Ortalık tozduman.
Bir yanda televizyon dizilerinin konuları, anlatılan hikâyelerin yarattığı hezeyan, ötede “intihal” suçlamaları…
Görünenin ötesinde bir “durum”u yaşadığımız aşikâr!
Nedir bu derseniz; toplumun vasata indirgenip bununla terbiye edildiği.
Malum dizilere bir yenisi (“İnci Taneleri”) eklenince ister istemez anlatılanın kimin hikâyesi olduğunu, yaşananın ve olup bitenin hangi ülkede geçtiğini düşünmeden edemiyorsunuz.
Sığlık dizboyu. Diziyi izlerken “Vesikalı Yârim”, “Gönül Yarası” filmleri gelip geçti gözümün önünden.
Ötede bir başka hezeyan fırtınası vardı: Vurun abalıya hesabı, iyi bir romancı kötü bir yazardan ne/yi nasıl araklayabilirin simyacıları ortalıkta pıtrak gibi belirdi. Bir mahkeme kararıyla ortalığa düşenler…
Çürüme bir yerde başlarsa her yeri sarar bu. Evet, insan bozulduğunda her şey bozulur.
Siyasi kirlenme tek başına oluşmuyor. Bütün bunların bir ara gelmesiyle gerçekleşebiliyor vasatlık.
Bir zamanlar “dil kirlenmesi”nden söz ederdik!
Şimdi ise “ruh kirlenmesi” ve içkörlük sarmış her bir yanı.
Bir adı öne çıkarıp vasatı parlatmak…
Oyuncu değilken, Ferhan Şensoy’un; “sen tiyatroya arka kapıdan bile giremezsin” dediğini birinin vasatlığını gözlere sokarak parlatılması…
Ötede asal mesleğini bırakıp ille de “yazar”/ “romancı” olacağım diyerek didinip duran birinin “benden çaldı” çığlıkları ancak böylesi vasatlıkla açıklanabilir.
Öze gelecek olursam:
Yazmak ve yazarlık nerede başlar, bizi nerede karşılar asıl?
Günlerdir elimden düşmüyor Agota Kristof.
Neden mi?
Yazmanın, yazarlığın ne olduğunu, bir toplumun arınmasının nelere bağlı olabileceğini bana/bize anlattığı için.
Onca zorluk, badireyi aştıktan sonra; iki dilde yaşayarak yazmanın engelleriyle de uğraşarak, inancını yitirmeden yazmak… İnsana doğru yürümek, insana dokunmak… “Sabır ve kararlılıkla” bu yolda yürümek…
O iki dilli sürgün yolculuğunda geldiği kıyıda ise şunu söyleyecektir kendine:
“Bana bir kelimenin anlamını ya da yazılışını sorduklarında asla, ‘bilmiyorum’ demeyeceğim. ‘Bir bakayım,’ diyeceğim.
Ve bıkıp usanmadan sözlüğe bakacağım. Bir sözlük tutkununa dönüşeceğim.
Fransızcayı, anadili Fransızca olan yazarlar gibi asla yazamayacağımı biliyorum, yine de yazabildiğimce, elimden geldiğince yazacağım.
Bu dili ben seçmedim. Kader, rastlantılar, koşullar dayattı onu bana.
Fransızca yazmak, mecburum buna. Bu bir meydan okuma..
Okuma yazma bilmeyen birinin meydan okuması.” (*)
Sanırım yazarın asıl yönü/yordamı da bu olmalı: Meydan okuma! İtirazları olan bir yazarın sarkacı böyle gitgellerde kendini göstermeli.
(*) Agota Kristof, Okumaz Yazmaz; Çev.: Feyza Zaim, 2023, Can Yay., 40 s.
edebiyathaber.net (30 Ocak 2024)