“her şey işte böyle oldu önce…”
Geçtiğimiz günlerde sevgili dostum Adnan Saracoğlu ile zamandan küçük bir parça çalarak kısa bir sohbet etme fırsatı yakaladım telefonda. Kendisiyle konuşmalarımız zaman açısından kısa olsa da içerik açısından bi hayli uzun olur aslında. Biraz telaşla da olsa birçok konudan çabucak bahsederiz. Son konuşmamızda da böyle oldu. Edebiyat dünyasının içinde bulunduğu halden bahsederken, konu doğal olarak insana geldi. İnsanın insana yakışmayacak davranışlarına. Oradan insanın genel yapısına ve geride bıraktığımız salgın sürecinde insanın doğadan çekilmesine. Doğa kendini bulmuş, yabani diye tabir ettiğimiz canlılar kendi alanlarına dönebilmişti vs. Doğadaki olumlu değişim de kendini biz yabani olmayan insanlara göstermişti o süreçte.
Ne kadar ilginç değil mi, yabani olmayan insanlar doğadan çekilip de yabani canlılar sahaya çıkınca doğada olumlu gelişmeler meydana geliyor. Oturup üzerine uzun uzun düşünmeli, konuşmalıyız sanırım. Kim daha yabani, diye.
Konu nasıl da buraya geldi çabucak diyecek olanlar varsa yine bir kitapla geldi tabii. Yaşamda rastlantılara inanırım. Rastlantıdan öte yaşadığımız her şeyin, başımıza gelenlerin mutlaka bir nedeni olduğunu düşünürüm. Zaman zaman da ürkütür beni bu durum. Bugün okuduğum kitap da birkaç gün önce konuştuğumuz konunun üzerine gelince, bu yazının konusu olması gerektiğini düşündüm.
Hurihan Yıldırım Kurtaran imzalı, Altın Kitaplar tarafından yayımlanan, Aylin Çakır Bektaş’ın resimlediği kitap “Filuba’nın Ormanı.”
“Çok uzak diyarlardan birinde, balta girmemiş muhteşem bir orman. Neşe içinde yaşayan hayvanlar. Ormanın sevilen lideri Filuba ve ailesi.” Ormanın kralı değil, lideri! Aslan değil, bir fil. Daha en baştan bazı şeylerin sıradan olmadığının göstergesi. Ormanda her şey güllü gülistanlık ilerlerken bir gün işler değişiyor. Orman halkı, insanların geçmişten bu yana onlara taktığı ‘yabani hayvanlar’ adını artık istemiyor. Sonuna kadar da haklılar bence. Fakat bu nasıl olacak? İnsanoğlu nasıl eğitilecek de bu adı kullanmaktan vazgeçecek? Ormanın lideri Filuba, belki de ilk kez çözülmesi neredeyse imkânsız bir sorunla karşı karşıyadır. Yine de çaresiz bir şekilde beklemez, çözüm için harekete geçer. Dünya Hayvanları Koruma Derneği’ne ulaşıp haklı taleplerini dile getirir ve yardım isterler. Sonrası keyifli bir serüven okurlar için. O serüveni okurken de bir miktar düşünme süreci. Kim daha yabani, sorusuna bir yanıt arama gibi. Yazar okuruna yardımcı da olmuş bu konuda ve Aslan Asuba’nın ağzından şu sözleri düşürmüş. “Doğamıza ait özelliklerimiz, bizim yabani olduğumuzu göstermez. Lamalar tükürür, zürafaların boyu uzundur, maymunlar cana yakındır ve aslanlar kükrer! Kaçın şimdi. Bize yabani diyorsunuz ama görülen o ki siz de pek doğa dostu değilsiniz.”
Sadece birkaç tümceyle saatlerce anlatılacak bir dersi özetlemiş yazar başarılı bir şekilde. Asuba’nın ağzından dökülenler oldukça anlamlı bana göre. Başta da söylediğim gibi zaten yakın zamanda bunun örneğini hep birlikte yaşadık ve gördük. Doğa dostu değiliz. Doğanın tek sahibi olduğumuz yanılgısındayız. Sahibi olduğumuzu düşündüğümüzden dilediğimizce ötesinde hunharca kullanabileceğimizi düşünüyoruz. Sonuç da önümüzde tüm çıplaklığı ile duruyor zaten. O halde şimdi biraz düşünelim. Kim daha doğacıl?
edebiyathaber.net (11 Mart 2024)