Filozof J. Derrida’nın bütün eserlerinde edebiyat kavramı yer etmiştir. Hatta Derrida’nın yazılarının hiçbirinin edebiyat sorununa bütünüyle ilgisiz olduğu söylenemez ifadesi de çok doğrudur. Ancak onun Edebiyat Edimleri(*) kitabında, özellikle de Derek Attridge ile yaptığı Edebiyatın Sorgulanması bölümünde edebiyat kavram olarak alışılagelen açıklamalar ve yorumların dışında çözümlenmiş, çok geniş anlamlar yüklenmiştir. Derrida edebiyatın zenginliğini ve karmaşıklığını göstermek için farklı kavramlar ve terimler kullanır. Örneğin, ona göre edebiyatın “edim” olarak tanımlanması, edebiyatın hem bir eylem hem de bir etki olduğunu vurgular. Kitabın girişinde de ifade edildiği gibi Derrida edebiyata kesin bir tanım getirmek yerine değişik çağrışımlara da açık olabilecek tanımlar/açıklamalar getirmiştir. Onun “edebiyat” kavramı felsefi düşüncelerinin derinliklerine bir dalışı, farklı bir zenginliği de temsil eder. Şaşırtıcı, sorgulayıcı bazen de yeni anlamlar ekleyici düşüncelere de yer verir. Derrida bu yönüyle birçok yazar ve edebiyatçıdan da ayrılır.
Derrida’nın edebiyat düşüncesinde edebiyatın adını açıklıkla ortaya koymadığı anlaşılmaktadır. Edebiyat veya edebi yazım kavramı, edebiyatın diğer kurucu türleri olarak ifade edilen estetik, kurgu, şiir veya roman, öykü gibi kavramlara geçmeden doğrudan edebiyat açıklanmaya çalışılır. Edebiyat kavramı tanımlarında felsefi sorgulama, deneyim, bilgi ve varlık, dil ve doğası, metin, yazar- okuyucu, toplumsal ve kültürel bağlam, “differance” (fark-erteleme) gibi alanlara göndermede bulunur.
Edebiyatın ne olduğunu açıklamadan önce “edebiyat nedir?” sorusunun sorulmasından daha doğal bir şey yoktur. Bu soru aynı zamanda kendi kendisini sorgulayan bir sorudur. Çünkü böyle bir soru Platon ve Aristoteles’ten itibaren Batılı felsefi gelenek içinde sorulagelmiştir. Ancak böyle bir soru da “Her şeyden önce bu, edebi değil, felsefi bir sorudur; edebiyatın özüne ilişkin bir bildirimi, edebiyatı edebiyat olmayan her şeyden ayıran şeyi talep ede.r” Kendisinin edebiyatla ilgisinin felsefe ya da metafiziğe ilgisinden çok fazla olduğunu, ancak bu ilginin sonunda ne birinde ne de ötekinde durduğunu yazan Derrida edebiyat düşüncesini hep sorgular. Bunun için “…nedir?” felsefi sorusu, yani hakikat ve öz sorusu, edebiyatın direnç gösterdiği bir soru olduğunu kabul eder. Bu kabul edişi; “Edebiyat sorusunu tanımlamakta, bunu hakikat sorusundan, dilin özünden, bizzat özden ayırmakta hâlâ sıkıntı çekiyoruz. Edebiyat, dilin özüyle, hakikatle ve özle , genel olarak özün diliyle de çektiğimiz bu “sıkıntı” nın yeri ya da deneyimidir”(s.55) cümleleriyle açıklar.
Edebiyat, varlık deneyiminin kenarında duran ve kendisi de dahil neredeyse her şeyin ötesinde olan bir alandır. Derrida’da edebiyat, felsefi ve edebi sahnenin teorik altyapısını sorgulayan eleştirel bir deneyime kaydedilir. Derrida, edebiyatın hem felsefi hem de siyasi boyutunu göstermek için Rousseau, Mallarmé, Shakespeare, Joyce, Blanchot ve Kafka gibi farklı edebi figürler ve metinler üzerine derinlemesine analizler yapar. Bu analizler, edebiyatın hem felsefi hem de siyasi boyutunu gösterir. Çünkü Derrida, edebiyatı sadece yazılı bir metinler bütünü olarak değil, aynı zamanda insan deneyiminin, bilginin ve varlığın, felsefi sorgulamanın bir aracı olarak da görür. Edebi metinler, varlık, bilgi, ahlak ve estetik gibi konuları ele alırken, bu konuları sadece içerik olarak değil, aynı zamanda form olarak da sorgular. Edebiyat, bu bağlamda, felsefenin geleneksel sınırlarını aşan ve felsefi düşünceyi yeni alanlara taşıyan bir güçtür.
Kendisi ile soruşturma yapan Derek Attridge’ye göre Derrida edebiyat ve felsefe için temel unsurların aynı olduğunu ve bu iki yazı türünün temelde dilbilimsel soruna yükledikleri anlaşmalarla farklılaştıklarını öne sürer. Derrida, okuyucunun duyular, sembolizm ve ses araçları aracılığıyla eriştiği anlam katmanları oluşturmak için kullanılan, edebi bir araç olan figüratif dile odaklanmasıyla felsefi yazımın edebi boyutunu açığa çıkarır. Nitekim felsefeyi bir edebi tür olarak okuyan Derrida’ya göre, felsefi yazılar birçok gidimli güç (yani bir tasarımdan, önermeden ötekine geçerek, çıkarımlar yaparak, bir önermeden ötekine mantıksal yolla ilerleyerek, ilkeden sonuca ulaşan, parçadan bütünlüğü olan bir düşünce oluşturarak) tarafından örgütlenen ve bu güçleri örgütleyen, hem bilişsel hem de bir şeyin başarımını veya en azından bir şey yapma isteğini gösteren boyutlu metinler, ifadeler, öteki metinlerle bağlantılı şekilde eşit dağılmayan yazılardır.
Jacques Derrida, Edebiyat Edimleri adlı eserinde edebiyat kavramını felsefi anlamda sorgularken onun felsefi düşüncelerinin merkezinde yer alan yapıbozum anlayışına da yer verir. Yapıbozum, Derrida’nın düşünce dünyasında, geleneksel anlam yapılarını, metinleri ve felsefi kavramları sorgulayan ve yeniden yorumlayan bir yaklaşımdır. Bu kavram, edebiyatta metinlerin ve düşüncelerin çok katmanlı yapısını ortaya çıkarmayı amaçlar ve sabit anlamların ötesine geçerek, anlamın sürekli bir dönüşüm içinde olduğunu vurgular. Edebiyat düşüncesi biraz da bu anlayışla şekillenir.
Derrida ile röportaj yapan Derek Attridge’ye göre, “ Felsefi sorgulamayı sorgulamalarında Derrida’nın edebiyat okuma edimleri doğrudan felsefenin sınırlarına girer ve felsefi, dilbilimsel, teolojik, yasal, hukuki, estetik ve edebi olmayan diğer metin türleriyle yakından bağlantılıdır. Derrida’nın edebiyatın felsefeye potansiyel meydan okumasına rağmen edebi incelemelerin felsefe kadar -felsefenin kendi varsayımları üzerine geçmişten gelen eleştirel düşünüm geleneği göz önüne alındığında belki de daha fazla- felsefi varsayımların egemenliği altında olduğu görüşünden dolayı, bunlar edebi incelemeler disiplininde de eşit derecede dikkat gerektirir(s.4)”. Derrida bu dikkatini “edebiyat nedir?” sorusuyla daha da yoğunlaştırır. Edebiyatın kendisine karmaşık bir tarzda ama “her şekilde her şeyi söylemesine” olanak sağlayan “şu tuhaf bir kurum” olarak keşfetmeye başladığı anda bu soru üzerinde düşünmeye başlamıştır. O “şu tuhaf kurum” ifadesini “Bizim (belles-lettres ya da şiir değil) edebiyat dediğimiz şey, ister dini ister politik bütün sansürlerden korunmuş, uzak kalırken istediği ya da isteyebileceği her şeyi söylemesi için yazara ruhsat verildiğini ima(s.42)” etmesi şeklinde açıklamıştır.
Derrida “Edebiyat” isminin çok yakın zamanlı modern bir icat olduğunu, farklı tarihlerde ortaya çıksa bile bunun katı bir şekilde tanımlanabileceği, edebiyatın bir özü olduğu anlamına gelmeyeceğini, hatta karşıt anlama geleceğini söyler. Belki birçok okuyucuyu/ edebiyatçıyı şaşırtacak şekilde Yunanca ya da Latince şiirler, Avrupalı olmayan söylemsel eserler için, “kesin konuşmak gerekirse, edebiyata ait değildir” düşüncesindedir ve hemen ardından bu fikrine “Hak ettikleri saygıyı ya da hayranlığı hiç de azaltmaksızın bu söylenebilir” açıklamasını getirir.
Derrida edebiyat kavramı ile ilgili düşüncelerini ifade ederken edebiyata felsefi, yoksul, yük sıfatlarını vererek de açıklamaya çalışmıştır: Felsefi edebiyat kavramını bir filozof ya da psikolog olarak gördüğü Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi örneği ile açıklar. Bunun felsefi edebiyat üreten ve özellikle edebi yazımla, deyim yerindeyse teslim edebileceği -felsefi ya da başka türlü- mesajın tüketemediği bir yazıyla filozof ve psikolog olarak Rousseau’nun genel olarak yazı olarak söylediği şeylerin dikkate alınmasını örneklendirir. Yoksul edebiyatın avami olduğu bunun da bir şiirin hesapsız yalınlığına bile şans tanımamasını gösterir. Bu tür edebiyatın aşırı gelişmişlikten, teknolojiden hoşlanmadığına dikkat çeker. Derrida, din hakikati olarak mutlak bilgiyi ve benzer şekilde yüklenilen hafızayı yük (celpler) edebiyatı olarak ifade eder.
Derrida “Edebiyat nedir?” sorusunu tek başına yeterli görmemiş olacak ki hemen ardından “Edebiyat nereden kaynaklanır?” “Edebiyatla ne yapmalıyız?” sorularını sorarak, bu tür metinleri edebi kurum üzerinde bir tür geri dönüş olduğunu söyler. Derrida’nın düşüncesinde edebiyat bir “kurum ”dur. Ona göre edebi metinler için dışsal sınırları, biricikliği, yazarlığı, başlığı ve gönderme edimleri gibi özellikler, bu özelliklerin sabit nitelikler ya da kavramlar olarak tartışılmaya açılma tarzı eşit derecede önemlidir. Bu sebepten dolayı edebiyat ona tarihsel (ve görece yakın zamanlı) bir kurum olarak görünür… Derrida için edebiyat, edebi kurum-edebiyat kurumu, tarihsel kurum ve sonunda tuhaf kurumdur. Tarihsel kurumdur çünkü; uylaşımlarıyla, kurallarıyla, ayrıca ilkece her şeyi söyleme, kurallardan kurtulma, onları yerinden etme ve böylece doğa ve kurum, doğa ve yasa, doğa ve tarih arasındaki geleneksel farkı kurma, icat etme ve hatta bundan şüphelenme gücünü veren bir kurgu kurumudur da. Derrida “tarihsel kurum” olarak gördüğü edebiyata bakışında da tarihi bir taraf vardır. Bu düşüncesini de doğrudan Batı edebiyatı ile ilişkilendirir ve der ki “Batı’ da edebiyat kurumu, görece modern biçimiyle, bir her şeyi söyleme yetkisiyle ve şüphesiz ayrıca modern demokrasi fikrinin doğuşuyla bağlantılıdır. Yürürlükteki bir demokrasiye dayanması anlamında değil, ama bu bana en açık (ve şüphesiz bizzat gelecek olan) demokrasi anlamıyla bir demokrasiye yol açan şeyden ayrılamaz görünüyor”(s.42). “Edebiyat nedir?” sorusunu hep soran Derrida her şart altında “edebiyat dedikleri şu tuhaf kurumu keşfetmeye başladığım anda” diyerek, bu sorunun en naif biçimiyle kendisini kabul ettirdiğini yazar.
Derrida edebiyata hangi adlandırmayı, kavramlaştırmayı, sıfatları verirse versin, hangi açılardan bakarak düşüncelerini açıklarsa açıklasın, bu konudaki düşüncelerinin neredeyse tamamı da felsefi düşünceden bağımsız, felsefeden kopuk değildir.
Neticede, Jacques Derrida’nın Edebiyat Edimleri adlı eserindeki edebiyat kavramı, derin ve çok boyutlu bir anlayışı temsil ettiği için burada yazılanlardan daha fazlasına ihtiyaç vardır. Çünkü edebiyat, Derrida için, sadece bir sanat formu değil, aynı zamanda dilin, düşüncenin ve varlığın sınırlarını zorlayan ve genişleten, başta felsefe olmak üzere diğer disiplinlerle ilişkilerini, bağlantılarını da içeren bir araştırma ve düşünce alanıdır. Edebiyat Edimlerini dikkatle okuyan okuyucular Derrida da edebiyat kavramının, aynı zamanda dünyayı ve varlığı yeniden keşfetme fırsatı sunan bir kavram olduğunu da anlayacaklardır.
(*) Jacques Derrida. Edebiyat Edimleri. Türkçesi: Mukadder Erkan-Ali Utku. Ketebe Yayınları 2020
edebiyathaber.net (6 Şubat 2024)