Her şeyi aşikâr olanların sakladıkları sırlar daha mı çoktur? │Serap Üstün Kütahya 

Şubat 19, 2024

Her şeyi aşikâr olanların sakladıkları sırlar daha mı çoktur? │Serap Üstün Kütahya 

Şermin Yaşar, çocuk edebiyatına, Çok Hayal Kuran Çocuk, Oyun Takvimi, Dedemin Bakkalı, Dedemin Bakkalı Çırak, Tilki Masalları, Cingo, Kuş Masalları, Abartma Tozu, Bizimki, Oh Ne Ala Memleket, Babaannem Geri Döndü, Cebimdeki Mandalina Ağaçları, Pekicik, Hıhıcık, Dahacık, Cumhuriyet’in İlk Sabahı eserlerini kazandırmıştır. Tarihi Hoşça Kal Lokantası, Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu, Gelirken Ekmek Al, Deli Tarla (2021 Sait Faik Hikâye Armağanı) ve Kalk Yerine Yat isimli öykü kitaplarının yazarıdır. 2022 yılında dünyanın ilk “Kelime Müzesi” ni Ankara’da kurmuştur. “Anne Müzesi” ni kurma çalışmalarına yine Ankara’da başladığı haberini 2023 yılında duyurmuştur.

“Söyleme Bilmesinler”, yazarın ilk romanıdır. Aralık 2023’te Doğan Yayınları tarafından yayımlanmış olan eser, kitabın hayali karakterlerinden biri olan Ethem’e ithaf edilmiş. Her karakterin kendi hikayesini anlattığı bölümlerden oluşan iki yüz sayfalık roman, yaklaşık bir buçuk günde geçiyor. Bu süreçte, kahraman bakış açısı ve kahramanın, geriye dönüş anlatımıyla verilen çocukluk, gençlik hikayeleri örgüyü güçlendiriyor. Aynı zamanda okura, hikayelerde geçen yan karakterlerle yaşantılarından çıkarak ana karakterleri daha iyi anlama ve yorumlama şansı veriyor. Bilinç akışı tekniğinin kullanılması okurla kahramanların kolaylıkla yakınlık kurabilmesini sağlıyor. Kullanılan dil sade, anlatım samimi ve akıcı. Şermin Yaşar’ın öykülerindeki gibi okura çok tanıdık gelen, her yerde, her an karşılaşılabilecek kahramanlar sahici, nefes alıyor.   

Yazar, roman boyunca aile ve akrabalık bağlarının, ailedeki kimliğin insanın hayatına yüklediklerini sorgularken açtığı pencereden aslında göründüğü gibi olmayan olaylardaki sırlara parmak basıyor. Mürüvvet ve Kazım ile oğulları Emin, Ethem ve Ekrem, eşleri Hülya, Nurten ve Sevgi’nin ana kahramanlar olduğu romanda, hayatlarına dokunan diğer karakterler de onlara yaşattıklarıyla sorulan sorulara cevap aratır nitelikte. Ana kahramanlar ise söz hakları olduğu ve içlerinden geçeni sayfalara dökebildikleri için şanslı görüyorlar kendilerini. Olayların iç yüzleriyle hesaplaşmak, gerçeklerle yüzleşmek herkes için cesaret işi değil de nedir? Bu nedenle sayfaları çevirdikçe içli ve yanık sesiyle Samime Sanay çalmaya devam ediyor: “Söyleme bilmesinler…”

Ailece birbirini senelerdir düzenli olarak gören ama tanımayan üç erkek kardeş onlar. Kendisini, “Kendimin içinden çıkıp gidemiyorum. Bedenim ruhumun betonu gibi, çık içinden çıkabilirsen” diyecek kadar sıkıştırılmış ve yalnız hisseden Ethem, ömrünce kendini mektuplarla süren yalan dolan bir sevdaya kaptırmış abisi Emin Öğretmen, en küçükleri, bir acının bin farklı cümleyle anlatılabileceğinin ama hepsinin de aynı kapıya çıktığının fazlasıyla farkında olan, yeri geldiğinde bu bilgiyi acımasızca kullanan, buna rağmen çıkarları uğruna kendine kurduğu sahte dünyada yaşamayı tercih eden evin küçüğü Ekrem. Bir de tüm aileyi her cuma akşam yemeğinde yan yana getirerek bir arada tutabileceğini zanneden Kazım Baba. Hepsi kendi fanuslarında yaşıyor. Biri diğerine gerçekten değdiğinde parçalanıp yok olacak buzdan toplar gibi.  

Kitabı okurken sinema tarihinin en yaratıcı senaryolarından 1998 yapımı “Truman Show” filmi gelip oturdu belleğime. Mutlu bir hayata sahip olduğuna inanan Truman, bir gün öldüğünü zannettiği babasını sokakta görür ve o günden sonra gelişen gizemli olaylarla birlikte bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ederek sahip olduğu hayatın gerçek olup olmadığını sorgulamaya başlar. Herkesin her şeyden haberdar olduğu ama bazılarının hiçbir şey bilmediği bir kurmaca. “Söyleme Bilmesinler” de her karakterin anlattığı hikâye biraz buna benziyor.  Ethem’in sözleriyle, “Bazen suyun berraklaşması için önce bulanması gerekiyor.” (s.165) Kendini hep o bulanık suyun içinde hissettikten sonra içindeki büyük boşluğun ne olduğunu görmeye başlıyor Ethem de. Tıpkı Truman gibi.

“Olduğum yerde olmak istemiyorum ama olduğum yerden çıkıp gidemiyorum,” diyen Ethem, Nurten’le aynı çatı altında da olsa karı koca olamadıkları, hiç konuşmadıkları, paylaşmadıkları bir evliliği sürdürüyor. Nurten, çocukluğundan itibaren yaşadığı talihsizliklerden dine sığınmış, hayatı boyunca da bunu bir kaçış gibi görmüş. Nurten’in batıl inançlar yüzünden bizzat çocuk yaşta maruz kaldığı fiziksel şiddet yürek burkuyor; “Ben biliyordum zaten. Ama bilmemek istedim. Bilmezden gelmek bazen en iyisi. Bilmemeyi istiyorsun çünkü. Öyle olmamasını istiyorsun. Gerçeğin öyle olmamasını. Ama elinden bir şey gelmiyor. Kendi gerçeğini yaratıyorsun sonra, o gerçeğe öyle bir sarılıyorsun ki seninle beraber herkes inanıyor.” (s.187) Nurten, yarattığı gerçeğin her an elinde patlayabileceğine hazırlıklı, isyankâr değil, dualarıyla hayata tutunuyor, karanlıktan çıkış yolu arıyor. Bu haliyle de Ethem’i kendinden uzaklaştırıyor. Kitabın “Çocukları olduğu için birbirlerine katlanmak zorunda mıdır insanlar?” önermesi burada karşımıza çıkıyor. Romanın sonundaki gelişmelerle onların ilişkisinde meydana gelen dönüşümün, gerekçeleri her ne kadar sağlam verilmiş olsa da inandırıcılığını sorgulamak açısından üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, kökleşmiş tavır ve davranışların değişmesi zordur, zaman alır. Psikolog Carl Jung’un gölge modelini açıklayan cümlesindeki gibi: “Siz bilinçsiz olanı bilinçli hale getirene kadar, o sizin hayatınızı yönlendirmeye devam eder ve siz buna kader dersiniz.”

“İnsan kendinin de hakkını verecek bu dünyada” diyor Emin. Oysa kaç yıllık karısı Hülya hakkında bilmediği ne çok şey var. “Sinirli, mutsuz, huzursuz bir kadınla evli olmak demek, daha fazla sinirli, mutsuz ve huzursuz olmasın diye daha fazla sinirli, mutsuz ve huzursuz olmak demektir” diye tanımlıyor yaşadıklarını. (s.82) Söylediği yalanlara sebep bularak kendini de rahatlatıyor bir bakıma. Her yalan er ya da geç gün yüzüne çıkıyor. Fakat çok bilmek iyi bir şey mi? Bu da cevabı aranan sorulardan biri aslında. “Sessizlik gürültüden çok daha ağır bir şey” diyor Hülya. Kazım Baba’nın sırdaşı o. Ona herkesten yakın.

Ekrem’le Sevgi’nin, duygusal ve maddi çıkarlar üzerine kurulmuş, özünde asla gerçek bir evlilik gibi olmayan bir sözde “evlilik” leri var. İnsan neye, nereye kadar katlanır? İpler nerede, ne için ve ne zaman kopar? Onların ilişkisiyle dışarıdan görünenle içeride yaşananın bambaşka olabileceği vurgusunu tekrarlayan yazar, Mürüvvet ve Kazım Baba’nın sırlarını da okura taşıyor. Mürüvvet’in başına gelenlerden sonra yaşamak gibi bir derdi hiç olmamış. Olmayınca olmuyor. Böylece Kazım için kaçınılmaz son adım adım yaklaşıp gerçekleşirken, felaket diye düşünülebilecek şeylerin bazen olup bittiğinde insanı rahatlattığına, üstünden yük alıp hafiflettiğine, geleceğe daha sağlam adımlarla bastırdığına da tanık oluyor okur.

Şermin Yaşar, kendisiyle yapılan söyleşilerde, önceki kitaplarında bulunan öykülerin hepsini hatırlamadığını, bazı yazdıklarını da sonunu merak ederek yeniden okuduğunu söyler. Kim bilir, bu romandaki hayali karakterlerin yaşadıkları da gün gelir, değişir, dönüşür, okurken yeniden yazılır. Kim kimin derdini gerçekten biliyor, gerçekten dinliyor ki.

“İnsan böyle bir şey. Nerede, hangi yaşta olursa olsun, kabuğunu kırıp içine baksan içi cılk yara. Yarasız, dertsiz, sırsız insan yok da, işte kimisi üstünü iyi örtüyor.” (s.198)

“Söyleme Bilmesinler”, kan bağının aile olmaya yetmediği gibi kan bağı olmayan insanların da gerçek aile olabildiğine dair inancı tazeleyen, sıcak, rahat okunan bir ilk roman. Haklı görüleni haksız, eğri zannedileni doğru çıkartmayı ustalıkla başarmış yazar. Ters köşeler dikkatin dağılmamasını sağlıyor. Çerçevelerimizi genişleterek, ‘hiç’ değilse bile ‘daha az’ sırla yaşamanın getireceği huzuru duyumsama fikrini doğuruyor.  

“Yalansızız artık. Hala birkaç sırrımız var. Ama yalansızız.” (s.200) Böyle bir finali hak eden yaşam öykülerine sahip olanların çoğalmalarını dilerim. 

edebiyathaber.net (19 Şubat 2024)

Yorum yapın