Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Yasemin Onat’ı, kardeşi Ezgi Onat ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Yazılarını evinde ve kendisiyle baş başa kalabileceği, kendi sesini ve dolayısıyla öykülerine seçtiği kahramanlarının sesini duyabileceği sakin ortamlarda yazar. Evinde yazarken; masasında dünyanın değişik ülkelerinden getirdiği ve her birinin ayrı bir anlamı ve öyküsü olan objeler, sevdiği kitaplar ile karşısında neredeyse masasının bulunduğu duvarın tamamını kaplayan İran işi bir makrome bulunur. Penceresini kapatan dantel perdesi, bana öykülerini dantel dantel işlemesini çağrıştırırken bu kadar düzenli bir ortamda yazarken bu denli fırtınalı ve etkileyici öyküler üretmesi ise beni her zaman şaşırtmıştır. Bir gün yazarken denk geldiğimde; bana o an yazmakta olduğu öyküsünü sanki yazılı bir metinden okurmuşçasına o kadar istekli ve hararetli bir şekilde ve hiç duraksamadan anlattı ki o an anladım yazarken kendisine öyküleri ile ayrı bir dünya kurduğunu.
Kardeşinizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Yazı ve okuma üzerine çok fazla paylaşım yaparız. Bu paylaşımlarda iki meslektaş olmanın, kardeş olmanın yanı sıra iki yakın arkadaş olmanın ve aynı çocukluğu paylaşmanın da katkısının büyük olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan da çocukluğundan bu yana anlatım ve tasvir gücü her zaman çok yüksek olmuş ve bu yönüyle her zaman dikkatleri üzerine çekmiştir. Bunun kendisine bahşedilmiş, çalışma ile olamayacak ve elde edilemeyecek bir yetenek olduğunu düşünürüm. Bu yeteneği, bir de paylaşma/anlatma isteği ile birleşince kendisinden beslendiğimi, bana çok fazla katkı sağladığını söyleyebilirim. Bunun daha çok tek taraflı bir beslenme olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Yine de benim de kendisine bu anlamda küçük de olsa bir katkım olmuşsa ne mutlu bana.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Öykülerini, yazıya dökülmeden önce henüz fikir aşamasındayken çok büyük bir heyecanla, coşkuyla, adeta o öykünün içinde yaşarcasına bana aktarır. O zaman anlarım ki kahramanları artık en yakındır ona. Öykülerinde tarihsel olaylardan ya da çocukluk anılarımızdan alıntılar yapacaksa benim tarihe olan merakım ve hafızama duyduğu güven sebebiyle alıntılanacak bilginin doğruluğunu mutlaka değişik kaynaklardan birlikte teyit ederiz. Bazen de günümüz dilinde artık yaşamayan kelimeleri kullanacaksa anlamlarına birlikte bakarız ve alternatif kelimeler düşünürüz. Ama öyküleri tamamen şekillendiğinde artık kendisi ile baş başa kalır ve üzerine konuştuğumuz her şeyin nihai halini kitap basıldığında görürüm.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Öykülerinde tarihsel olaylara da yer verdiği için çok fazla araştırma yapıp notlar aldıktan ve bu notlarına bir yerlerden kulağına gelen ya da gidip ilk ağızdan duyarak öğrendiği ve çoğunlukla Anadolu insanının kullandığı deyimleri, yöresel sözcükleri hatta nidaları da ekledikten sonra masasının başına geçip bir süzgeçten geçirerek ve en güzelini bulmaya çabalayarak yazılarını yazmaya başlar. Yazarken mutlaka kahvesi ve sevdiği kitaplar masasında olur. Dış dünya ile iletişimini bir süre için keser. Yazım aralarında ise en çok halk türküleri ve geleneksel İran müziğini dinler. Alireza Ghorbani vazgeçilmezidir. Öyküleri ete kemiğe büründüğünde ise öyküleri ile ilgili ilk görüşü mutlaka bir kitap kurdu olan annemizden alır. Bu da vazgeçilmez bir ritüelidir.
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Son olarak Ömür İklim Demir’in Kum Tefrikaları adlı eserini okuduğunu gördüm ve bu metne duyduğu hayranlığı benimle paylaştı. Her zaman elinde ya da yakınında tuttuğu kitaplar ise Anadolu düşünürlerinin ve mutasavvıflarının miras bıraktığı eserlerdir. Sanırım kendisini onlarla bir anlamda güvende hissetme duygusu yaşar. Ve elbette sözlüğü en yakın arkadaşıdır.
edebiyathaber.net (14 Mart 2024)