“İnsanın neler yapabileceğini, nelere katlanabileceğini göstereceğim sana.”
1952 yılında, Hemingway 53 yaşındayken yayınlanmış “Yaşlı Adam ve Deniz”, Türkçeye birkaç kez de “İhtiyar Balıkçı” ismiyle çevrilmiş. (Doğum 1899-Ölüm 1961) Yazarın, hayatına son vermesinden önce yayınlanan en son eseri. Bir olgunluk dönemi eseri diyebiliriz. Geçmiş dönem öykü, deneme ya da romanlarından farklı olarak bu eserde, kapalı olan hiçbir şey yok. Anlatım, son derece yalın, sade ve açık. Olan, olduğu gibi aktarılıyor.
Seksen dört gün balık tutamayan ana karakter Santiago’nun, Manolin isminde bir küçük yardımcısı olan Manolin eserin yan karakteri. Ailesi onu, bu kadar uzun süre balık tutamayan Yaşlı Adam’ın yanından alarak başka bir sandala çalışmak üzere Santiago’dan koparıyor. İlk tespitte yoksullukları göze çarpan karakterlerin aralarındaki dostluk bağı çok güçlü. Seksen dört gün başarılı olamadığı anlatılan ana karakterin, denize açıldığında ne yapacağı kurgusu üzerine düğüm atarak merak uyandıran yazar, bu merakın altını şu üç öğeyle dolduruyor:
- Santiago’nun ve Manolin’in balık tutmaya çok ihtiyacı vardır=Yoksulluk.
- Santiago yaşlı ve yorgundur=Güçsüzlük.
- Manolin genç ve isteklidir buna karşın başka bir sandala gönderilir=Yoksunluk.
Okur, bu tanımlarla “Ana kahraman acaba balık tutabilecek mi?” merakına iknadır artık. Sandala binmiştir ve ana kahramanın ardından merakla ilerlemektedir.
Bu inandırıcılığı yazar, güçlendirdiği maddelerle sağlar ve tüm bunları dayandırdığı ek bir nokta vardır ki o da yoksulluğu ve yoksunluğu herhangi bir duygu sömürüsüne kaçmadan satır aralarına sızdırır. Evin dekorasyonuyla, ana ve yan kahramanların diyaloglarıyla işler. Bu atmosfere tanıklık eden okur, hikâyenin gerçekliğiyle birlikte samimiyete inanır. Samimiyetin peşinden gider. Yazara güvenir. Bu güven, edebiyat sanatının yazarla okur arasındaki etkileşimini başlatır. Bir anlamda “katharsis” diyebileceğimiz etkileşimi Hemingway çağdaşlarının “Doğa insanın kölesidir” fikrinin tersine yeni bir önermeyle sağlar. Yaşlı Adam ve Deniz’e kadar birçok eserde insanın doğayı katlederken kendinde gördüğü hak, bu yeni bakış açısıyla kırılır. Ana kahraman tuttuğu balıktan özür diler. Örnekse: “Yaşamım boyunca bir balık için o günkü kadar üzülmemiştim diye düşündü. Özür diledikten sonra doğramıştı balığı. Ben onu aldattım, tuzağa düşürdüm diye düşündü. (Sayfa 34)
İnsanın yumuşak kalbiyle karşılaşmaya hazır olan okur, kurgusal metinde ana karakterin yaşadığı duyguyu içselleştirebildiyse eğer o duygudan alınan bedensel hazzı duyumsar. Katharsis tanımına son derece uyan his, okuru bir üst bilince taşımaktadır. Bir örnek de Yaşlı Adam’ın misinayı çekerken elini kestiğinde okurun elini kesmiş gibi canının yanması olarak verebiliriz.
İyi bir sanat, öteki olanı anlamamızı sağlar. Bedenimizin bağlı olduğu hiçbir yasaya bağlı olmak zorunda değilizdir iyi eseri anlarken, özümserken. Yolculuk ederiz, o eserin dünyasına gireriz, o oluruz. Hiçbir yolculuk bu etkileşimi sağlamaz. Bu, duygu aynı zamanda hikâyenin içine girmemizi, oradan hikâye boyunca çıkmamamızı, eseri/ kitabı elimizden bırakmamamızı sağlar.
Atmosferi inceleyecek olursak. Hemingway, uzun yıllar Küba’da yaşamıştır. Burada kendisine ait Pilar adında bir teknesi olduğu biliniyor. Pilar, aynı zamanda “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” isimli romanındaki hizmetli karakterinin ismidir. Teknesiyle, balığa çıkıp uzun zaman geçirmesi sayesinde denize, balıkçılığa çok yakın. Çok iyi bildiği bir konu ve iyi bildiği şeyi yazıyor. Bu kadar başarılı bir eseri ortaya çıkarmasındaki ustalık biraz da bundan.
Denizciliği, denizi ne kadar iyi biliyorsa yazar, kendi türünü yani insanı da çok iyi biliyor. Kendi türünün ne kadar vahşi olabileceğini, aç kaldığında, kendinden güçlü ya da güçsüzle karşılaştığında ne yapıp ne yapamayacağını/ yapmayacağını çok iyi biliyor. Kendi yabanıllığının farkında olan fakat onu aşmaya çalışan bir ana karakter var karşımızda. Bu okura aynı zamanda kendisini gösteren bir ayna.
Üst satırlarda, Hemingway’in atmosfere hâkimiyetinden söz etmiştik. Denizde ilerleyen bir sandal, bir balıkçı, yıldızlar, kuşlar. Uzun yolculuk arasında kimi zaman kaybolmaya yüz tutan okurun gerçek dünyayla bağını yazar, ana karakterin “Beysbol” merakıyla kurar. Eserin başında evde görülen bir gazetedeki maç haberi, kitabın sonuna doğru ana karakterin “sevdiği beysbol oyuncusu onun yerinde olsaydı ne yapardı?” sorgulaması okurun gerçek dünyayla yeniden bağ kurmasını sağlar. Yaşamda da böyle değil midir aslında? Spora, okumaya, hobilerimize döndüğümüzde yaşam daha katlanılabilir hale gelmez mi? Dahası yaşamda kaybolduğumuzda bu küçük meraklarımızla, ilgilerimizle mutlu olarak yeniden bağ kurmaz mıyız?
Tüm bunlardan başka okura en büyük motivasyonu çatışmalarla vermektedir yazar. Seksen dört gün sonra tutabildiği balığı, köpekbalığı saldırılarına karşın acaba karaya çıkarabilecek mi? Düğümünün altını çatışmalarla/ tersliklerle sağlamlaştırır:
- Yaşlı adam yorgundur. Manolin gençtir.
- Yaşlı adam yoksuldur. Balık tutarsa para kazanabilecektir.
- Tekneye konan kuş bile yorgundur. Dinlenmek amacıyla sandala konar ancak tutulan balık gençtir, yorgun değildir, güçlüdür.
Kurulan bu çatışmalardan sonra okurun belleğinde şu soru şekil alır:
“Yaşamda yorulduğu veya yorulacağı anlarda ne yapacaktır, nasıl bir yol izleyecektir. “ “Yunus’u yemek, kılıç balığını yemekten daha güç olacak ama hiçbir iş kolay değil ki” (Sayfa 52)
Yaklaşık doksan sayfalık eserin tam kalbindeki (ortasındaki) satırlar ne anlatmak istediğini imler: “İnsanın neler yapabileceğini, nelere katlanabileceğini göstereceğim onlara”
Bu cümleyle okur aynı zamanda içinden çıkamadığı durumlarla da özdeşlik kurar.
Kitabın birçok iletisi, ana teması ve önermesi var. En çok dikkat çekense son sayfalarında karşımıza çıkan “Yenildik mi yoksa fazla mı açıldık?” sorusudur. Bu soruyu yaşamında sormayan var mıdır?
Hemingway, Rus Edebiyatı temsilcilerinin uzun uzun, paragraflarca kurduğu cümlelerden sonra sade, öz, minimalist anlatımıyla okurun dikkatini çekmiştir. Modernist edebiyat akımının temsilcileri böyledir. Modern yaşamdaki insanın önemli anlarına ışık tutar, o anları yalın bir dille anlatırlar. Klasik edebiyatçıların tersine, on kelimeyi geçmeyen cümleleriyle okura olanı anlatır, kendi yorumuna bırakırlar. “Buzdağının tamamını bilirim ancak okura bilmesi gerektiği kadarını anlatırım” diyen yazarın “İyi bir yazar olmanın en büyük gerekliliği nedir?” sorusuna yanıtı “Mutsuz bir çocukluk geçirmektir” olmuştur. 1. Ve 2. Dünya savaşlarına katılan Hemingway öykü, deneme ve roman türlerinde eserler vermiş savaş, aşk ve macera konularını işlemiştir. Bugüne kadar yazılan en kısa öykünün de sahibidir aynı zamanda. Gelin şu kısacık öyküsüyle noktalayalım sohbetimizi:
“Satılık: Bebek patikleri. Hiç giyilmemiş!”
edebiyathaber.net (31 Ocak 2024)