Medya olgusu, giderek “beyin yıkama şebekesi”ne dönüşeli beri, bilginin/birikimin değeri gölgelendi. Bir yanıyla akıl almaz bir kirlenme, çürüme salgın gibi her bir yanı sarıp sarmalarken; değersizleştirmenin rağbet görebileceği bir mecra da kendine yer açtı böylesi bir ortamda.
Bir yanda kendini var etmeye, göstermeye çalışırken, ötede de yok edebilmek için canhıraş bir çaba sergileniyor. Bunu da her bir olayda, yaşanan gerçeklikte gözlemek mümkün.
Televizyon dizileri, sinema filmleri derken; şimdi de sıra edebiyata geldi. Uzunca süredir gazetelerin, magazincilerin elinde bir tür oyuncak, hatta yazı enstrümanı olan edebiyat şimdi de haber oyununa dönüştü. Bir tür yarış. Birinin bıraktığı yerden diğeri alıyor koraya devam ediyor.
İşin tuhafı bu konuya kendini “malzeme” yapan da bir “gazeteci”.
“İntihal” deyip ortalığa feveran edeceğine, yazdığının edebi niteliğini bir gözden geçirip öyle hareket etmesi gerekirken; işi “mahkeme”lerce tasdiklemek…
Bence, edebiyattan tasdikname alan birinin hezeyanı gibi geldi bana bu biraz! Öyle ya, yazın bırakın okura. Edebiyat ortamına. Alıcısı nasıl okursa okusun, yapsın karşılaştırması; sizin niye feryat ediyorsunuz: “Benden çaldı!”
Sahi, burada asıl “hırsız” kim?
Tam da bu feryat figan arasında, karşıma çıkan Agota Kristof’u okuyordum. Gelip eşiğinde durduğum metni beni gülümsetmişti: “Hırsız”.
Metin şöyle başlıyordu:
“Kapınızı pencerenizi iyi kapatın. Hiç gürültü yapmadan, ellerimde siyah eldivenlerle giriyorum içeriye.”
Biri yazmadan diğerinin yazdığını önünü alıp, didiklemiş; cımbızla seçip seçip kendi yazacağına aktarmış. Cümle cümle, satır satır, sözcük sözcük. İyi de, bu nerede, ne zaman, hangi yerde, ülkede olmuş? Yayıncıları o tarihlerde nerelerdeymiş; bu kitaplar kendince mi basılmış; kimselerin gece eve giren hırsız gibi nasıl farkında olmamışlar bunun…
Daha birçok soru geliyor aklımıza.
Sonra, efendim; romanına sadakat için tepesi atıyor “roman” yazdım diyenin; soluğu mahkemede alıyor. Orası da bir tür edebiyat hakemi ya; hırsızı bulabilmek için kolları sıvayacak bir anlı şanlı “bilen kişi” heyeti tayin ediyor. Öyledir, bu tür durumlarda “işin ehli/uzmanı” kişiler seçilir. Ortada yapıp ettikleri, birikimleri vardır. Onlar ne derse, mahkeme de buna uyar. Ötede sabırsızlıkla bekleyen “romancı” bu “uzman” heyetinin görüşlerini ilgi ve bilgiyle alınca; o anlı şanlı medyaya bir duyuru yapar:
“Hırsız yakalandı!”
Peki, sorarım size, sayın “romancı”; sizin gerçek hırsızınız kim sahi?
edebiyathaber.net (27 Şubat 2024)