olduğunu kendine bile açıklayamamasını işlediği bölüm o günün koşullarında pek kimsenin becerebileceği ve cesaret edebileceği bir şey olmasa gerek.
Şunu da belirtmem gerekiyor. Suat Derviş taşıdığı vasıflarla ve yaratıcılığıyla her dönem kendini aşmış bir edebiyatçı. Ancak dönemin gerçekliği içerisinde romanların büyük çoğunluğu günlük gazetelerde tefrika hâlinde yayımlanıyor. Hem bu nedenle hem de geniş bir kesim tarafından ilgi görme ve okunma arayışı Derviş’i herkesin anlayacağı bir dil ve konulara yönelmeye de çekiyor ve Derviş bunu edebiyatı sulandırmadan yapan nadir bir isim.
TABİİ Kİ BİR AŞK ROMANI
Tekrar başa dönersek, Fosforlu bir aşk romanı mı? Sıralamaya çalıştığım diğer boyutlarıyla birlikte evet, bir aşk romanı. Ama esas olarak bizleri Suat Derviş’in gözlem yeteneği, kurgu zenginliği ve bütünlüğüyle büyülü anlatımı ile onun romanlarına ve bizâtihi Suat Derviş’e aşık edecek anlamda bir aşk romanı Fosforlu Cevriye.
Işıltısı sönmeyen Fosforlu Cevriye’nin yaratıcısı Suat Derviş’in ışığı edebiyatımızdan hiç eksik olmasın…
edebiyathaber.net (2 Ocak 2023)